Camdaki Kız: Travma dolu bir hayat daha kaldıracak yeri olanlar için
Gülseren Budayıcıoğlu kitaplarından uyarlama dizilerle ilişkimi İstanbullu Gelin ile zirvede bıraktığımı söylersem yanlış olmaz. İstanbullu Gelin de zaten efsane senaryosu ve “Aaa! kitap böyle değilmiş,” diye bolca konuştuğumuz, tam büyük karanlıklara dönecekken umutlu bir yolu seçen, bizi dayanışmaya, iyi insanlara ve “dünyayı güzelliğin kurtaracağına” inandıran bir yerde bitti. İyi ki öyle oldu zira sonrası toz duman, kasvet depresyon.
Doğduğun Ev Kaderindir, Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı derken önümüz arkamız Gülseren Hanım’ın kitaplarından uyarlanan dizilerle doldu. Bu dizilerin hepsi de çok sevildi, hem sosyal medyada hem reytinglerde aldı yürüdü. Katiyen havalı olmaya çalışan bir yerden söylemiyorum zira yerli dizilerin hastasıyım ama bu dizilerin hiçbirini izlemedim. Sadece Kırmızı Oda’ya bakıyordum başta ama onu da çabuk bıraktım. Birincisi, ne olursa olsun dizi izlemek için iki buçuk saat bana hâlâ çok fazla geliyor, buna alışamadım. İkincisi, hikâyelerden birinin (Meliha’nın kızı Melek vardı, hatırlarsınız) anlatım dili çok cinsiyetçi geldi, bu yüzden hikâyeden tamamen koptum ve sonrasında da tekrar diziye kapılamadım. Ben izlemiyorum diye bir eksiklik yaşanmadı tabii, şu satırları yazdığım sırada dizi, reytingleri sallamaya devam ediyor. Aynı şekilde Masumlar Apartmanı da ne kadar merak etsem de iki buçuk saat süresiyle cesaret edemediğim, sonra da şu COVID’in ortasında bir parça daha bunalıma kendi ellerimle girmek istemediğim için izlemediğim bir dizi oldu.
Gelin görün ki Camdaki Kız hem fragmanının güzelliği, hem Burcu Biricik’in o prenses halinin karşı konulmazlığı derken “haydi bakalım hayırlısı” diye bir cesaret giriş yaptığım bir dizi oldu. Daha yarım saat sonra da “Nereden bulaştım?” sorusu ile başbaşa kaldım zira elem, keder, karanlık aileler, evlerde kapalı odalar, gramla peynir veren babalar, bir tarafta 30 yaşında oğlunun tırnaklarını kesen öteki evde kızının korsesini çift iple sıkıp ucunu yakan anneler, banyoda kaynatılarak yıkanan beyaz donlar, şeffaf plastik kıyafet giyip birilerini yıkayan koca koca insanlar, çöp karıştıran uşaklar ben daha kanalı değiştirene kadar doldurmuştu salonu.
Oyunculuk, kostüm, senaryo, sahnelerden bahsetmek istiyorum ama dizide sürekli o kadar korkunç şeyler oluyor ki bunlarla ilgili bir türlü düşünemedim açıkçası. Nalan’ın korsesine atılan her düğümde nefesim kesildi, Nalan her su içemediğinde dilim damağıma yapıştı ve bunları “diziye çok kaptırdım” anlamında bir yerden olumlu eleştiri olarak yapmıyorum. Dizi izlenmesi gerçekten imkânsız bir hal aldı benim için bir noktadan sonra. Zaten iki buçuk saat süresi var, dışarda COVID, kafada elli tane şey, bir şekilde akşamı bulmuş, evimize gelmişiz, onda da şahsen bu diziyi izleyemem, açar Survivor izlerim bari Steven vurdu, İsmail attı filan derken vakit geçer. Konuya daha ziyade buradan bir yerden bakıyorum. Belki her şeyin normal olduğu 2021 geçirseydik daha sakin olabilirdim ama şu karantina günleri için en uygun dizinin Camdaki Kız olduğuna emin değilim.
Üstelik madem 2021 yılında yerli ekranın geldiği nokta birtakım travma dolu hayat hikâyeleri olacaktı, biz yıllar önce Üvey Baba Lamia’yı niye izlemedik? Şemsi İnkaya’nın suçu neydi? O da olsa olsa Rafet Koroğlu kadar kötü olabilirdi. Silahlı mafyalı şiddetten kaçarken, birtakım adamların sürekli ahkam kestiği dizilerden nefret etmişken şimdi de insanın ruhuna ruhuna tokat atıp duran dizilere mi yakalandık? Artık hep bunları mı izleyeceğiz? Çok sıradan hayatları artık ekranda hiç göremeyecek miyiz? 2021 yılında ferahlamak için aklımıza gelen en iyi fikir açıp bir bölüm Ferhunde Hanımlar mı izlemek olacak? “Ama bunlar gerçek hayat hikâyeleri, gözümüzü kapayamayız,” diyenler olacaktır fakat bir de hikâyenin anlatıldığı yer diye bir şey var. İzleyene en ufak bir faydası olmayan, hiç umut vermeyen, tam tersi başka travmaları tetikleyen bir yerden görüyorum maalesef bu izlediklerimizi. Bu şekilde anlatmaya devam edilirse benim için izlemek mümkün olmayacak, yok Nalan’ın iyileşmesini izlemeye başlayacağımıza dair bir umut verilir, o zaman neden olmasın?
Burcu Biricik bu şartlarda bile Nalan’ı izlettiriyor ve ona acımadan daha fazlasını hissetmemize sebep olacak kadar sahip çıkmış karaktere, dizideki belki en olumlu şey bu. Nur Sürer’in Feride’si içimizde katıksız bir öfkeden başka bir şey uyandırmıyor maalesef, Adil de aynı şekilde çaresiz bir baba olmaktan öte gidemiyor. Koroğlu ebeveynleri Rafet ve Gülcihan berbat insanlar oluşlarında ne kadar gerçekçilerse Sedat bir o kadar tutuk. Feyyaz Şerifoğlu’nun karakteri bilerek bu tutuklukta götürdüğünü düşünmek istiyorum zira Sedat’ın da Nalan’dan geri kalmayacak travmalarla dolu bir hayatı var, normal reaksiyonlarla dolu biri olmamasını çok da yadırgamadım.
Camdaki Kız’a bir bölüm daha bakmak niyetindeyim ancak durduğu karanlığı biraz da olsa aydınlatmaya niyeti yoksa devam edebileceğim bir dizi olmayacak maalesef. “Gerçek hayat hikâyesi” deyip ne var ne yok izleyicinin önüne yığmanın dünyanın en şahane fikri olduğunu düşünmüyorum, en azından izlediğim dizilerde bir miktar umut ve bir de o anlatılanların “normal olmadığı” ile ilgili ufak bir hemfikir olma hali arıyorum. Eğer bunu yapmazsam kadına şiddet güzellediği için izlemeyi bıraktığım dizileri nasıl açıklayacağım mesela? Onlarda da, “Biz kadına şiddete dikkat çekiyoruz,” diyorlardı ve buna ikna olmamıştık. Sonra o zaman dakika başı yirmi kişinin vurulduğu dizileri de izleyebilirim zira onlar da başka birtakım yaralara “parmak basıyor” değil mi? Onlara niye tepki gösterdik madem?
Diziye bol reytingler ve yayın hayatında başarılar diliyorum. Başta Nalan olmak üzere umarım karakterlerin hayatlarını biraz da olsa toparladıkları, en azından buna dair umutları olduğu günler izleriz. İyi seyirler dilerim.