Biz ‘Yuvasızlar’, İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve Türkiye Gerçekliği
Yakın zaman önce MUBI kataloğuna eklenen, İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin simge isimlerinden Vittorio De Sica’nın Yuvasızlar (1956) filmini izlemek için ya çok doğru ya da çok yanlış bir zaman. Kararı size bırakacağım elbette, öncelikle filme bir bakalım.
Yuvasızlar, birbirine çok âşık genç bir çiftin evlenerek evsiz kalmalarını anlatıyor. Duvarcı ustası Natale ve hizmetçi olarak çalışan Luisa, yoksul genç âşıklarımız. Luisa’nın babası, kızının yoksul bir inşaat işçisiyle evlenmesine karşı çıksa da çiftimiz, evlenerek Natale’nin ailesinin yaşadığı odaya yerleşiyor. Natale’nin anne ve babası, hamile kardeşi, kardeşinin eşi ve çocuklarının bir arada yattığı odaya Luisa da ekleniyor. Bu sıkışık evde, yoksullukla yaşam genç çifti usandırıyor ve kendilerine bir oda aramaya başlıyorlar. Hikâye de bu noktada gelişiyor. Ancak Luisa ve Natale’nin ucuz oda bulduğu bina, dayanıksız olması sebebiyle mühürleniyor ve evsiz kalıyorlar. Bunun üstüne Natale’nin çalıştığı inşaattaki işçiler gidip kendisine bir yer yapmasını söylüyor. Başta bu fikre çok ısınamasa da Natale, arkadaşlarının da yardımıyla bir gecekondu inşa etmeye niyetleniyor. Ne olursa olsun kendilerine ait bir evleri olması fikri Luisa’nın en büyük hayali, üstüne üstlük hamile olduğunu da anlayan Luisa için artık ayrı bir ev şart. Özetle bu iki genç insanın tek arzusu kendilerine ait bir oda.
Dönemin yasalarına göre gecekondunun dört duvarı ve çatısı varsa devlet gelip evi yıkamıyor. Böylece bir gecede dört duvarı bir araya getirme telaşı başlıyor. Natale ve arkadaşları el birliğiyle ve bin bir türlü aksaklık, şanssızlık ve ispiyonculuk içinde gecekondu inşaatına girişiyor.
Bizim Yuvasızlar
Ne kadar da tanıdık bir hikâye, değil mi? Birçok açıdan çok tanıdık hem de. Öncelikle sinemamızdaki gecekondu filmlerini düşünebiliriz. Bunlardan yine bir aşk hikâyesi etrafında ilerleyen mücadeleci Sultan’ı (1978-Kartal Tibet) hatırlayalım mesela. Türkan Şoray’ın tek başına çocuklarını büyütmeye çalışan Sultan karakterine hayat verdiği filmde; mahallerinden atılmaya çalışılan gecekondu sakinlerinin hikâyesi anlatılıyor. Fabrikada çalışan Sultan dışındaki bütün mahalle sakinleri gecekondularını boşaltmaya razı oluyor. Sultan’sa son ana kadar direniyor ancak nihayetinde o da evinin yıkılmasıyla karşı karşıya kalıyor. 78 yılında böylesi bir hikâye o kadar normal ki karakterlerimiz İstanbul’un herhangi başka bir tepesine yeni bir gecekondu yapmaya karar veriyor. Mahalleli şarkılar türkülerle, yeni bir gecekondu mahallesi kurmak üzere yola çıkıyor. Aynı şey Natale için de geçerli.
İtalya’da güncel yasa nedir, bilmiyorum ama Türkiye’de gecekondularla ilgili birçok kez af çıkmış. Birçok kezse gecekonduları satın alarak yerine apartman dikenler zengin olmuş ve bugün eski gecekondu mahalleleri kentin ortaya yerinde kalarak devasa sitelere dönüşmüş durumda. Gecekondu meselesi sinemamızda azımsanmayacak bir yere sahip. İstanbul’un kentsel dönüşümünde sahip olduğu yer de öyle. Dolayısıyla Natale ve Luisa’nın hikâyesi bize çok tanıdık bir hikâye. Gecekondu mahallerinde şimdilerde neler yaşandığıyla ilgili, sinemamızdan bir başka filmi de bu noktada önermek istiyorum; Başka Semtin Çocukları (2008-Aydın Bulut). İnsanların bir gecede inşa ettiği yaşam alanlarını satın alarak zenginleşenlere bir başka örneği de bu filmde göreceksiniz.
