Ece Özdikici: “Sanat, asfalttan çıkan çiçeğe benzer”
Yoldaş Özdemir’in Ece Özdikici ile bu röportajı Episode’un Şubat 2021 özel (dijital) sayısında yayımlanmıştır.
İki sezondur TRT ekranlarında seyirciyle buluşan Benim Adım Melek dizisinde Funda Yıldırım karakterini canlandıran Ece Özdikici sanatın neredeyse her alanında üreten bir isim. Tiyatro, sinema ve televizyonda başarılı yapımlarda yer alan, oynadığı rollerle pek çok ödül kazanan Ece Özdikici ile rol aldığı diziyi, karakterini, tiyatrodan sinemaya, müzikten resme sanatın her alanını konuştuk.
Keyifli okumalar!
Benim Adım Melek, uzun soluklu dizilerden biri oldu. 50 bölümü devirdi. Nasıl başladı sizin için bu macera?
Evet, ikinci sezonumuzun sonuna geliyoruz. Gaziantep’te ikinci yılımızı deviriyoruz. Bodrum’daydım proje için konuştuğumuzda. Birkaç iş daha vardı menajerimle değerlendirdiğimiz. İçimizin en ısındığı iş bu olmuştu o dönemde. Uzun soluklu olması açısından da doğru karar vermişiz.
Benim Adım Melek’te Funda karakterini canlandırıyorsunuz, biraz sizden dinlemek isteriz Funda’yı? Nasıl başladı, bölümler boyunca sizin için en önemli değişimler neler oldu canlandırdığınzı karakterde?
İlk bölümden itibaren Funda’yı aşkın peşinden koşan bir kadın olarak çizeceklerini sezmiştim. Sezmiştim diyorum çünkü bu sektörde çalışan herkes bilir ki, değişimi sağlayan çok etken vardır. Senaryo ile beraber karakterler de evrilir. Öyle oldu. Funda aşkın peşinden savruldu. Önce hayatından vazgeçti, sonra hayallerini değiştirdi. Başka bir ülkede, farklı bir kültürle, üstelik çok büyük sorunların ortasında yaşamayı kabul etti. İzleyenler bilir ki Alpay varlıklı, çok zekice planlar yapan, kariyeri olan veya umut dolu bir hayat vaat eden bir karakter değil. Hatta her şey tüm bu söylediklerimin aksine ilerliyor ama Funda ona hep destek veriyor. O zaman Funda için para avcısı diyemeyiz, kötü karakter diyemeyiz, çıkarcı diyemeyiz. Olsa olsa Alpay’ı çok sevmiştir ve onunla yaşayacağı hayatı her koşulda kabul etmiştir.
Dizi Gaziantep’te çekiliyor, sizin ilk şehirdışı dizi deneyiminiz mi? Uzun süredir şehirdışı bir işte olmak neleri değiştirdi hayatınızda, size neler kattı?
Şehir dışında olmak dışında benim hayatımın değişikliklere zorlandığı bir dönem oldu. Hepsi aynı döneme denk geldi. Her İstanbul’a gittiğimde ilgilenmem gereken çok sey vardı. Bunların dışında beni en çok zorlayan, hayvanlarımdan ayrı kalmak oldu. Bana kırılıyorlar mı, benim ne yaptığımı anlıyorlar mı, onları sık sık terk ediyorum mu sanıyorlar diye düşünüyorum sürekli. Aramızdaki bağın etkilenmesini hiç istemiyorum. Her gittiğimde en uzun zamanı onların bakımı ve ihtiyaçları için ayırıyorum ve bu bana da çok iyi geliyor. Diğer yandan sosyal etkinlikleri takıip edememek üzüyordu. Sonra pandemi oldu ve herkes kapandı ve bu derdim bitti. Otel odamı resim yapabileceğim ve online piyano dersleri alabileceğim şekilde düzenledim. O ikisinden ayrı kalmamak çok iyi oldu. Diğer türlü sadece oyunculuk yapan bir Ece vardı. Çok eksikti. Şimdi ise daha iyi bu anlamda.
“Gaziantep, izlenmesi sevilen bir şehir anladığım kadarıyla. Biz de güzel çekiyor ve yansıtıyoruz. Sevginin galip geldiği gerçekçi bir masal anlatıyoruz. Bir doğu masalı.”
Benim Adım Melek, güçlü dizilerin yayınlandığı çarşamba günü ekranlara geliyor ve izleyicisini de kaybetmedi. Sizce neden sevildi, izleyicilerden en çok hangi konuda geri dönüş alıyorsunuz?
Gaziantep, izlenmesi sevilen bir şehir anladığım kadarıyla. Biz de güzel çekiyor ve yansıtıyoruz. Uzun yıllar dargınlık yaşamış bir aile var.Yıllar sonra sırlar açılıyor, söylenmeyenler söyleniyor ve bağlar yeniden kuruluyor. Diğer yandan bu aileye başka şekilde eklenmiş Funda ve Alpay var. Alpay’ın yaramazlıkları hiç bitmiyor. Bizim cephede de sevgi en güçlü kazanan. Bakınca sevginin galip geldiği gerçekçi bir masal anlatıyoruz. Bir doğu masalı.
Pandemi döneminde yoğun bir set programıyla devam ediyorsunuz hayatınıza. Mart-nisan aylarında setler bir süreliğine durmuştu ancak sonrasında tekrar tüm dizilerin çekimleri başladı. Sizi nasıl etkiledi bu süreç, neler hissettiriyor böyle bir dönemde sette olmak?
