‘Black Adam’: Modası Geçen Türde Bir DC Sinematik Evreni Denemesi ve Değişen Antikahraman Anlatıları
Küresel medya devleri Discovery ile Warner Media’nın tek çatı altında birleşmesinden ve yola “Warner Bros. Discovery” ismiyle devam etme kararından sonra DC Sinematik Evreni’nin (DCEU) geleceği merak konusuydu. Discovery Başkanı ve CEO’su David Zaslav da şirketin başına geçtikten sonra ilk iş olarak “Batgirl” gibi merakla beklenen birçok yapımı iptal etmişti. Bunun en önemli sebebi de AT&T’nin devasa borcu ve finansal problemlerdi. Birleşme sonrasında da işler istendiği gibi gitmemişti, mali kayıplar devam etmişti. Bu doğrultuda DCEU’ya dair politikalar da değişti ve on yıllık yeniden yapılanma dönemine girildi. Bu politikalara bağlı olarak uzun süredir üzerinde çalışılan Black Adam filminin çıkış tarihi de ertelendi.
Aslına bakılırsa Black Adam karakterinin ilk olarak 2019’daki Shazam filminde görünmesi düşünülüyordu. Fakat filmin yapımcılarından olan ve karakteri canlandıran Dwayne Johnson (The Rock), Shazam’ın komedi tonundan ötürü Black Adam’ın ilk görünümünün bu şekilde olmasını istemiyordu. Johnson, DC evrenindeki en güçlü ve en aykırı karakterlerden olan Black Adam’ın solo filmle görücüye çıkmasını talep etti. 2008 yılından beri hayalini kurduğu bu antikahraman rolünün, orijin hikâyesiyle DCEU’nun geleceğini değiştirebileceğini ve “Justice League”e katılabileceğini düşünüyordu.
Tabii bu noktada DCEU’nun, rakibi Marvel Sinematik Evreni’nin (MCU) hayli gerisinde olduğunu da belirtmek gerekiyor. Özellikle genişletilmiş evren ve transmedya konusunda Marvel yapımları DCEU’ya ağır basıyor. Bu nesnellikten ötürü de DC, Guardians of the Galaxy serisinin yönetmeni James Gunn’ı transfer etmiş ve The Suicide Squad’ı ona emanet etmişti. Açıkçası bu yenilikçi ve cesur karar işe yaramıştı. Gunn; The Suicide Squad ile DC’nin “Deadpool”unu yaratmıştı. Aslında bu hamle tam da DC’nin modası geçen ve sıkıcı hale gelen evreninin ihtiyaç duyduğu atılımdı.
Ezber Bozan Süper Kahraman Hikâyeleri: Deadpool ve The Boys’un Açtığı Yeni Kapılar
Gunn’dan ve DC’ye kattıklarından devam etmek gerekirse Gunn’ın The Suicide Squad sonrasında yarattığı Peacemaker spin-off’u da DC evrenine yeni bir açılım getirdi. Son dönemde öne çıkan Deadpool ve The Boys gibi yapımlar oyunun kurallarını değiştiren işler olarak karşımızda duruyor.
Özellikle The Boys serisi, süper kahraman mitlerine yaptığı yapısöküm ve zamanın ruhunu yakalayan sarkastik tavrıyla trend yarattı. Süper kahramanları birer ürün halinde sunan seri, şirketokrasi ve sosyal medya çağının harika bir alegorisi olarak karşımıza dikildi. Her şeyin pazarlama stratejilerine, reytinglere ve etkileşim çılgınlığına dayalı olduğu bu cesur yeni dünyada The Boys, Amerikan popüler kültürüne sapladığı bıçak darbeleri ve alt metnindeki gücüyle parladı.
Gunn’ın Peacemaker’ı da The Boys’un açtığı yeni kapıdan girdi ve TV’deki en rock ‘n’ roll serilerden birisi olarak dikkat çekti. DCEU’nun yıllardır kendini tekrar eden “Zack Snyder” kodları ve formülleri yıkılmıştı. Deadpool’un beyazperdeye taşıdığı alaycı, serseri “vigilante” tipi, tüm kural tanımazlığı ve sertliğiyle Peacemaker’da da kendisini gösteriyordu. Günümüzdeki antikahraman anlatıları da bu şekilde yoğrulmaya gereksinim duyuyordu. O yüzden Gunn, DC’ye gitmesi gereken yolu da itinayla göstermişti.