Gelelim evlenmek ve evsizlik sorunsalına. Her şeyden önce bugün Türkiye’de ev bulmak, hele İstanbul gibi büyük kentlerde yeniden sinemamızın konusu olacak kadar gerçek bir mesele. Yakın zaman önce yaşadığımız depremle büyük kentlerden, özellikle de sürekli bu tehlikeyle burun buruna olan İstanbul’dan kaçmaya çalışıyoruz. Ama nasıl? Hayat pahalılığı, maaşların birkaç katı kiralar ve belirsizlikler üçgeninde kim oturduğu ev depreme dayanıksız diye çıkıp gidebilir? Birçoğumuz için düşüncesi bile imkânsız. Bu meseleyi daha sonra yeniden ele almak üzere bir kenara not düşelim ve sinemamızda evlenerek evsiz kalma örneği taşıyan Acı Hayat’tan söz edelim.
1960’lardan Günümüze Yuva
1962 yapımı Acı Hayat, ilk bakışta sıradan bir melodram gibi gelebilir. Ancak film, bundan çok daha fazlasını barındırıyor. Biri kaynakçı (Ayhan Işık) diğeri manikürcü (Türkan Şoray) olan yoksul çiftimiz Nermin ve Mehmet, evlenmek istiyor ancak ev bulmak evlenmekten zor. Yeni yapılmaya başlanan apartmanlar ve gecekondu mahalleleri arasında gidip gelen görüntüler içinde genç çiftin birbirinden uzaklaşmaya başlamasını izliyoruz. Ev bulamamak evlenmeye de mani oluyor. Bütün bunların temelindeyse bir kez daha yoksulluk var. Film, aynı zamanda 60’lı yıllarda sinemamızın İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden ne kadar etkilendiğini de göz önüne seriyor. Metin Erksan, de Sica’nın filmini izlemiş midir, izleyebilmiş midir, bilmiyorum. Sinemamızda 60’lı yıllardan söz ederken Türkiye’nin içinde olduğu politik koşullarla toplumcu-gerçekçi bir bakışı gözlemliyoruz. Bu noktada da dünya sinemasında daha önce yaşanmış deneyimlerden etkilenilmemiş olması mümkün değil. 1960’lar Türkiye’de solun geliştiği, toplumun politikleştiği bir dönemi kapsıyor. Dolayısıyla sanatın her dalında olduğu gibi sinemamızda da bu durumun etkilerini görüyoruz, melodramın sınırlarını zorlayan iyi Yeşilçam filmleriyle de bu şekilde karşılaşıyoruz.
Yukarıda yarım bıraktığım günümüz koşullarına geri dönecek olursak; Yuvasızlar’ı içinden geçtiğimiz belirsizlik sürecinde izlemek hem filmi daha iyi anlamaya hem de can sıkıcı olmaya açık. Her şeyden önce de Sica’nın dili, insanı naif bir gerçekliğin içine çekiyor. Dolayısıyla karakterle özdeşleşmek çok kolay. Film, her ne kadar kendi içinde umutlu bir son vaat ediyor olsa da acımasız bir gerçekçilikle baktığımızda aksi de mümkün. Bir film üstüne konuşmak, düşünmek o filmin bağlamının çok daha ötesine geçen bir durum. Hangi zamanda, hangi ülkede, hangi bireysel koşullar içinde o filmle bağ kurduğumuz filme ilişkin yorumumuzu geliştiriyor. Filmi hangi niyetle izlediğimiz de bir o kadar önemli.
Bir türlü içinden çıkamadığımız seçim sürecinin sonlanmasına birkaç gün kala, içimiz dışımız belirsizlik ve karamsarlıkla dolmuşken Yuvasızlar’ı, yuvasızlığımızı öfkeyle izlemeyi tavsiye ediyorum. Natale de Luisa da Sultan da derme çatma bir dört duvar içinde yaşamaktan daha fazlasını hak ediyordu. Mehmet ve Nermin’in aşkı ev bulamadıkları için yok olmaya mahkum değildi. Bizler de pazar günü her kim kazanırsa kazansın Türkiye tarihinin gördüğü en gerici meclise, bize mezar olacak evlerde yaşamaya devam etmeye mahkum olmak zorunda değiliz, bu durumu değiştirmek Sultanların Natalelerin elinde. Seçim sonucu ne olursa olsun 29 Mayıs sabahında aklımızda bunlar olsun.