‘The Penguin’: Gotham İçinde Açılan Farklı Kapılar ve ‘The Sopranos’a Göz Kırpan Bir Mafya Hikâyesi
İsyanım Var!: Dizilerin Başkaldıran Kadınları – Mert Gürer & Zeynep Gürer
Türk dizi tarihinde “isyan” çok işlenen bir konu olarak karşımıza çıkmamaktadır. Distopik ya da tarih temalı bir hikâyesi yoksa güncel kurgulanmış anlatıda başkaldırı, çizilen sınırlar içerisinde tutulmakta ve sistemin işleyişini bozmamaktadır. Televizyon içerikleri arasında önemli bir yeri olan dizilerin izleyicileri eğlendirme, sosyalleştirme gibi doyumsal işlevlerinin yanı sıra özdeşim yoluyla deneyimleme sağladığını da söylememiz mümkündür. Popüler kültür ürünü olan diziler, sosyoekonomik gelişmeler karşısında politik araç olmaktan kaçamamaktadır. Dizi karakterleri, izleyici için kendini bulduğu bir ifade aracı rolü üstlenmektedir. Televizyon dizileri, karakterler aracılığıyla sosyal, kültürel ve politik değerleri izleyiciye sunmaktadır. Karakterler yoluyla özdeşim kurabilen izleyiciler kendi yaşadıklarını anımsatacak olay örgülerinde paralellikler veya farklılıklara da odaklanmaktadır. Karakterin attığı adım ve sonrasında yaşadıkları kendisi için bir simülasyona dönüşebilmektedir. Özdeşim kurduğu karakterin isyanı izleyici için bir rahatlamaya yol açabilmektedir.
Günümüzde yayınlanan pek çok dizi, dram türünde romantik ilişkileri merkeze alan konuları kapsamaktadır. Bu ilişkileri zedeleyecek entrikalar, iktidar oyunlarıyla içerik zengin tutulmaya çalışılmaktadır. İzler kitlenin maksimum seviyede beğenisini yakalayabilmek adına da onları belli bir alanda tutacak içerikler kültür endüstrisi tarafından bir kalıp ve formül içerisinde işlenmektedir.
Aykırı, isyankâr olarak gösterilen kahramanlar yine sistemin içinde yollarına devam etmektedir. Bu kahramanlar, sistemin yıkılmasını hedeflemek yerine daha çok sorgulanabilmesini sağlamaktadır. Bu biriken enerjinin boşaltımı açısından uygun bir kanaldır. Dizisel anlatıda sunulan sistem, egemen yapının devamını sağlar niteliktedir. Bunlardan biri de ataerkil sistemdir. Erkek egemen toplum yapısını onaylayan, normalleştiren diziler toplumsal cinsiyet rollerine yönelik kalıp yargılar da üretmektedir. Feminist çalışmalar, kadın hareketleri ve LGBT’nin konuşulması, sosyal medyada başlatılan metoo akımı gibi toplumsal haraketliliğe yol açan aksiyonlar alttan üste bir etkiye sebep olmuştur. Bazı konuların görünür ve konuşulabilir olmasını sağlamıştır dolayısıyla dizilerin de bu hareketliliği yansıtması kaçınılmaz olmuştur. İçinde bulunduğumuz ataerkil sistem, kadınlar üzerinde baskın konumda bulunmaktadır. Giderek artan kadına yönelik şiddet vakaları ve cinayetleri, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla kadının yasalar önünde yalnızlaştırılması, 6284 numaralı kanunun tartışmaya açılması, kadına ve LGBT’ye yönelik eril söylemin meşrulaştırılma çabası gibi pek çok olgu kadınların kazanımlarını ve yaşamsal haklarını tehdit etmektedir.
Yaşanan tüm bu süreçlerin dizilerdeki yansımasına bakarsak son zamanlarda adından söz ettiren Kızılcık Şerbeti’nin Nursema’sı ve Aile’nin Leyla’sının başkaldırısına kulak vermek gerekir. Biri muhazafakâr diğeri seküler farklı iki kadın temsili duruyor önümüzde. İkisi de ataerkil sistem altında ezilmiş, bireyselleşememiş, aile içerisinde görülmeyen, duyulmayan ancak evlilikleriyle var olabilmiş iki kadın. Kadınlar üzerindeki bu baskıyı sağlayan da yine kadınlar olarak çıkıyor karşımıza. Her ikisinin de annesi ataerkil sistemin koruyucusu olarak işlev görüyorlar. Kendileri de yıllarca ezilmiş bu kadınlar, kızlarının değişmesini, dönüşmesini, birey olmasını istemiyor. Nursema da Leyla da çatışmalarını anneleriyle yaşıyor ve özelde ailelerine genelde ise ataerkil sisteme başkaldırıyorlar.
