‘Benim Güzel Ailem’ ve ‘Hayatımın Neşesi’: Limonata Ferahlığında Yaz Dizileri – Ayşegül Gündoğdu
Yazın en zorlu sıcaklarını yaşadığımız bugünlerde izleyicisine limonata gibi tatlı bir his veren iki diziden bahsetmek istiyorum, TRT’de yaz başında yayına giren Benim Güzel Ailem ve Hayatımın Neşesi. Benim Güzel Ailem, Güney Kore dizisi Once Again uyarlaması, Hayatımın Neşesi ise orijinal hikâyesi Gökhan Horzum’a ait bir proje. Her iki dizi de eğlenceli, sıcak, samimi aile dizileri yapısında ve yine iki dizinin ortak bir diğer avantajı doğal, samimi ve dinamik performanslarıyla oyuncu kadroları.
Benim Güzel Ailem’i ilk tanıtımlarında Akyol ailesinin annesi Canan ve babası Rasim’in en küçük kızları Damla’nın düğününe hazırlanırken, “Evliliğin neşesidir çocuklar, neşeyi de hüznü de onlar getirir, büyürler, evlenirler, yuvadan uçarlar ve en sonuncusu da yuvadan uçup gidiyor, kaldık mı baş başa…” sözleriyle duygusal bir anı paylaşırken izleyeceğimizi düşünürken bir anda oğulları Ferdi ve kızları Derya’yı valizleriyle aynı anda kapıdan sıkışarak eve girmeye çalışırken izleriz.
Üzerine bir de evlilik arifesindeki Damla, “Evlenmiyorum!” diyerek gelinliği fırlatınca bu kocaman güzel ailenin ve bireylerinin komik, eğlenceli, doğal, samimi ve bir o kadar çılgın maceraları başlar ve iyi bir uyarlama yapılabildiği için izleyicisine bu samimi anlatıyı sunabilen bir dizi çıkar karşımıza. Evlilik terapisti olmalarına rağmen kendi ilişkilerinin söküğünü dikemeyen Deniz ve Kaan da bu aile resmine ve baba evinin renkli kaosuna dahil olunca üç kız, bir erkek evlat, iki damat, bir gelin ve torunlarla her şey daha da rengârenk hale gelir.
Kına gecesi eğlencesi, anne böreği/ baba böreği rekabeti, geleneksel börekçi dükkânı, yeni doğan bebeği için lokma tatlısı dağıtan genç baba, üç kız bir erkek kardeşin bazen dostça dertleşmeleri bazen suç ortaklıkları, bahçede aile masaları gibi bize ait detaylarla klişe olabilecek sahne ya da anlar yine komik ve samimi şekilde kırılabildiği için dizi dinamik anlatısına da kavuşur. Örneğin lokma tatlısı dağıtan genç babanın mutluluğunu paylaşmak isteyen Ferdi, onun hikâyesini dinledikçe ortam trajikomik bir hal almaya başlar ve alışılagelmiş bir duygusallıktan ziyade hem komik hem hüzünlü bir tona bürünür. Benzer şekilde, Ferdi kaybettikleri evlerinin önünde hüzünle eşini ve çocuğunu hayal ederken evin yeni sahibiyle kavganın eşiğine gelmekle kalmaz neredeyse tacizci damgası yemekten son anda kurtulur.
Yine Damla’nın evliliği öncesi duygusal bir an yaşayan Rasim’e alt kattan haykırarak seslenen Ferdi’ye aynı tonda cevap veren Rasim’in anı ve üzüntüyle yolda giderken kendisine yardımcı olmak isteyen iki kişiyi o ruh halinde bir anda çantasıyla pataklayarak kovalayıp kendisini yolun ortasına bırakıveren Canan’ın anlarının da benzer bir samimi komediyi ve klişeden kaçışı sağladığını söyleyebiliriz. Elbette yazıya başlarken belirttiğim gibi senaryonun dinamizmini taşıyabilen oyuncu kadrosunun bunda katkısı oldukça büyük, iki taraf doğru şekilde birbirini destekliyor diyebiliriz.
Hayatımın Neşesi ise evlenip çocuk sahibi olmak için tıp fakültesinden ayrılan Neşe’nin hayalleri, eşi, çocukları, sadece eski Yeşilçam yıldızı değil özünde hâlâ bir yıldız olan annesi, kayınvalidesi ve kayınpederi ile maceralarına dalıyoruz. Neşe aslında çok tanıdık bir kadın, hayallerinden “ne olacak ki, ne fark eder ki” diye vazgeçmiş, kendisini eşine, ailesine, hatta eşinin ailesine adamış, evini ve ailesini her şeyiyle çekip çevirmeyi kendine ödev bildiği için bu adamışlığıyla içinde bulunduğu hal etrafındakilerce fazlasıyla normalleştirilmiş ve artık neredeyse görünmez hale gelmiş onlarca Neşe’den birisi.
Tıp fakültesinden eski arkadaşı, şimdi bir profesör olan ve Neşe’nin de hocası olacak Sevda’yla konuşurken, “Evet, her şeyi ben yapıyorum ama severek yapıyorum,” demesi aslında kadın olduğu için herkesten önce kendisinin içinde bulunduğu ortamı nasıl normalleştirip içselleştirdiğinin bir işaretidir. Neşe’nin farkında bile olmadığı bu normalleştirmeden kaçış noktaları da ancak delidolu rüyaları olabilir, örneğin evde yemek pişirirken uyuyakaldığında safra kesesi ameliyatı yaparken hastanın sağından solundan sebze çıktığını görür ya da okula yeniden başlamak istediğini bir türlü söyleyemedikçe hamile olup okula hiç gidemeyeceği kâbusunu görür.
Neşe’nin hikâyesi de Benim Güzel Ailem’deki gibi diğer pek çok karakterin de maceralarıyla harmanlanıp ortaya tatlı, komik, cıvıl cıvıl bir dizi ortaya çıkar. Bununla birlikte, Neşe’ye dair merak ettiğimiz Neşe’nin hikâyesinin nasıl bir yön alacağı; bu zamana kadar sürdürdüğü hayatında hem kendi kendini hem de kendisini bu kadar normalleştiren eşi ve çocukları başta diğer herkesi nasıl fark etmeye başlayacağı, okula dönme kararıyla yeni yol haritasını nasıl çizeceği ve en önemlisi bu yol haritasında nasıl bir farkındalık yaratabileceği.
Yine örneğin asla okula dönemeyeceği, dönse bile başaramayacağı konusunda sürekli Neşe’yi aşağı çeken ve ne yazık ki yıllardır zihinlerde yer etmiş “kadın kadının kurdudur” sözünü hatırlatan eski arkadaş Sevda’ya kıran kırana rekabet yerine kadın dayanışmasını, dostluğunu hatırlatabilecek mi ya da eşinden ve ailesinden gelen “Neşe her şeyi halleder canım”larla ilgili bu düzeni değiştirebilecek mi, Neşe’nin hikâyesinde yine merak ettiğimiz durumlar arasında. Sonuç olarak hem Neşe’nin hem Akyol ailesinin hikâyeleriyle bu iki dizi izleyicilerini eğlenceli, samimi bir maceraya davet ediyorlar.