Ayça Üzüm: “Bahar’ın arkasındaki kadınlar da Bahar kadar ilham verici!”
Episode’un 55. sayısında konuğumuz Bahar dizisinin oyuncuları, yönetmeni, senaristi ve yapımcısı oldu. Dizinin senaristi Ayça Üzüm ile de Bahar dosyamız kapsamında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Ayça Üzüm ile diziyi ve şimdiden fenomen olan karakterlerini konuştuk. Bu röportajı şimdi sitemizde de yayımlıyoruz… İyi okumalar dileriz!
Ayça Üzüm Fotoğrafları: Burcu Yetiş
Ayça Üzüm: “Bir kadının bir kadına yapabileceği en büyük iyilik; onun ellerine çiçeklenebileceği yeni bir hikâye bırakmaktır…”
Bahar, izleyenler dahil herkese çok iyi geldi. Proje nasıl başladı sizin için? Bahar projesini yazmaya nasıl başladınız, ilk bölümün setine kadar süreç nasıl ilerledi?
Söylediğiniz gibi Bahar hepimize çok iyi geldi. Bunu sizden duymak da çok güzel! Benim için süreç; yol arkadaşım İlkay Doğan’ın MF Yapım’la görüşmesiyle başladı. İlkay, her zaman benim için en doğru hikâyeyi bulur, ona teşekkür borçluyum. Asena Hanım’la görüşmeye ilk gittiğimizdeyse bir yapımcı olarak hikâyeye bakışına ve şu an televizyonun genel geçer kabul ettiğimiz kodlarına hiç uymayan bir işi yapmaktaki vizyonuna, cesaretine ve inancına hayran kaldım ve hemen çalışmaya başladım. Biz kısa bir sürede ilk bölüm senaryosunu teslim et- tik ve hemen ilk yazımda ve sanıyorum bir hafta içinde satıldı! Çok kısa bir süre sonra da yine yazılan ilk haliyle Demet Evgar, Bahar’ı oynamayı kabul etti! Hepimizin inancı, neşesi, cesareti Demet Evgar’ın dahil olmasıyla daha da katlandı ve tüm hazırlıklar başladı.
Kendi adıma tüm hazırlık süreci boyunca en büyük cesareti Asena Hanım’dan aldığımı söylemek istiyorum. Çünkü bu kadar nahif, gerçek, hüzün ve neşenin bir arada olduğu bir hikâyeye güvenmek büyük riskti. Bu nedenle Bahar’a inanmak hem doğru bir sosyolojik okuma hem de tepeden tırnağa cesaret! Hikâyenin arkasındaki bir diğer isim de genel koordinatörümüz Şeyba Ünver, ona da teşekkür borçluyum. Hikâyeyi öyle büyük bir nezaketle sahipleniyor ki, kendimizi hiç yalnız hissetmiyoruz. Hem Asena Hanım’ın hem Şeyba Hanım’ın katkısı çok büyük ama hep büyük bir nezaketle, yaratıcılığımıza ket vurmadan bizi destekliyorlar.
Bir kadının bir kadına yapabileceği en büyük iyilik; onun ellerine çiçeklenebileceği yeni bir hikâye bırakmaktır… Ben de Bahar’la bunu hissediyorum yani Bahar’ın arkasındaki kadınlar da Bahar kadar ilham verici!
Bahar, Kore yapımı bir dizinin uyarlaması. Siz daha önce de Hayat Bugün dizisini yazdınız. O da hem uyarlama hem hastane dramasıydı. Bahar, orijinalinden çok daha eğlenceli ve mizahi yönü kuvvetli, renkli bir dünyada ilerliyor. Uyarlarken bir senarist olarak nelere dikkat ettiniz?
Söylediğiniz gibi Hayat Bugün de aşağı yukarı benzer kodlardaydı umutlu, nahif bir işti. Benim de çok uzun zamandır arzu ettiğim bir şeydi nahif bir hikâye anlatmak. Hayat Bugün’ü kurarken de aynı hislerdeydim, tüm ekip de inancıyla sarıldı ama seyircide karşılık bulmadı. Bahar’dan farklı olarak tam anlamıyla medikal dramaydı, kadın kahramana odaklı bir hikâye değildi, dolayısıyla dünyası bu kadar renkli değildi, aynı zamanda aile draması yoktu. Seyircide karşılık bulmasa da benim için çok kıymetli bir işti.
Orada yönetmenimiz Çiğdem Bozali’ydi. Birbirimizi tanımıyorduk ve iş bizi bir araya getirdi, şu an hayatta en sevdiğim insanlardan biri. Zor bir sektörde yalnızca iş için bir araya gelen iki kadın, işin yönetmeni ve senaristi olarak, hayal kırıklığı yaşamamıza rağmen birbirimizi bir an bile suçlamadan, el ele hüsrana uğramayı başardık. Bunu çok kıymetli buluyorum. Bir hayal kırıklığından kız kar- deşlik inşa ederek çıktık. Zaman zaman o kadar yıpratıcı oluyor ki yaptığımız iş, böyle dostlukları başarıdan daha kıymetli buluyorum, hayata olan inancım tazeleniyor.