Aile dizisinin 10. bölümünde eşinden boşanmak istediğini açıkladığı esnada annesi Hülya ve kardeşi Aslan tarafından tepkiyle karşılaşan Leyla, yemek sofrasında ayağa kalkarak isyan ediyor ve şunları söylüyor: “(…) Evet, öfkeliyim, beni yok saydığınız için öfkeliyim, benim yanımda durmadığınız için öfkeliyim. (…) Bana gelince neden öyle işlemiyor o düzen anne? Neden beni yolumdan döndürmüyorsun? Neden göz göre göre soktun beni bu yanlış yola? Sizin ataerkil düzeniniz de yerin dibine batsın, ikiyüzlüler! Ne derdi babam ha, hatırlıyor musunuz? Ne derdi, hadi hepimiz biliyoruz, söyleyelim, zulmü görmezden gelmek mazluma ihanettir. Yıllardır, yıllardır bırakın bana yapılanları, beni görmezden gelmiyor musunuz, kolayınıza gitmiyor mu? Söylesenize! Benim sizin kurallarınıza göre yaşayacak bir günüm daha yok.” Bunları söyledikten sonra sofrayı terk ederek arkasını dönüp gidiyor. Bu sahne, Leyla’nın kendisine dayatılan ataerkil düzene başkaldırısını temsil etmesi açısından oldukça önemlidir. Leyla’nın boşanma kararını açıklayınca başta onu kimsenin ciddiye almaması, kadının aile içindeki konumunu da çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir. Kız çocuklarını görmezden gelen, istemediği biriyle evlendirerek Leyla’yı baskı altında tutan, kocası öldükten sonra aile üzerindeki gücünü artıran Hülya Soykan, kendisinden daha güçlü her kadına savaş açan bir karakter olarak sunulmuştur. Hülya’nın anlatıdaki ana görevi Soykan ailesinin devamlılığını sağlamaktır. Bu aileyi tehdit edebilecek ve düzeni yıkabilecek düşmanı da kızı Leyla ve gelini Devin olarak sunulmaktadır. Dramatik anlatıda kadınların bu kurulu düzene isyanı ve özellikle o ailenin bir ferdi olarak Leyla’nın başkaldırısı oldukça önemlidir.
Kızılcık Şerbeti’nde ise benzer bir hikâye Nursema için geçerlidir. Nursema, zorla evlendirildiği eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kaldıktan sonra ilk defa hem kocasının ailesi hem de kendi ailesiyle yüzleşmektedir. Bu sahnede Nursema şunları söylemektedir: “(…) Şimdi ben bu evden defolup gideceğim. (…) Sanmayın ki ama sizinle de geleceğim. Asla o eve geri dönmeyeceğim. Siz benim için bittiniz. Senin gibi bir annem yok benim, senin gibi de bir babam yok.” Annesine dönerek; “Sen sakın bana kızım deme. (…) O evdeki huzurun bozulsun anne biraz!” dedikten sonra kocasına bakarak yere tükürüp çekip gider. Bu sahnede Nursema’nın başkaldırdığı ve öfkesini yansıttığı annesi özelinde aslında arka planda işleyen ataerkil sistemdir. Hem Nursema hem Leyla ailelerine kafa tutarken ayakta aktif bir şekilde gösterilmiştir. İsyan ettikleri düzenin aktörlerine yukarıdan bakmaktadırlar ve her ikisi de arkalarına bakmadan kendilerini bekleyen belirsizliğe doğru yol alabilecek güce sahip olarak sunulmuştur.
Dizilerde aktarılan her iki hikâye de ister seküler ister muhafazakâr olsun, aile merkezinde ataerkil sistemin işleyişini gözler önüne sermektedir. Bu düzene başkaldıran da o ailede yetişen kızlar olmuştur. Düzeni temsil eden ve düzenin koruyucusu anneye ve aileye karşı gelen isyankâr kızların, ana akım televizyonlarda izlenme oranı yüksek dizilerde sunulması oldukça önemli bir adımdır. Bu adımlar, dayatılan ve normalleştirilen bazı değerlerin sorgulanmasına yönelik bir farkındalık oluşturması açısından oldukça önemli bir işlevi üstlenmektedir.
Bu yazı, Episode’un 49. sayısında yayımlanmıştır.