Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
“Joker,” Oyunu Baştan Yazıyor I N. Levent Tanıl
[highlight]Yakın plan sekanslar, buhranı yansıtan şehir betimleri ve Joaquin Phoneix’in muazzam performansı, Joker’i bir çizgi roman uyarlamasından ziyade soyut bir kalp çarpıntısı olarak yorumlamama sebep oldu. Kimilerine göre gizli bir şiddet güzellemesi olarak yorumlansa da Joker, bana göre senenin en iyi filmi…[/highlight]
Batman (Bruce Wayne), popüler kültürün her devrine uyum sağlayabilen bir karakter. Gotham şehriyse seneler içerisinde sadece Batman ile sınırlı kalmayarak DC’nin birçok simge karakterinin hayat bulmasını sağlayan geniş bir evrene dönüştü. Bu evren içerisinde Batman’in en meşhur düşmanı Joker’in ( Arthur Fleck) katkıları da görmezden gelinemeyecek seviyelerde oldu…
1940 yılında yayımlanan ilk çizgi roman fasikülünden günümüze dek geçen süreçte Batman’in imajı ve kişilik değişikliklerine çizgi roman, televizyon ve sinema gibi farklı kulvarlardan anlatılan hikâyelerle tanıklık ettik. Ancak bu dünyaya sadece altı ay sonra giriş yapıp en az Batman kadar özgün bir albenisi olan Joker de evrenin takipçileri açısından iflah olmaz bir popüler kültür kötü adamına dönüşmüştü. Sinema perdesinde önemli yönetmenlerin yorumları ve Oscar ödüllü aktörlerin performanslarıyla hayat bulan bu antikahraman, buna rağmen şimdiye dek net bir geçmişle izleyici karşısına çıkartılmamıştı.
Tood Phillip, şaşırtıcı bir Joker portresi çiziyor
Bu sebepten Joker hakkında bir orijin öyküsü çekilmesi fikri, uzun zamandır beni heyecanlandıran gelişmelerden biri oldu. Keza şu zamana dek Batman’i tamamlayan bir karakter olan Arthur Fleck’in geçmişi anlatılan öykülerdeki çeşitli varsayımlarla beslenmekten öteye geçememişti. Karakterin kim olduğu veya hangi sebeplerden dolayı dönüşüm geçirdiğini net olarak izleyiciye aktaramayan yaratıcılar, buna rağmen mevcut açıktan doğan geniş bir hayran kitlesi elde etmeyi başardılar. Daha önce gişe odaklı komedi filmlerinin reji koltuğunda oturan yönetmen Todd Phillips ise bu ikonik karakteri oldukça kasvetli bir Gotham atmosferine yerleştirip izleyicisini de 70 ve 80’lerin Hollywood Sineması’nın içerisine bırakıyor ve ortaya şaşırtıcı bir Joker portresi çıkıyor…
Arthur Fleck, kendi kişiliğini arayan ve istemeden de olsa Gotham şehrinde sembole dönüşen bir adam. Yönetmen Phillips, Joker’in birçok farklı geçmişinden kesik kesik beslense de daha gerçekçi biyografi oluşturma konusunda karakteri bu dönüşümün içerisine sürükleyen rahatsız edici olaylarla harmanlıyor. 70’ler ile 80’ler arasında geçtiği izleniminde olan hikâyede günümüzün şiddete meyilli toplumsal yozlaşmalarına da göndermelerle dolu bir yaklaşım sözkonusu. Üstelik çoğunluğu Martin Scorsese’nin Taxi Driver ve The King of Comedy yapımları başta olmak üzere birçok Hollywood klasiğinden aldığı referansların hâkimiyetinde olan film, mevcut dönüşümü ve karanlık atmosferinden de taviz vermeyerek artı puanları hanesine yazdırıyor.
Joaquin Phoneix’in dillere destan oyunculuğu…
Tabii burada bir devam filminin gelmeyecek olması ve mevcut filmin DC’deki diğer süper kahraman evrenleriyle birleşme ihtimalinin bulunmaması da filmin yoğunluğunu sabitliyor. Zira hem Marvel hem de DC sinematik evrenleri, peşi sıra gelecek yapımları desteklemek adına çoğu filminin ikinci yarısını bilinçli bir durağanlığa taşımakta. Joker ise sadece tek bir sona odaklanan bir film olmanın getirdiği özgüven doğrultusunda adımlarını serbestçe atabiliyor ve Joaquin Phoneix’in dillere destan oyunculuğu, atmış olduğu her kahkahayla yaydığı endişe hissi, bu filmi senenin en başarılı işlerinden biri yapıyor.