Kişisel yolculuğumdaysa Bahar benzer kodlarda olduğu için başta kaygılandığımı itiraf etmek zorundayım. Seyircinin nahif ve gerçek bir hikâyeyi de seveceğine olan inancımı tazelemekte zorlansam da kısa sürede umudumu ve neşemi yanıma alarak Bahar’a başladım diyebiliriz.
Uyarlamalarda yerelleştirme çok önemli bir mesele. Karakterlerin, olayların, diyalogların, esprilerin “buralı” olması izlenirlik için şart. Bunlardan en çok mizahın yerelleştirilmesi zorlayıcı derler. Sizin için zorlayan kısımlar hangileri oldu?
Ben, Dokuz Eylül Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık mezunuyum… Dramaturji eğitimi aldım ve orada çok kıymetli hocalarımdan şunu öğrendim; dramatik bir metin yazmak için belli teknikleri bilmek zorundasın ama yazarlık içgüdüne sahip çıkman şart! Dolayısıyla uyarlama yaparken tutunduğum teknik kısımlardan azade kendime ilk şunu sorarım: Ben hikâyede neyi seviyorum? Bir sonraki bölümü neden izlemek istiyorum? Karakter bende hangi duyguya, hangi açmaza çarpıyor? Bunları bulduktan sonra rotam yalnızca bir seyirci olarak neyi sevdiğim oluyor… Tepeden tırnağa “buralı” olduğum için de işler kolaylaşıyor. Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı’da dediği gibi… Çocuksu, içgüdüsel yanını kaybetmeden teknikle beslenmek… Yani tekniğe boğulmadan ama mutlaka teoriden destek alarak yazarlık içgüdümü takip etmeye çalışıyorum.
İşin mizahi tarafına gelince, uzun süredir üzerine mesai yaptığım bir alan bu. Tiyatro okuduğum yıllardan beri yazdığım oyunlarda, öykülerde hep kara mizah üzerine çalıştım. Bu coğrafyanın kudretini hüzün ve neşenin hemhal olmasına bağlıyorum. Özetle yaşarken kendi neşeme, yazarken karakterlerin neşesine sahip çıkıyorum. Neşemi kolay kaybetmem, benim için hem bir savunma mekanizması hem de öfke yerine sarılmayı tercih ettiğim bir mücadele biçimi mizah. Bunu özellikle Bahar’ın mücadele biçimi olarak da özetliyorum. Öfke yerine neşeyle mücadele etmeyi seçiyor ve bence hepimize iyi gelen bu…
Bu arada tek başıma değilim. Birbirini besleyen şahane bir senaryo ekibi olduk. Ekip arkadaşlarıma da teşekkür borçluyum. Ekibimizden, çok yetenekli olduğuna inandığım Berk Kaya da Ankara Dil Tarih Dramatik Yazarlık mezunu; Bilgesöz Taş, Dokuz Eylül Karşılaştırmalı Edebiyat mezunu… Bir diğer senaristimiz ise partnerim Atasay Koç; hem çok tecrübeli hem şahane bir ortak, etkisi, katkısı inanılmaz. Dolayısıyla şanslıyım.
Ayça Üzüm: “Demet Evgar, bir lütuf!”
Senarist ve yönetmenin uyumlu çalıştığı dizilerden biri diye düşünüyoruz Bahar’ı. Sanki Neslihan Hanım da sette oyunculara doğaçlama için alan açıyor. Oyuncular da karakterlerini çok benimsemiş görünüyorlar. Yönetmenle ya da oyuncularla konuştuğunuz, onlardan gelen fikirleri eklediğiniz konular/anlar oluyor mu?
Bir hikâyeye inanan onlarca insan aslında aynı çatı altında buluşan bir “aile” gibi oluyor zamanla. Bu anlamda yönetmenimiz Neslihan Yeşilyurt’un da hikâyeye katkısı çok büyük, ona da teşekkür borçluyum. Hepimiz birbirimizi besliyoruz, kolektif biçimde üretmenin keyfini çıkarıyoruz. Birbirimize alanlar açıyor ama kendi oyun alanlarımıza da sahip çıkıyoruz. Tiyatro disiplininden geldiğim için de “teslim olma”yı severim. Dramatik metin bir süre sonra vedalaşmanız gereken metindir zaten. Ama kime ne kadar teslim olduğunuz önemlidir. Bu anlamda da şanslı bir ekibiz. Birbirimizi besleme biçimimizi, herkes birbirine koşulsuz teslim oluyor diye özetleyebiliriz…
Bir de tabii ki oyuncu kadromuz şahane… Mehmet Yılmaz Ak, çok zor bir karakteri, karakterin tüm zaaflarını ve renklerini anlayarak oynuyor. Buğra Gülsoy o kadar nahif ve gerçek bir karakter yarattı ki, hayranıyız. Ecem Özkaya yine çok zor bir karakter oynuyor ama empati kuruyor ve onu anlıyoruz, bu da çok kıymetli. Hatice Aslan ve Füsun Demirel hem açmazları hem de kaygıları olan iki farklı sınıftan iki anneyi müthiş oynuyorlar…
Hem oyunculuk hem de doğaçlamalara gelince… Demet Evgar’a ayrı bir başlık açmak gerektiğini düşünüyorum. Demet Evgar, bir lütuf! Herkesin diline pelesenk olan “Tümör” ya da “N’oldu cerram?” gibi doğaçlamaların yanı sıra Bahar’ı öyle büyük bir tutkuyla, özenle, şefkatle kucaklıyor ki, hiçbir anı kaçırmadan gerçek bir karakter yaratıyor. Bahar’a öyle bir ruh üfledi ki o rüzgâr hepimizi sarstı.
