‘Drops of God’ – Ömür Tanyel
Şarabın artık sıradan bir alkollü içecek olarak addedilmediği, büyük bir kültürün sembolü olduğu bir gerçektir. Üzerine yazılan kitaplar, ansiklopediler yanında çekilen filmler ve belgeseller aracılığıyla kimyası, biyolojisi, tarihi ve toplumlardaki yeri ve önemi hakkında bilgi edinmek mümkündür. Azımsanmayacak bir çevrede şarap üstüne bu konuşulanlar bazen “entel uğraşısı” veya “züppe hobisi” olarak görülse de ilk bağcılık uğraşının kanıtlarının MÖ 6000-5800 yıllarına dek gittiği gerçeği göz ardı edilemez. Bu derece ilgi odağı bir ürüne başta sanat ve edebiyat olmak üzere tüm beşeri etkileşim kanallarının da duyarsız kalması beklenemezdi.
Apple TV+ platformunda yer alan Drops of God (Tanrının Damlaları) dizisi bizi şarap odaklı bir dram ve maceranın içine sokuyor. Konunun orijinal hali Japonya’da bir manga serisi olarak başladıktan sonra tahmin edilenden fazla ilgi görerek 10 yıl süresince yayımlanmıştır. Yuko ve Shin Kibayashi adlı şarap meraklısı iki kardeşin yaratıcılığıyla çıkan seriyi Shu Okimoto çizmiştir. Temel olarak, ölen bir şarap üreticisi babanın yüklü miktardaki vasiyetini elde etmek üzere kurguladığı bir yarışmaya katılan oğlu ve çırağı arasındaki mücadele anlatılmaktadır. Dizide de aynı konu ele alınmış ancak bazı noktalarda Fransız yapımcılar Japon etkisini nötralize etmek ya da bastırmak için karakterlerde ve hikâyede değişikliğe gitmişlerdir.
Tokyo’da yaşayan ünlü bir Fransız şarap eleştirmeni Alexandre Léger’in ölümüyle beraber arkasında yaklaşık 150 milyon dolar değerinde 87.000 şişelik bir mahzen miras kalır. Bunun yanında yayımladığı yıllık rehber kitabın (Léger Wine Guide) haklarının da mirasçıya geçecek olması ayrı bir önem taşımaktadır. Zira bu rehber yayımlandığı yıl bir şarabı ihya edebildiği gibi yerin dibine sokarak üreticisini iflas bile ettirebilmektedir. Léger’in ölüm döşeğindeyken ulaştığı ilk mirasçı adayı ise kızı Camille Léger’dir (Fleur Geffrier).
Camille gençlik döneminin sonbaharını Fransa’da geçirmektedir ve babasıyla 11 yıldır görüşmemiştir. Onu, alkollü içkilere dayanıksız yapısıyla bir barda tanırız. Tanıştığı bir erkeğin şakasıyla aldığı bir miktar alkollü içki onu bayıltmakla kalmamış, burnunda kanamaya yol açmıştır. Bu süreç sonrası babasından gelen telefon ise bu olayı göz ardı ettirirken geçmişte yaşadığı travmaların canlanmasına yol açar. Babası “gel” demektedir, “Ölmek üzereyim hemen gel.” Camille başta anlam veremese hatta biraz kızsa da gitmeye karar verir. Lakin gideceği yer sadece başka bir semt ya da şehir değil başka bir ülkedir.
Japonya’ya doğru neyle karşılaşacağını bilmeden ve annesinin aksi yöndeki ısrarlarına karşın yola çıkar. Tokyo’da onu babasının bir arkadaşı olan Diego karşılar. Onu restoranına götürürken babasının öldüğünü, yetişemediğini söyler. İkram ettiği şarabı içmemesi ise şaşırtır. Şarap ekseninde oluşmuş böyle yüklü bir mirasın vârisinin babasından bambaşka bir yapıda olması enteresandır. Camille’nin ise son kez görmek için geldiği ama buluşamadığı babası ile ilgili anıları canlanır. Çocukluğunda bir mahzende gözleri bağlı bir şekilde yaptığı kör tadımlarda çeşitli sebze ve meyve tatlarını bulmaya çalışmaktadır. Mükemmel tat ve koku ayrımına ulaşmasına giden bu yolda babasının çabası onu zorlasa da bir yandan da zevk aldığını hatırlamaktadır.
Sonra vasiyetin açıklanması ve Uzakdoğu usulüne uygun olarak cenaze işleminin tamamlanmasına sıra gelir. Ancak vasiyet için gittikleri avukatlık ofisinde ilk kez gördüğü Japon gence bir anlam veremez. Onun babasının en değerli çalışanı ve manevi oğlu olduğunu öğrenince şaşkınlığı artar.
Bir önolog (şarap üretim uzmanı. Üzümün hangi bağda, hangi sürede, hangi toprakta, ne çeşit gübreyle yetişmesi gerektiğini inceleyen ve değerine karar veren kişi) olan Issei Tomine (Tomohisa Yamashita) şık giyimiyle kendinden emin ve ketum bir tarzda açıklamayı beklemektedir. Vasiyete göre onun da mirasa hak kazananlardan biri olması Camille’nin şaşkınlığını katmerlendirir. Avukatın ise bu konuda söylediği gerekçe nettir; Léger’e göre elindeki her şey bir ömür boyu çalışmanın meyvesidir ve onun değerini takdir edebilecek birine gitmesini istemiştir. Miras bölüşülmeyecek ve Léger’in önceden belirlediği üç sorudan oluşan yarışmayı kazanan mirası hak edecektir. Durumu kabul etmek Camille için zordur ve ona göre babasından alakasız bir kişi de sırf yardımcısı diye bu mirası almamalıdır.
