Bob Marley One Love: Rastafari, Kefaret Şarkıları ve Hayatı Satın Alamayan Para
Robert Nesta ya da bilinen adıyla Bob Marley, çağdaş müziğe damga vurmuş ve hegemonik beyaz kültüre karşı mücadelesiyle popüler kültürün ikonik simgelerinden birine dönüşmüş bir isim. Doğrusu Jamaika’nın yerel mento, kalipso, ska ve rocksteady türlerinden doğan reggae‘nin tüm dünyaya yayılmasını sağlayan Marley, rastafari inancı, protest kimliği ve sömürgecilere karşı duruşuyla da aşkın hale gelmiş bir efsaneydi. Bu nedenle de ismi müziği aştı, bir sembole dönüştü.
Tabii Bob Marley’in ideolojisinin, dünya görüşünün, müziğinin, mücadelesinin ve mesajlarının dokunduğu yeri daha iyi kavrayabilmek için Jamaika tarihini, Jamaika müziğinin köklerini ve rastafaryanizmi bilmek gerekiyor.
Her şeyden önce, beyaz bir babaya sahip olan Bob Marley, babası tarafından reddedilmiş ve Jamaika’daki çevresi tarafından da “beyaz çocuk” olarak çağrılarak büyümüş bir melezdi. İngilizlerin kolonileştirdiği ve sömürgeleştirdiği Jamaika ise Marley’in “teenage” zamanlarına denk gelen 1962’de bağımsızlığını ilan etmişti. Bağımsızlık ilanından sonra da bu küçük ada ülkesinde birçok siyasi çatışma, istikrarsızlık, iç savaşa varan iktidar mücadelesi yaşanmıştı. Dolayısıyla Marley sosyoekonomik ve politik olarak son derece zorlu bir ortamda büyümüştü. Ama o bu duruma alışkındı, çünkü onun ataları “Maroon”du ve “Maroon”lar Jamaika’nın bağımsızlığı öncesinde dağlarda, ormanlarda yaşayarak sömürgecilerle çatışan özgürlük savaşçılarıydı. Esas silahları ise müzikti.
Bu sebeple Bob Marley’nin özgürlük düşleri ve ezilen halklar için yazdığı şarkılar atalarından ona kalan bir mirastır. Kingston’ın her köşesi müzik dolu ama en fakir semtlerinden biri olan Trenchtown’da büyüyen Bob Marley, bir üçüncü dünya ülkesinden çıkan ilk evrensel “superstar” olarak da tanımlanabilir.
Bob Marley’in hikayesi ve müziği kuşaktan kuşağa aktarılması gereken türde bir hak arayışıdır. Reinaldo Marcus Green’in Bob Marley: One Love filmine geçmeden önce ise rastafari ile reggae arasındaki bağlantıyı biraz daha açayım.
Bob Marley: One Love fragmanını izlemek için buraya tıklayabilirsiniz.
Afrika’ya Dönüşün Hayalleri ve Altkültürden Üstkültüre Uzanan Bir Yaşam Tarzı
Rastafari ya da rastafaryanizm, siyah aktivist Marcus Garvey’nin fikirlerine dayanan bir toplumsal hareket ve din. bu noktada Marcus Garvey’nin tartışmalı bir figür olduğunun ve hakkında da çok ciddi suçlamaların bulunduğunun altını çizmeliyim ama bu başka bir yazının konusu.
Haile Selassie’ye tanrılık atfeden rastafari, 1920’lerin sonuna doğru ortaya çıkmıştır. Eski Ahit’ten birçok kavram ve alıntı barındıran rastafarinin asıl amacı da siyah insanlara eşit haklar temin edilmesini sağlamaktır. Rastanın renkleri siyah, kırmızı, sarı ve yeşildir. Kırmızı, yeşil ve sarı Etiyopya bayrağını, siyah ise Afrika halkını temsil eder. Ayrıca rastafariler, Afrika’nın “zion” yani cennet olduğuna ve bir gün tekrar Afrika’daki evlerine döneceklerine inanır.
HIristiyanlıktan doğan ve bazı açılardan da oldukça tutucu olan bu din, reggae’ye de kaynaklık eder. Bu katı kurallar bütününden oluşan siyah kültür ve yaşam tarzı marihuanaya da özel bir anlam yükler, marihuana sayesinde manevi ritüeller düzenlenir.
Aslında Jamaika’nın folk müziği de mento’dur. Afrikalı kölelerin müzikal geleneklerinden türetilen mento, kalipso ile de benzerlik gösterir. 1950’lerden itibaren ise bu müzikler giderek popürleşen blues ve rock ‘n’ roll ile harmanlanmıştır.
Reggae de 1960’larda bu müziklerin füzyonu sonunda tam formunu bulur. Bass ve davul ritimleri ile dikkat çeken ve tempo olarak da ska ile rocksteady’ye göre daha yavaş olan reggae, rastafaryanizmin içeriğindeki inancı, yoksulluğu, sosyal karmaşayı, spiritüel aşkı, eşitlik ve adalet isteğini anlatır.