Filmde karakterin derinleşmeye başladığı ve adım adım ulaştığı dönüşüm esnasında gözlerimiz elbette ki Alan Moore imzalı Batman çizgi romanı The Killing Joke‘u arıyor. Şu zamana dek Joker’le alakalı en derli toplu geçmişi oluşturan bu eser, Batman evreninde geçse de daha çok Arthur Fleck’in travmalarına yoğunlaşmaktaydı. Ancak çizgi romanda Joker’in dile getirdiği “Hayattaki en aklı başında adamı deliliğe indirgemek için sadece tek bir kötü gün yeterli” cümlesine yapılan atıf dışında The Killing Joke‘a dair herhangi bir referansa rastlanmıyor. Nitekim Phillips ile Phoneix’in yarattığı Joker öyküsünde Arthur Fleck, zaten ruhsal rahatsızlıklarıyla mücadele etmeye çalışan ve kendisine verilen terapi hakkı da devlet tarafından elinden alınan bir karakter. Bu da filmin geneline yaydığı “bu bizim Joker öykümüz” anlayışını ön planda tutuyor ve hayata tutunmaya çalışan sıradan bir insanın kaçmaya çalıştıkça kaos ve kanın içerisine sürüklenişi gözler önüne seriliyor.
Şu zamana dek sinemada karşımıza genellikle aynı anlatımlarla çıkan Wayne ailesi portresinde oynamalar yapma gibi gereksiz bir derdi var filmin. Belki de bu yönünden dolayı sıkıntılar yaşatıyor. Her ne kadar mevcut çaba çok fazla olmasa da senaryodaki belli başlı yavanlıkların üzerinin örtülmesi adına Wayne ailesine yüklenilmesi, küçük bir algı oyunuymuş gibi geldi gözüme. Wayne ailesi, bozuk düzeni destekleyen ve alt sınıfı görmezden gelen bir düzenin destekçisi konumunda. Bu konum, raydan çıkmak üzere olan toplumun son demlere yaklaştığının habercisi niteliğinde. Buradaki tercih yanlış olsa da genele yayılan bitmiş bir Gotham betimi de Joker’in adımlarıyla daha da belirginleşmeye başlıyor.
Bana göre senenin en iyi filmi
Gotham, radyolarda sürekli farelerin baskınına uğradığı belirtilen, belediyelerin boykotundan dolayı sokakları çöplerle dolup taşan ve alt sınıfla üst sınıf arasında keskin bir çizginin üzerinde yok olmak üzere bir şehir tasvirinde. Karanlığa sürüklenen bu atmosferde kendi benliğinden uzaklaşmaya başlayan Arthur Fleck’in en derin boşluğuysa çocukluğundan bu yana bir türlü dolduramadığı baba sevgisi. Filmin ilk sahnesinden itibaren Arthur’un bu sevgi boşluğundan dolayı oluşan ağırlığı omuzlarında taşıdığını ve zaman zaman dillendirdiğini görüyoruz. Merhameti görmezden gelmemeye çalışsa da çevresindekilerin kötülükleri ve özellikle de sınıfsal uçurumlar, sıradan bir insanın bile kaşla göz arası raydan çıkabilme potansiyeli olabileceğini vurgularken Arthur gibi sıkıntılarla dolu bir karakterin dönüşmeme olasılığı da aza indirgenmiş oluyor…
Burada şiddeti meşrulaştırma gibi bir amacım kesinlikle yok. Lakin toplumlarını eşitsizliklerle besleyen yönetimlere mahkûm kalmış bir dünyanın içerisindeyiz. Günümüzde dünyanın her yerinde şiddet, kaos ve sapkınlıklar yaşanıyor. Filmin gidişatında da bu kaoslardan oluşan uçurum hâkimiyet göstermeye başlıyor. Yine de Arthur’un Joker’e dönüşümünde işlediği cinayetlerin asla kabul görülebilir bir yanı yok tabii. Aksine film sadece karakterler değil, genel atmosfer ve rol dağılımı üzerinden şekillendirdiği dönüşümle var olan düzenden rahatsız olmamız için elinden geleni yapıyor. Yakın plan sekanslar, mevcut buhranı yansıtan şehir betimleri ve bir kez daha üzerine basarak övgüler yağdırmak istediğim Phoneix’in muazzam Joker’i, filmi bir çizgi roman uyarlamasından ziyade soyut bir kalp çarpıntısı olarak yorumlamama sebep oldu. Birkaç küçük müzik destekli sahnesi dışında izleyicisine nefes alma fırsatını tanımayan evreni, bundan sonra çekilecek birçok çizgi roman uyarlamasının istemese bile Joker filminden referans almak zorunda kalacağı bir olgunluğa sahip. Kimilerine göre gizli bir şiddet güzellemesi olarak yorumlansa da, bana göre senenin en iyi filmi…