Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
RÖPORTAJ: ‘Stiletto’ – Can Merdan Doğan
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Stiletto kısa filminin yönetmeni Can Merdan Doğan’la Episode okurları için bir söyleşi gerçekleştirdik. Doğan’ın yönetmenlik serüvenine ve LGBTİ+ haklarına ilişkin konuştuk.
Merhaba, öncelikle sizi tanıyalım. Tiyatrodan sinemaya geçmişsiniz. Bu süreç nasıl oldu?
Can Merdan Doğan: Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro bölümünde Dramatik Yazarlık Anasanat dalında lisans eğitimi aldım. Senaryo ve oyun yazarlığı üzerine bir eğitimdi bu. Bu süreçte sinemaya ilgimin daha yüksek olduğunu fark ettim. On bir-on iki yaşlarından itibaren Avrupa sinemasını yakından izlemeye başlamıştım. Çok etkiliyordu beni izlediğim filmler ve yönetmenleri. Çok küçük yaşlarımda kafamda yaratmaya dair bir şeyler vardı, ne olduğunu bilmiyordum ama sanatla ilgili bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum. Açıkçası çok bilinçli bir şekilde girmedim tiyatro bölümüne. Yazarlık beni heyecanlandırmıştı. Ne istediğimi daha iyi fark ettiğim an da sinema master’ı yapmak için Kadir Has Üniversitesi Sinema ve TV programına başladım, sonra da Aysim Türkmen ile “Çekmeköy Underground”un senaryosunda birlikte çalıştık. Ve nihai hedefim olan ‘bir filmi, bir hikâyeyi başka nasıl anlatabilirim’in yollarını ararken Stiletto geldi.
İlk yönetmenlik deneyiminiz Stiletto, birçok festivalde yarıştı. Ödüller aldı. Bekliyor muydunuz bunu?
Can Merdan Doğan: Senaryoyu yolladığınızda, insanların okuduktan sonra size bir geri dönüş vermesi, fikirlerle geri dönmesi zaten bir beklenti oluşturuyor sizde ister istemez. Şunu dedim kendi kendime; “ İnsanlar bunu beğendi ve etkilendi. O zaman benim buna daha çok özen göstermem ve iyi bir film yapmam lazım.” Bu aynı zamanda bir baskı da oluşturuyor tabii. Ama çok iyi bir yapım süreci gerçekleştirdik, elimizden geleni yaptık. Filmin iyi olanaklarla çekilmiş olması filmi çok güçlendiren bir şey. İyi oyuncularla çalışmak, iyi bir ekip kurmak, a’dan z’ye doğru isimleri bir araya getirmek zaten o beklentiyi yükseltiyor. Dolayısıyla siz de bir film çekerken iyi festivallerde açmak istiyorsunuz. Bunun farkında oluyorsunuz. Bu sorunun cevabı benim için hem evet, hem hayır. Yani bir beklentim vardı ama bunun ne olacağı çok da önemli değildi. Ama tabii ki öncelikle, seyirciye ulaşması önemliydi; duyulması, sevilmesi mutluluğumu katladı.
Buradan yola çıkarak seyirciye ulaşması daha mı önemli yoksa ödül almak da o kadar önemli mi?
Can Merdan Doğan: Her ikisi de… Özellikle ilk filmini çeken bağımsız yönetmenler için festivallerin iki ayağı oluyor; hem filmin seyirciyle buluşmasına yardımcı oluyorlar hem de ödül olsun, olmasın yüzlerce film arasından programlarına seçildiğin için fark edildiğini hissettiriyorlar. Bu iş görülüyor, yaptığım şey fark ediliyor duygusu yaşatıyorlar. O anlamda bence önemli. Ama işin yarışma kısmı tatsız olabiliyor bazen, yorucu da olabiliyor o duygu durumu. Benim için temel olarak seyirciyle buluşması daha heyecan verici. O başka bir heyecan, ödül aldığınızda sahnede yaptığınız konuşma heyecan gibi değil. Gösterimlerin ardından soru-cevaplarda hiç tanımadığınız insanlardan sizin ürettiğiniz bir filme, hayalinize, belki de rüyanıza dair bir şeyler duyuyorsunuz ve her söylenen bir sonraki yapacağınız şeyi de etkiliyor. Zamanla sizi büyütüyor, yetiştiriyor. Ayvalık bu anlamda çok önemli. Çünkü ödül olmaması başka bir rahatlık, başka bir keyif ve samimiyet sağlıyor bence.
İlk yönetmenlik deneyiminizde yetenekli oyuncularla çalıştınız. Oyuncu yönetimi nasıl oldu? Çok fazla yönlendirme yaptınız mı yoksa onlar size beklediğinizden fazlasını mı verdi?