Biz de eve kapandık. Fakat tüm dünya gördük ki, tahmin edilenden çok daha uzun sürecek. İşlerimize geri dönmek zorundaydık. Sadece biz değil, herkes işine dönmek zorunda kaldı. Maddi yükümlülükler durmadı. Biz de çalısıyoruz. Başta daha ürkütücüydü. Çünkü arzu edilenin aksine kalabalık ve sosyal temas içinde olduğumuz bir iş bizimki. Uzun süre kapalı yaşadıktan sonra, açılmak, kalabalık çalısmak tabii ki risk. Test yaptırarak, hijyene dikkat ederek devam ediyoruz.
Başa dönersek İzmir’de Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuduktan sonra Mimar Sinan Konservatuvar eğitimi, Kadir Has Üniversitesi’nde Film ve Yüksek Drama bölümünde yüksek lisans. Erken başlayan sanat eğitimi ve konservatuvardan sonra da eğitime yüksek lisans ve atölyelerle devam etmek.. Nasıl karar verdiniz sanatın içinde olmaya, ilk kıvılcım, akla ilk düşme anını hatırlıyor musunuz?
Hani insanı bazen durumlar çok yorar ve sorgular ya olduğu yeri, bazen değişikliğe gider. Mesleğini, hayatını pat diye bırakıp bambaşka hayatlara açılan insanlar duyarız. Ben o insanların açıldıgı hayatı yaşıyorum en başından beri. Elbette benim de sınıra yaklaştığım çok zaman oluyor. Yorulduğum da çok oluyor. Fakat ben yaşanacak en güzel hayatlardan birinde ve en güzel meşguliyetlerin içinde olduğuma inanıyorum. Ben daha başka şekilde kendimi ifade edemem, yaşayamam. Sanat yapmazsam olmaz. Resim yapmazsam, oynamazsam, piyano çalmazsam olmaz. Böyle doğdum. Yolumu bulduğum için şükürler olsun.
Bunca iyi eğitimden sonra oyunculukla ilgili ilginizi çeken, mutlaka katılmayı planladığınız atölyeler, eğitimler var mı?
Hep var. Hep çok istekliyim. Yeter ki yeni atölyeler olsun. Profesyonel oyuncuların katılabileceği atölyeler o kadar az oluyor ki. Bir şeye katıldığımda da hiç beklemediğim insanlardan da, “Ne gerek var ki, sen niye katılıyorsun?” gibi bir görüş gelebiliyor.
“Yönetmeye ilgi duymuyorum. Yazmak belki ama şu sıra onun için de istek duymuyorum. Belki resim yapmasam, filizi yazmaktan verirdim.”
Belediye Tiyatrosu, Devlet Tiyatrosu ve Şehir Tiyatroları… Sahne, oyunlar ve çok değerli ödüller… Son bir yıldır ise pandemi nedeniyle tiyatrolar, sahneler çok zor durumda, pek çok sanat alanı gibi. Bu bir yıl, tiyatro oyuncusu olarak neler hissettirdi size, önümüzdeki dönemde sizce tiyatro, seyircinin online kurduğu ilişkiden nasıl etkilenecek, bağımsız sahneleri neler bekliyor?
Çok üzüldük, çok yıprandık ve çok yalnız kaldık ne yazık ki. Bir an evvel ayaklarımız yine o tahtaya bassın, yine oyun sonunda seyirciye selam verelim istiyorum. Online gelişimlere zorlandık. Böyle de olabileceğini gördük, böyle bir biçimin de geliştirilebileceğini. Elbette seyircinin önünde oynamakla aynı şey değil. Zorluklar yeni biçimler doğuruyor. Sanat, asfalttan çıkan çiçeğe benzer. Anlatabildim mi?
Resim de hayatınızda çok önemli bir yerde anladığım kadarıyla. Nasıl gidiyor resim çalışmalarınız, bu alanda hedefleriniz, planlarınız nelerdir?
Sergi açacağım dogru zamanda. Gaziantep bu yöndeki yaratıcılığımı çok tetikledi. Bayılıyorum resim yapmaya. Atölyede arkadaşlarımla çalışmayı çok özlüyorum aslında. İstanbul’da da sürekli gittiğim bir atölye yoktu. Evde çalışıyorum. Lisede atölyede çalışmak ne güzeldi. Özlüyorum gerçekten. Hayatımdan asla çıkmayacak resim yapmak. Bana, çizdiğiniz kadınlar çok hüzünlü diyorlar. Bilmem ki… Bu ara öyle demek ki.
Sinema alanında da eğitim almış bir oyuncu olarak kamera arkasına dair planlarınız var mı? Bir şeyler yazıyor musunuz ya da yönetmeyi düşünüyor musunuz gelecekte?
Benim o yönde gelişimim hiç yok. Yönetmeye ilgi duymuyorum. Yazmak belki ama şu sıra onun için de istek duymuyorum. Belki resim yapmasam, filizi yazmaktan verirdim. Ekibi yöneten değil de, içinde olmayı seviyorum. Hikâyeyi aktaran, ete kemiğe büründüren olmayı seviyorum.
Son dönemlerde izlediğiniz ve çok beğendiğiniz dizi ya da filmler var mı?
Jan Ole Gorster’ın yönettiği Lara ve Yorgos Lantimos’un yönettiği The Lobster’ı izledim. Dizi olarak Bir Başkadır’ı.
Bir izleyici ve oyuncu olarak çok farklı/etkileyici bulduğunuz dizi/film karakterleri hangileri?
Bir Başkadır’da her karakter enfes. Unorthodox ve Unbelievable’da yine her karakter olmakla beraber, başrol kadın karakterler harikaydı.
Mutlaka canlandırmak istediğiniz edebi bir karakter ya da mutlaka uyarlanmalı dediğiniz romanlar var mı?
En son Behçet Çelik’in Belleğin Girdapları’nı okudum. Ben kafamda filmini izledim. (Gülüyor) Beyazperdede görmek isterdim gerçekten.