Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar’ın İlk Tanıtımı Yayınlandı
Vietnam’da Doğan Spike Lee Güneşi: Da 5 Bloods
Netflix’in orijinal filmleri için benimsediği tarzın dizi projelerine nazaran daha tutarsız olduğu aşikâr. Firmanın takip ettiği bu işleyiş, tamamen video film sektörüne odaklanan bir şirketin bazı zamanlarda gerçek sinema filmleri de çıkartarak turnayı gözünden vurabilme kapasitesini andırıyor aslında…
Buna rağmen senede birkaç kere de olsa iyi film çıkarma konusunda seyircisini şaşırtmayı başarabiliyor ve Spike Lee’nin son uzun metrajı Da 5 Bloods da şirketin amacına doğrudan hitap edebilen işlerinden biri…
Bir Sandık Altın ve Ülkesine Dönmeyi Bekleyen Kemikler
Da 5 Bloods, bir sandık altın ve onunla birlikte gömdükleri arkadaşlarının kemiklerini ülkeye getirmek için yıllar sonra Vietnam’a giden arkadaşların hikâyesini anlatıyor. Film, abartıdan uzak kalmaya çalışırken yönetmen Spike Lee’nin bilindik tüm mesleki formüllerini uygulamaktan kaçınmadığı kişisel bir işe dönüşmüş.
Filmin gösterim tarihi yaklaşırken George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ve ABD ile birlikte tüm Avrupa’ya yayılan protesto gösterileri, Lee’nin hemen hemen her filminde vurgulamaya özen gösterdiği evrensel ırkçılık sorunsalının daha yoğun sorgulanabilmesini desteklemiş. Üstelik sözkonusu Vietnam Savaşı olduğunda ülkesi için savaşan insanların sadece tek bir renkte olmadığını savunan alt metin ile film, savaşın her bölgesindeki yaşanmışlıklara göz atmamızı sağlıyor.
Savaşın Propaganda Dışında Kalan Öyküsü
Vietnam Savaşı üzerine çekilen çoğu film o ülkede savaşan ABD askerlerinin eve dönüş sonrası yaşadığı travmalar ya da bir kahramanın savaşta esir kalan askerleri kurtarmaya yönelik maceralarına dayanır. Böylece klişeleşen bir propaganda aracına dönüşmüştür.
Öyle ki bir Vietnam gazisi olan John Rambo, ilk filminden itibaren tek başına verdiği fantastik mücadeleler sayesinde kaybedilen savaşa karşı duyulan kompleksin bastırılmasını sağlayan önemli bir karakter olmuştur. Üstelik sadece Rambo’yla da sınırlı değil, Francis Ford Cappola’nın Apocalyse Now filminden tutun da video formatındaki en zayıf savaş filmlerine kadar Vietnam’da ve sonrasında geçen öykülerin birçoğunda beyaz kahramanların savaş döneminde durdukları konumlara işaret edilmiştir.
Yönetmen Spike Lee ise filminde Vietnam’a giden her üç askerden birinin siyah olduğu gerçeğini vurgulamaya çalışıyor. Bu konuda iddialı olamasa da geniş bir betimlemeyle tanıttığı karakterlerine biçtiği kaderlerle, amaçladığı alt metni diri tutmayı başarabilmiş.
Da 5 Bloods, bitmiş olan savaşın evlerine dönen askerlerin ruhunda yaşamaya devam ettiğini kanıtlamaya çalışan bir film. Spike Lee, geri dönüşlere yer verdiği öyküsünde 80’lerin savaş filmlerini andıran bir video film formatı atmosferi oluşturmuş. Bu yönüyle çoğunlukla 80’ler döneminin işlerine özlem duyanların gönlünü fethedecek birçok noktası bulunuyor Da 5 Bloods’un.
Nostaljiye Hasret Kalanların Filmi Olabilir
Batmakta olan devasa bir güneşin önünde süzülen askeri helikopter ve o esnada gittikçe genişleyen Vietnam ormanlarının eşsiz manzarası… Lee’nin iki zamanlı yürüttüğü bu anlatımının sinemasal nostaljik yönlerini besleyen birçok önemli kaynağı mevcut. Ancak yönetmen sömürgecilik ve ırkçılığa dikkat çekerken insan varlığının aslında ilk fırsatta yoldan sapabilme potansiyeline de atıfta bulunmaktan kaçınmıyor. Sözkonusu para üzerine şekillenen bir düzen olduğunda siyah ya da beyaz değil, en önemli rengin parayı somut kılan yeşil olduğu gerçeğini kendi sinemasına has kurgu oyunlarıyla aktarıyor.
Kuşkusuz çoğumuz için Vietnam Savaşı, Amerikan askerlerinin amaçsızca gidip sonrasında tanık oldukları katliama dahil olmalarıyla yaşadıkları ruhsal dönüşümleri çağrıştıran bir tarihi mesele. Lee ise savaştığı topraklara geri döndürdüğü karakterlerini geçmişe bağlılıklarının yanı sıra savaş sonrasında büründükleri kişiliklerle de beslemekten çekinmemiş.
Filmin her kesimi etkilemek gibi bir amaç taşıdığı da pek söylenemez. Bundan ziyade Spike Lee, Trump Amerika’sını hivediyor. Bunun yanı sıra asimile olmaya müsait kahramanlar üzerinden ilerleyerek, “Aslında hepimiz insanız, ilk fırsatta dönüşüme müsait olabiliriz,” mesajı vermeye çalışmış. Ya da bana öyle geldi, tam olarak konumlandıramadım bu durumu… Ancak Da 5 Bloods için gerçek olan bir nokta varsa o da yönetmenin günümüz gerçekliğini yansıtırken açtığı portaldaki geçmişler sayesinde video kültürüne atıfta bulunan bir dünya aktarmayı başarabilmesi. Bu konuda tıpkı Quentin Tarantino’nun Once Upon a Time in Hollywod ve Martin Scorsese’nin The Irishman filmlerinde yaptığı gibi kendi görmek istediği dünyayı oluşturma isteği karşımıza çıkıyor.
Şüphesiz bu istek karşısında fazla dayanamayıp havlu atacak seyirci sayısı çok olacaktır. Lakin bu durumun önemsizliğine kurgudaki basit geçişler ve geçmiş sahnelerdeki karakterlerin yaşlı halleriyle gençliklerini oynaması gibi detaylarla fazlaca dikkat çeken yönetmen, filminde Amerika’daki ırkçılık ve var olma meselesine kendi ruh halince yaklaşmış.
Sinemasal anlamda ise filmde yer yer 80’ler ve 90’lardaki düşük bütçeli video filmlerin atmosferini yakalayabilirsiniz. Az önce de belirttiğim gibi Lee, kahramanlarının gençlik hallerini de yaşlı oyuncularla göstererek zamansal açıdan eğlenceli ve biraz da alaycı bir tutum takıınmış.
Girizgâhını efsanevi boksör Muhammed Ali’nin savaşa dair söylemleriyle başlatıp her karakterini her an bir Rambo’ya dönüşecek gibi halihazırda bekleterek ilerleyen Da 5 Bloods, ABD medeniyetini eleştiriyor. Ama bunun dışında türe özlem duyanları da memnun edebilecek bir iş. Şahsen ben çok sevdim. Ayrıca, tüm oyuncuların başarıya ulaştığı sekanslarda Delroy Lindo’nun performansı tek kişilik dev bir şölen. Sırf bunu deneyimlemek için bile Da 5 Bloods’u gündeminize alabilirsiniz.