Can Merdan Doğan: İkisinin de karşısına iyi bir ön hazırlıkla çıktım. Storyboard’larla anlattım tek tek planları ve sahneleri. Bu durum onların da hoşuna gitti. Bu işi ciddiye aldığımı ve bu filme ne kadar özendiğimi görmeleri onlara güven verdi. İlk film deneyimim olduğu için tabii ki çekinceleri ister istemez vardı. Çünkü ilk kez sete giren insanlar değiller, karşımızda yıllardır oyunculuk yapan iki profesyonel insan var. Ama hikâyeyi sevdiler ve inandılar. Ben rahattım aslında, kendime de şaşırdım o anlamda. Yani daha kontrolcü bir yönetim anlayışı bekliyordum kendimden. Ama daha rahat olduğum ve aynı zamanda da az ama net oyunlar vererek aslında sınırlarımı ve sınırlarını belirlediğim bir oyunculuk yönetimi anlayışı gerçekleştirdim. Yani, oyuncu işin matematiğini anladıktan sonra yönetmen de rahatlamalı ve o alanı verebilmeli onlara, güvenmeli. Yoksa sağlıksız bir şeye dönüşüyor çekim süreci, ortaya çıkan şey de bence…. Sürekli bunu tarif etme hali bence sıkıcılaşıyor.
Dikkatimi çekti, storyboard’la anlattım dediniz. Türkiye’de yönetmenlerin storyboard’larla planları anlatması çok yaygın bir şey değil…
Can merdan Doğan: Benim korkularımla da ilgili olabilir bu. Bu işi kafamda bitirmeden sete girmek bence korkunç bir şey. Sette bir şeylerin kararını almak ve bunu ekip önünde yapmak… Aslında sahneye çıkıyorsunuz ve herkes sizin ağzınızdan çıkacak bir şeylere bakıyor. Dolayısıyla bence o bir saygı göstergesi o anlamda. Bir yönetmenin bence sete girdiğinde kafasında soru işareti kalmaması gerekiyor. Aynen uygulanır, uygulanmaz ya da sette sorunlar çıkabilir, bu ayrı bir şey. Elbette ki bir şeyler denenebilir. Ama bu deneme bile ne istediğini bildiğin, emin olduğun noktalarda olmalı. Büyük soruları çözmüş olman lazım matematiksel anlamda.
Festival sırasında Saraçhane’de ‘Büyük Aile Buluşması’ adlı bir lgbti karşıtı yürüyüş düzenlendi. Neler düşünüyorsunuz bu konuda? Türkiye’den bir bakışla…
Can Merdan Doğan: Yoo, Almanya’dan da bakabiliriz buna. Her yerde aynı muhafazakârlık var bence, farklı boyutlarda da olsa. Bu kadar yakın, şiddete dönük değil belki ama bence orada da var. Almanya’da da Neo-Naziler sokaklarda eşcinsel karşıtı, sol, göçmen karşıtı yürüyüşler düzenliyor ve medyada destek görüyorlar da. Onları temsil eden, AFD diye bir parti mecliste bugün. Az bir oy oranına da sahip değiller. Bizdeki MHP gibi oy alıyorlar. Almanya bu meseleyi halletti diye düşünüyoruz bazen. Sonuçta faşizm her yerde, her şekilde, farklı biçimlerde öteki kimliklere karşı hortlayabilen bir durum. Dolayısıyla acı bir durum. Keşke kendileriyle bu anlamda kalabilme özgürlüğüne sahip olsalar. İnsan kendisiyle ilişki kurdukça ne kadar çeşitli olduğunu ve değişebilir olduğunu da fark ediyor ya. O kadar sabit bir dünyada yaşadıklarını düşünen insanlar var ki. B’yi duyduğunda o B’nin var olabileceğine inanmayan bir sürü insan var çünkü; hayatı A’ya inanmakla geçmiş ya da onun doğru olduğunu savunmakla… Korkunç bir şey tabii ki bu yürüyüş. Çünkü LGBTİ+bir hak mücadelesi. Bir insan hakkı, yaşam mücadelesi. Bunun karşısında durmak insanlığın karşısında durmakla aynı şey. “Neye karşısın tam olarak?” diye sormak istiyorum. İnsanların var oluşuna mı yani, binlerce yıldır gelen? Tez de çok komik; batıdan gelen bir hastalık gibi bakılıyor. Saçma sapan bir süreç ama bunu körükleyen bir sürü element ve durum var. Umarım bir an önce değişir ve geçer bu süreç.