Elbette DC evrenindeki karakterlerin Marvel evrenine göre daha karanlık ve karizmatik olduğunun altını çizmek gerekiyor. Örneğin Christopher Nolan’ın Batman serisinde o “The Dark Knight” (Karanlık Şövalye) atmosferini dibine kadar solumuştuk. Keza Matt Reeves’in The Batman filminde de benzer bir neo-noir , üslubu vardı. Gotham’ın gotik prensinin yüreğini açan film, Frank Miller’ın Year One’ından, Jeph Loeb’ın The Long Halloween’inden ve Detective Comics serisinden izler taşıyordu. Film; David Fincher planları ve Robert Pattinson’ın üzerine giydirilen hırpani Kurt Cobain hissiyle de destansı bir suç draması sunuyordu. Fakat Batman kültünü ve beyazperdedeki yansımalarını bir tarafa bırakmak gerekiyor. DCEU’nun beyazperdede patinaj çeken evrenini kurtarmak için zamanın ruhunu yakalayan farklı anlatılar inşa etmesi gerekiyor.
Derinlikten Uzak Bir Kurtarıcı ve Zack Snyder’ı Hatırlatan Bir DCEU Filmi
Aslında Black Adam (Teth Adam) geçmişi oldukça eskiye dayanan bir çizgi roman karakteri. Fawcett Comics’te Otto Binder ve C.C. Beck tarafından yaratılan karakterin ilk görünümü 1945’te yayımlanan “The Marvel Family” çizgi romanında gerçekleşti. Superman’e benzerliği yüzünden DC’nin dava açtığı karakter, 1973 yılında da DC çizgi roman evrenine geçti.
Başlarda “supervillain” (süper kötü) olarak tasvir edilen Black Adam, zamanla bir antikahramana dönüştü. Tıpkı Shazam gibi güçlerini antik Mısır tanrılarından alan Black Adam, farklı bir gezegenden gelen Superman’e kafa tutabilecek kadar da kudretlidir. DC’nin “The New 52” serisiyle evrenini yenilemesi neticesinde Black Adam’ın orijin hikâyesi de değişikliğe uğradı.
Film de Teth Adam’ın antik Kahndaq’taki hikâyesini anlatarak başlıyor. Özgür Kahndaq’ın köleleştirilme sürecini aktaran film, daha girişinden politik bir alt metin sunuyor ve kahramanlığa dair bir çerçeve belirliyor.
Günümüze geldiğimizde ise Kahndaq’ın sahip olduğu “Eternium” madeninden ötürü sömürülmeye devam ettiğini görüyoruz. “Intergang” adındaki sömürgeci bir şirket Kahndaq’ı ele geçirmiş görünüyor ve bölgede kontrollü bir hayat sürülüyor.
Black Adam; mitolojik kurtarıcı hikâyesini Ortadoğulu halkların günümüzdeki temsilleri üzerinden ve Batı’nın sömürgecilik tarihine uygun şekilde kuruyor. Fakat filmin en büyük paradokslarından biri de burada yaşanıyor. Film ilerledikçe bu eleştirel politik tema giderek Batılı bir söyleme ve görünüme sıkışıyor, yüzeysel bir hal alıyor. Maalesef bu noktada filmin kahramanlığa özgü tipik senaryo zafiyetleri ve tekrarlanan olay örgüleri dikkat çekiyor.
Ayrıca Black Adam karakterinin de iyi kurulduğunu söylemek zor. Çizgi romanlarda hayli acımasız, pervasız ve başına buyruk bir karakter olan Black Adam, film ilerledikçe tahmin edilebilir ve sıradan bir hal alıyor. Kahramanlığa dair çizilen çerçeve, Black Adam’ın antikahraman özüyle uyumsuzluk gösteriyor. Bunun yanı sıra filmdeki esas kötünün de iki boyutlu olması bir başka büyük sorun olarak karşımızda duruyor.
Öte yandan filmin “Justice League”’in atası olan “Justice Society of America”yı görücüye çıkarması da DC’nin geleceğe dair planlarını belli ediyor. Bu doğrultuda Pierce Brosnan’ın canlandırdığı gizemli ve karizmatik Dr. Fate karakterini izlemek hayli ilgi çekici. Aldis Hodge’un canlandırdığı Hawkman’in ise önümüzdeki süreçte DCEU açısından parlatılacak karakterlerden birisi olduğu belli. Bunlara ilaveten DCEU’nun sürekli şekilde Zack Snyder’i hatırlatan sinematografisini ve “slow motion” anlarını da yenilemesi gerekiyor. Filmde CGI’lar açısından başarılı sahneler olsa da bu görselliğin artık sıkıcı hale geldiğini kabul etmek gerekiyor.
Sonuç olarak Black Adam’ın DCEU’nun geleceğini kurtarması pek mümkün görünmüyor. Filmin post credit’inde gördüğümüz Henry Cavill ise yeni Superman filmlerinin yolda olduğunu haber veriyor.
Bu yazı, Episode’un 47. sayısında yayımlanmıştır.