Alican Yücesoy’la Oyunculuk, Hayat ve Aşk Üstüne…
İçeri girdiğimde, çay ve kül kokusu karışımıyla aşırı derecede düzgün Türkçe konuşan bir grup insanın, tok sesleriyle yaptıkları bir tartışmanın ortasına düştüm. Alican Yücesoy, ummadığım bir babacanlıkla beklememi rica etti. Tartışma sandığım şeyin yüksek sesle konuşma olduğunu ve herkesin birbirini koruduğunu fark etmem de, bekleyişim de uzun sürmedi. Ve yine beklemediğim kadar şeffaf olan röportajımız başladı. (Heja Bozyel)
Ben sıranın neresindeysem orada kalmayı tercih edenlerdenim
Yunus Emre Kültür Merkezi binası eskiden baruthaneymiş. Böyle bir yapıda çalışmak, yaşamak nasıl bir duygu?
Çok güzel ama binayı değerlendirmeye yeni başladık. Önceden çok kalabalıktı, çok fazlalık vardı. Şimdi duvarları görüyoruz, dokuyu ortaya çıkartıyoruz. Tarihi hali daha da görünsün istiyoruz. Tarihi yerlerin ruhu oluyor.
Şu anda sinema filmi, oyun ve dizi olmak üzere üç farklı karakteri canlandırıyorsunuz. Bir de kendiniz. Karşımda dört kişi mi var yani?
Filmi çektik, bitti. Dizinin de kendince bir süreci oluyor benim için. Bir temel oluşuyor, sonra metin o temelin üstüne oturuyor. Ondan sonra bir karakter oluşuyor, onunla kavgan, dövüşün bitiyor. Sadece oynadığın sürece keşfetmeye devam ediyorsun. Ben pek öyle o rolden çıkıp bu role girerken dengesini bozanlardan değilim.
İzleyicilerin sizi daha çok televizyondan tanımasına üzülüyor musunuz?
Yo, oradan da tanıyan var, buradan da. Hiç düşünmedim bunu.
Genelde tiyatro oyuncuları, hayatlarını idame ettirebilmek için dizide oynadıklarını söylerler…
Ekonomik kaygılarla dizilerde oynamıyorum. İşim bu: Oyunculuk! Ben yapmazsam kim yapacak? Derdim para kazanmak olsa başka işler yapardım. Nasıl sinema filmi işimin bir parçasıysa, dizi de bir parçası. Hatta aksine, bu işi para kazanmak için yaptığını söyleyenlere çok uyuz oluyorum. Yapmayın mümkünse, yapmayalım o zaman. Para kazanmak için başka işler de var. Bu bana dürüst bir cevap gibi gelmiyor. Şu daha dürüst bir cevap: “Ben popüler olmak istiyorum, o yüzden dizi oyunculuğu yapıyorum.”
Hiç popüler olmak ya da popülerlikten kaçmak gibi bir kaygınız oldu mu?
Hayır, sanırım o açıdan düşünemiyorum. Ben bir iş yapıyorum ve işimin farkı popüler oluşu.
Ama sonuçta hayatınızı doğrudan etkileyen bir durum popülerlik.
Evet, ben donumu çıkartıp sokakta koşturamam.
Ne olmadan yaşayamazsınız peki?
Sağlık. En önemlisi kafa sağlığım.
Koruması da en zor şey galiba.
Öyle. Özellikle de bu ülkede yaşıyorsan.
Maalesef… Peki hiç oynamayacağınız bir rol var mıdır?
Yok.
Hiç mi? Mesela kadını döven adam rolünü oynar mıydınız?
Tabii ki. Kesinlikle. Bu tip şeylerin ekranda olmamasını savunuyoruz ya, aslında şunu yapıyoruz insanımıza: Tüm bunlar rol, hepsi kurmaca. Oysa hepsi gerçek. Köylerdeki eşeğe tecavüz hikâyelerini duymuşsundur. Bunu nasıl anlatırsın sinema filminde? Sinema bir dil oluşturur ve kendi yolunu bulur.
Ama sinema başka, televizyon başka…
Televizyon da hiç başka bir şey değil aslında. Biz bunu başkalaştırıyoruz ve başkalaştırdıkça sonuç şuraya varıyor: “Ben onu sadece para için yapıyorum.” Sanki televizyon saçma sapan bir para kazanma alanıymış gibi. TV bizim genelevimiz de, sinema kocamızın kucağı gibi bir şey oluyor böyle söyleyince.
Bir daha âşık olamayacağınızı düşündüğünüz zamanlar oldu mu hiç?
Tabii ki. Bence aşk bir ihtiyaç, o his seni bulur. Kişileri geçiyorum, his seni bulur.
Mutlu sonlara inanıyor musunuz?
İnsanın doğarken ağladığını düşünürsek… Hayır, inanmıyorum.
Heja Bozyel tarafından yapılan ve PulbiberDergi.com’da yer alan bu röportajın tamamını okumak için TIKLAYINIZ.