Saat? Umrumda Bile Değil
Begüm Akkaya, Episode’un 20. sayısında koronavirüs günlerini ve salgının kendisine düşündürdüklerini kaleme almıştı.
Küçük, süslü karantinamın bilmem kaçıncı sabahından merhaba! Dün ve ondan önceki günlerin benzerine hoş geldiniz. Kafam öyle karışık ki günler arasında bağ kuramaz oldum.
Saat sabah 5.00! Küçük patili birey tarafından ıslak mama uğruna bu kadar erken uyandırıldım elbette. Top patlasa uyanmayan ben, son beş ayımın her sabahına böyle merhaba diyorum. İnanılmaz güzel bir duyguymuş. Sevgisini göstermekte bana cömert davranan dostum, geçtiğimiz kış beni resmen insanı yapmıştı.
Saat: 9.30, burnuma mis gibi kokular geliyor. Anneciğimin hazırladığı bol karbonhidratlı bir kahvaltının başına geçiyorum hemen. Ne, kruvasan sürprizi mi! Kesin bugün evin Katya’sı ben olacağım, ondan böyle zayıf noktamdan vuruluyorum. Zayıf noktam: Hamur işleri. Karantinaya çok yakışmıyor mu bu kariyer bitirici besin, siz söyleyin!
Kahvaltı sonrası annem o meşhur toz bezini sallayarak startı veriyor. Bir anda toz ve kir düşmanı bir temizlik avcısına dönüşüyorum.
Saat 13.00, pek bir şey yapmak gelmiyor içimden. Karantinada üretkenlik telaşının aksine her şeyi bırakıvermek, durmak beni rahatlatıyor. Koronavirüs, yaşamla bağlantımı kesen bir kısa devre gibi patlak vermişti adeta. Yani, siz de benim gibi durağanlığın içine atladıysanız sakın kendinizi yargılamayın. Bu dinginliğin şifalı gücünden faydalanmaya devam!
Penceremden dışarı bakıyorum. Ne kadar az yeşillik var. Ağaçları kesip hayvanların evini gasp ettiğimiz yerlere dört tarafı duvarlarla çevrili, içine renk olsun diye yapay yeşilliğin konduğu, bir de yüksek aidat fiyatlarının ödendiği modern hapishaneler yapılmış. Biz de bu ihanete ortak olur gibi böyle yerlerde yaşamayı tercih eder olmuşuz.
Uğruna çaba sarf ettiğimiz birçok şeyin pek de önemli olmadığının bilinciyle fişek gibi çıkar mıyız şu süreçten?
İşte, size, orta sınıf karantinasından bildiriyorum. Herkesin evlere kapandığı sitelerde, dışarıda güneşin alnında ellerinde kocaman paketlerle bir o yana bir bu yana koşturuyor kargo çalışanları. Yorgunluklarını, ayağını sürüyerek attığı adımlardan hemen anlayabilirsiniz. İhtiyaç dışı tüketim koronavirüsten daha hızlı ilerlemeye devam ediyor anlaşılan. Sınıfların, ırkların, türlerin, dünyanın sömürgeciliğinden vazgeçme şansımız olabilir bu pandemi. Çıkış biletimiz öncelikle kendi tüketim alışkanlığımızdan vazgeçmekte.
Bir anda telefonuma gelen bildirimle yarım kalıyor pencere önü manifestom. Tataa! Karşınızda görüp görebileceğiniz en komik kızlar. Federal kankalarım. Hani biri sizi hacklese patlayıcı madde etkisiyle hepinizi uçuracak o WhatsApp grupları vardır ya… İşte hepsinin en tehlikelisi. Herkesin vardır böyle gizli bir topluluğu. Bugünkü gündemimiz epey yoğun; yenidünya düzeni, işsizlik, beden kaygısı, cinsellik, eşitlik ki buradaki eşitlik kavramı sadece cinsiyetler arası değil daha geniş, türler arası olarak düşünülmeli. Virüsün bile insanlara eşit derecede davrandığı şu çağda sadece kadın-erkek eşitsizliğinden bahsetmemiz beklenemezdi. Kaçıncı yüzyıldayız, hâlâ bize neleri tartıştırıyorsunuz! Nitekim geniş yelpazedeki muhabbetimizin sonuna geliyor, kız kardeşlik dayanışmasıyla korkularımızı yok edip arzularımıza kulak vererek devrim yapıyoruz WhatsApp’te.
Saat 15:30 suları. Çantamı alıp besleme yapmak için dışarı çıkıyorum. Bütün sevimlilikleriyle beni karşılıyorlar kapı önünde. Ayaklarıma dolananlar, üstüme atlayanlar… Nasıl bu kadar güzel anlatabiliyorlar sevgilerini. En temel arzunun ifade edilmesi neden bu kadar zor oluyor bizim için? Babam ve ben, seni seviyorum sözcüğünü birbirimizden saklamıştık hep. Belki bir gün söylenir ümidi ile. Bu tutum babamın ani ölüm haberiyle darmaduman olmuştu. Her şeyi batırmıştık. Geriye “keşke”den başka hiçbir sözcük kalmamıştı. Sevgimizi hayvanlar gibi korkmadan cömertçe gösterebilsek ya, ne güzel olurdu. Daha onlardan öğreneceğimiz çok şey var.
Saat kaç oldu bilmiyorum artık, yukarı çıkıyorum. Elim Elodie Durand’ın çizgi romanı Parantez’e gidiyor. Çizimlerine ve hikâyesine hayran kaldığım bu kitapla çizgi roman dünyasına hızlı bir giriş yapıyorum. Sağlığı için mücadele veren bir kadının inişli çıkışlı hikâyesini anlatıyor. Kitabın, hayalle gerçek arasında sıkıştığım karantinama denk gelmesinin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Uğruna çaba sarf ettiğimiz birçok şeyin pek de önemli olmadığının bilinciyle fişek gibi çıkar mıyız şu süreçten? Tür ayrımı yapmadığımız, mesela tabaklarımızda yenebilir olarak kategorize ettiğimiz hayvan dostlarımızın olmadığı, empati kurabildiğimiz, farklı olanı yok etmediğimiz, kimsenin kalbini kırmadığımız, her çocuğun çocuk olabildiği, nefret söyleminin son bulduğu bir ütopyayı eski normalimize tercih etsek fena olmaz mı? Yazılarım kamu spotuna dönüşmeye başlasa da ben umutla daha özgür ve güzel günlerin geleceğine inananlardanım. Saat? Umurumda bile değil.
Begüm Akkaya Begüm Akkaya