İlk bölüm ve ikinci bölüm reytingleri geldiğinde neler hissettiniz? Özellikle ikinci bölümdeki yükselişi bekliyor muydunuz?
İlk bölüm yayınlandıktan sonra, reyting beklentisinden çok -çoğunlukla- kadınlardan gelen onlarca mesaja odaklandım. Bizim de aylardır etkisine inandığımız Bahar’la müthiş bir öz- deşleşme yaşandı. Gözlerimizi dolduran onlarca hikâyeye tanık olduk… Reytinge katkısının olacağını elbette tahmin ettik ama bu kadarını beklemiyorduk. Ama dediğim gibi, benim için reytingden daha kıymetli olan, YouTube yorumlarında, mesajlarda kadınların birbirine sarılma ve kucaklaşma haliydi…
Tüm bu ilgi, reytingler, yorumlar size ne anlatıyor? Seyircinin tercihleri, beklentisi nedir? Bunun tüm yazma sürecine etkisi nedir?
Genellikle aldığımız mesajlarda seyircimizden aynı cümleyi duyuyoruz: “Artık kendimi yalnız hissetmiyorum.” Bunu çok kıymetli buluyorum. Birçok kadın Bahar’da kendini buluyor ve çıktığı yolda onu destekliyor. Kusurlarına, yoluna çıkan engellere rağmen Bahar’ın kendine inancını, neşesi kendinden menkul mücadelesini destekliyor, onunla el ele yürüyorlar. Yazarken sık sık kendimize hatırlattığımız da bu oluyor. Bahar’la yürüyen kadınlara “asla yalnız yürümeyeceksin” demeye çalışıyoruz.
Ayça Üzüm: “Pankartlarda yazdığım replikleri görmekse meslek hayatımın en kıymetli anıydı.”
Birkaç yıldır, TV dizilerindeki ağırlık biraz daha sorunlu aileler, sorunlu karakterler, ağır dramlardan oluşuyordu. Dünya ve ülkenin sorunları da ağırlaştı bu dönemde. İzleyicilerin biraz nefes almaya ihtiyacı vardı ama sanki fark edilmiyordu. Bahar’ın başarısı, sektörün de izleyicinin beklentisini daha net anlamasını sağladı sanki. Bahar, TV dizileri açısından bir şeyleri değiştirebilir mi sizce?
Bahar, seyircisine umut verdiği kadar, sektörde de bir kapı araladı diyebiliriz sanırım. Başta da söylediğim gibi, öfkeden ve felaketlerden uzak bir hikâyeye inanmak büyük riskti. Bahar’ın cesaret verdiğini, hikâye konusunda da bir pencere açtığını meslektaşlarımdan da duyuyorum. Umarım herkes içinde olmaktan bu kadar keyif alacağı işler yazmaya başlar! Çünkü siz işin senaristi olarak mutluysanız samimiyetinizin seyirciye taşmama ihtimali yok!
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde de Bahar’ın cümleleri eşlik etti kadınlara. Bahar’ın kızına yazdığı mektup çok paylaşıldı, alanlarda “Tümörler kapatılsın” pankartları bile vardı. Bunları görmek neler hissettiriyor size?
Bahar’ı izleyen kadınların birbirine sarılma hali, eşine az rastlanır bir kucaklaşma! Yine parçası olduğumuz için gurur duyduğumuz bir an. Bahar’ın kızına yazdığı mektuba gelince… Yani bazı anlarda biz de Bahar’ın ya da Demet Evgar’ın rüzgârıyla kendimize geliyoruz. Benim de bir teyze yani “anne yarısı” olarak içimden taşan duygularla yeğenim Bilgesöz’e yazdığım bir mektuptu, karşılık bulması beni çok mutlu etti. Pankartlarda yazdığım replikleri görmekse meslek hayatımın en kıymetli anıydı. Mutluluktan ağladım ve bir kez daha anladım ki asla yalnız yürümeyeceğiz!
Ayça Üzüm ile yaptığımız bu röportaj, Episode’un 55. sayısında yayımlanmıştır.