Rastafariler Jamaika’da uzunca bir süre parya olarak kalmışlar, dışlanmış ve aşağılanmışlardır. Ta ki Bob Marley reggae’yi tüm dünyaya tanıtana kadar. Böylece bu siyah altkültür tüm dünyayı sarsacak bir üstkültüre dönüşmüştür.
Bob Marley’e Düzenlenen Suikast, Londra Günleri ve İkonik Exodus Albümü
Buradan Bob Marley: One Love‘a geçersem öncelikle filmin çerçevesinin çok iyi belirlendiğini ve Bob Marley ile The Wailers’ın kariyerlerindeki en önemli dönemece odaklanıldığını söylemeliyim.
Bob Marley, 1976’da tam 80.000 kişinin katılacağı “Smile Jamaica” (Gülümse Jamaika) konserinden iki gün önce evinde bir suikasta uğramıştı. Bu saldırıda Marley ile birlikte eşi ve menajeri de ciddi şekilde yaralanmıştı. Hatta eşi bu suikastten dreadlock’ları (rastaları) sayesinde mucizevi bir şekilde kurtulmuştu.
Konser öncesinde yaşanan bu korkutucu ve travmatik olaya rağmen Marley sahneye çıkmayı kabul etmişti, çünkü genel seçimler öncesinde Jamaika sokaklarındaki şiddet giderek artıyordu. Halkın Ulusal Partisi ile ABD yanlısı Jamaika İşçi Partisi arasındaki siyasi çatışmalar da olağanüstü bir hal almıştı. Marley de halkı tarafından çok sevilen ve politikayı aşan bir figür olarak birlik mesajları vermek istiyordu. Amma velakin bu konser sonrasında Jamaika’da daha fazla kalamayacağını anladı ve The Wailers ile birlikte Londra’ya gitti.
Bu noktada şunu hatırlatmakta yarar var: Marley, 1970’lerin ortasında zaten fazlasıyla ünlü bir müzisyendi ve birçok hit’e sahipti. Fakat bir rastafari olduğu için oldukça mütevazı ve kendi halinde yaşıyordu. Bu vahim olay sonrasında ise çok sevdiği vatanından ayrılmak zorunda kaldı. Bu gurbet tercihi ise tüm zamanların en ikonik albümlerinden biri olan Exodus‘u doğuracaktı. İşte film, zaman çizelgesi olarak bu olaylar zincirini ve yaşanılanları konu alıyor.
Yönetmen Reinaldo Marcus Green, bir önceki filmi King Richard ile de iyi bir iş çıkarmıştı. O filmde de tenis efsaneleri Venus Williams ve Serena Williams’ın toksik babaları Richard Williams ile olan ilişkisini anlatmış, hikaye olarak vurucu bir film çıkarmıştı.
King Richard, 94. Oscar Ödülleri için de 6 adaylık elde etmişti. Will Smith’in King Richard’daki performansıyla En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldığı gecede komedyen Chris Rock’a sahnede tokat atması ise popüler kültür tarihine geçmişti. Büyük bir kepazelik olarak zihinlerimizde yer eden bu olay sonrasında Will Smith 10 yıllık ceza almıştı.
Buradan filme dönelim. Green, Bob Marley: One Love‘da da hikaye arkını doğru yerden kuruyor. Elbette bunda senaryo ekibinde Green ile birlikte çalışan Terence Winter, Frank E. Flowers ve Zach Baylin‘in de katkısı var. Ayrıca filmdeki flashback ve tekrar eden imgeler de Bob Marley’in kim olduğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor ve arka planı tamamlıyor.
Belirtmek gerekiyor ki, Londra günleri ve Exodus‘u doğuran dönem Marley için hayli depresif zamanlardı. Suikast girişimi Marley’i şoke etmişti ve kendi halkı tarafından öldürülmek istenmesini bir türlü kabul edememişti. Yine de bu buhran ve depresyon, hem devrimci hem de aşk şarkıları ile dolu bir albüme yol açmıştı. Bu albümde sound’u biraz daha değiştirmeye ve yenilikçi kılmaya çalışan Marley’nin gitarist Junior Marvin’i kadroya eklemesi de oldukça yerinde bir karardı.
Yayımlandığı gibi listeleri altüst eden Exodus, Bob Marley and The Wailers’ın müziğine de boyut atlatmıştı ve popülarite anlamında daha görkemli bir yere ulaşmalarını sağlamıştı. Bu süreci incelikli şekilde ele alan yapım, Marley’nin eşi Rita, The Wailers üyeleri ve menajeri Don Taylor ile ilişkisini de detaylandırıyor. Kingsley Ben-Adir’in de Marley’nin karizmasını yansıttığını ve sağlam bir performans çıkardığını söylemek lazım.
Bob Marley: One Love, Bob Marley efsanesinin rastafari inancını, yaşam tarzını, özgürlük düşlerini ve sömürge düzenine karşı davasını doğru bir bağlamda sunuyor.