Yarışmanın ilk sorusu ise onu bir çıkmaza sürükler. Kadehlerine konan şarabın nerenin ve hangi yılın mahsulü olduğunu bir ay içinde bulmaları gerekmektedir. Camille yarışmaya devam etme konusunda karasızken babasının mahzenine iner ve orada yapım yılı ve amacına göre yapılmış koleksiyonluk şarapları görür. Birinde yazan “Camille 18 yaşına geldiğinde beraber içilecek” yazısı onu etkiler ve babasından gelen bir video mesajı izlemeye karar verir.
Dramatik mesaj sonrası yarışmaya katılmaya karar verir ve çocukluğunu geçirdiği Fransa’nın Provence bölgesindeki bir imalathaneye şarap eğitimi için yola çıkar. Çocukluk anılarıyla dolu bu yerde babası ile geçen tadım günleri yanında ilk bayılma nöbetine dek uzanan hatıralar aile içi ilişkilerini berraklaştırmaya başlar.
Bu arada tadım yeteneği dışında şarabın renginden kokusuna dek bir dizi özelliğin nasıl ayırt edici olabileceğini öğrenme süreci ilerler. Bazen Fransa’da bazen İtalya’da bazen de Japonya’da geçen yapım, şarabı sadece bir içecek olmaktan çıkarıp kimliği olan bir maddeye dönüştürüyor. Bunun, ilk manga serisinde yakalanarak önce Japonya’da sonra Fransa’da çok satan bir eser haline gelmesinin rolü büyük. Bir şarabın ilk tadımında bardağı beyaz bir beze dayayıp renginin izlenmesi, koklanması, sonra havalandırmak için bardağın içinde kısa bir süre döndürülmesi ve tadına bakmadan önce tekrar koklanması gibi ritüeller bu alana ilgisi olmayan kişileri dahi meraklandırıyor. Koku ve tat olarak elde edilen başka nebatatın izleri ise şarabın yılını ve bağını ayırt etmekte oldukça önemli.
Şarabın sadece beyaz, pembe ya da kırmızı değil çok daha fazla ayırt edici unsuru olabileceğini Camille’nin eğitimi esnasında seyirci de sıkılmadan öğreniyor. Tabii ki Camille ve Issei’nin hikâyesi bir yarışma etrafında dönerken zamanla bazı aile sırları da ortaya dökülüyor ve kesişmeye başlıyor. Geleneksel yapıdan gelen Issei’nin çıkmazları ile asi ruhlu Camille’nin gerçeği arama arzusu sadece bir kadehin gölgesinde çözümlenecek gibi durmuyor. Manga serisinde aslında ikisi de Japon olan karakterler 44 ciltlik seri boyunca 12 yarışmada kendilerine sunulan şarabı bilmeye çalışmışlardı. 13. şarap olan “Drops of God” ise hiçbir zaman ortaya çıkmamıştı. Ancak serinin özellikle Japonya’da şaraba ilgiyi artırdığını söylemek mümkün. Hatta bu etkisi nedeniyle 2009’da İngiliz şarap dergisi Decanter, “Drops of God” serisinin son 20 yılın en etkili şarap yayını olduğunu belirtmiş, yaratıcıları Kibayashi kardeşleri ise şarap dünyasının en etkili insanları listesinde 50. sıraya koymuştur.
Manga serisi öylesine etkili olmuştur ki sorulardan birini oluşturan Fransız şarabının üreticisi, arz fazlalığı nedeniyle oluşabilecek spekülatif fiyat artışlarını önleyebilmek için 2003 mahsulü şarabını uluslararası satışlardan çekmiştir. Seride geçen tümü gerçek şaraplar, yayınlandıkları dönemde gerçekten de büyük ilgi odağı olmuşlardır. Asya’ya satışların iki üç kat artışı da bunun göstergesidir. Ekonomik olarak da üzümden yola çıkarak katma değer kazanan böyle bir ürün için bizim coğrafyamızın da bir zamanlar önemli bir merkez olması ama şimdi o ya da bu sebeple üzüme çoğunlukla meyve suyu fabrikasına gönderilecek mamul gözüyle bakılması ise üstünde durulması gereken ayrı bir konudur.
Şaraba özel bir ilginiz olmasa da dizide yer alan gizem ve dram öğeleri başarılı bir şekilde kurgulandığı için sizi içine çekiyor. Bunun yanında nasıl Camille ve Issei’nin karakterleri tezat teşkil ediyorsa konuların geçtiği Fransa’nın kırsalı ve Japonya’nın çelik grisi ortamı da bu kontrasta katkı sağlıyor. Başrollerde çok bilinen oyuncular olmamasına karşın bunun eksikliğini düşündüren bir durum da söz konusu değil. Nihayetinde platformlar için 2023 yılında çekilen en iyi dizilerden biri olmaya aday Drops of God kesinlikle ıskalanmaması gereken bir yapım. 15. yüzyılın Alman din reformcularından Martin Luther’in dizinin adını da çağrıştıran sözleriyle yazımızı bitirelim: “Birayı insanlar, şarabı ise Tanrı yapar.”
Bu inceleme, Episode’un 50. sayısında yayımlanmıştır.