Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Game of Thrones’u Yeniden Seyretmek
Yiğit Karaahmet’in bu Game of Thrones incelemesi, Episode’un 21. sayısında yayımlanmıştır. Spoiler içerir.
Evlerimize kapandığımız, tüm dünyayı “Laz müteahhitlerin” özenle kapattığı balkonlarımızdan gözlediğimiz, hepimizi bir önceki versiyonumuzdan daha da ruh hastası yapan pandemi dönemi ben de bir şey izleyemeyip okuyamayan insanlardan biri oldum.
Sebebi de çok net aslında: Sıfır odaklanma.
Kendimi hasta etmemekle, ne olacağını düşünmekle ve zaten sürekli savrulan dikkatimi buralara yoğunlaştırmakla o kadar meşguldum ki beynimde kalan yerlere yeni bir şey alamaz oldum.
Yeni bir şey izleyip yorumlamak yerine sadece izlediğim ve sevdiğim şeyleri izleyebildim. Biri The Office mesela. Pandemiye girerkenki çökük moralimi sekiz sezonu baştan sona peş peşe çaktığım, bence tarihin en komik dizisiyle toparladım. Tekrar teşekkürler Michael Scott.
Ve bir de başından sonuna Game of Thrones’u tekrar izledim. Bunu yapmayı aslında dizi geçen sene olaylarla ve krizlerle bittiğinden beri istiyordum. Tarihin bu en iddalı prodüksiyonuna, yakın zaman dilimimizin en büyük televizyon olayına her şey bittikten, şimdi ne olacak diye bekleme stresi kalmadan hatta her şeyin sonunu bildikten sonra baktığımda ne düşüneceğimi merak ediyordum. Çünkü ben de dünyada herhalde iki milyar insanla birlikte 2019 yılımın ilk yarısını Game of Thrones’un finalinde ne olacağını, bunun iyi mi kötü mü bir final olduğunu düşünerek aşırı heyecanlanıp başka hiçbir şeye dikkat etmeyip kritikle geçirdim.
Şimdi ise biraz daha alıcı gözüyle bakmak istiyordum. Biraz daha dramaya, onun nasıl oluşturulduğuna, karakter hikâyelerini nasıl geliştirdiklerine, iyi oyunculuklara, oyuncuların kendi arasındaki dinamiğe bakarak yani global bir fenomene şahit olarak değil de bir dizi olarak nasıl yazıldığını değerlendirerek geçirmek istiyordum. Yani evdeydim, daha iyi bir işim yoktu açıkçası. Dizi her gün peş peşe akarken ben de IMDb Triva’larına, ekşi sözlük gıybetlerine daldım bir yandan.
Vardığım genel kanı ‘Game of Thrones’un tam bir Illuminati projesi olduğu yönünde. Yıllar sonra ortaya çıkacaktır, aha yazıyorum buraya
Bu sürecin iyi tarafları da oldu kötü tarafları da, onu söyleyeyim. Bir kere, ne olacak teranesinden arada pek çok ufak tefek şey kaçırmışız. Bu bakımdan iyi oldu. Hiçbir anında sıkıldığımı, “Ay burayı geç, biliyoruz zaten!” dediğimi söyleyemem. Ama bir yandan da peş peşe aşırı şiddet ve grotesk kan banyoları bir süre sonra kafamı düşürdü ve beni depresyona soktu.
Ama bir yandan da, şimdi böyle söylemek belki biraz saçma olacak, gerçekten çok iyi dizi. Harika yazmışlar, parayı saça saça layıkıyla prodüksiyon yapıp çekmişler, çok iyi kurulmuş, ilmek ilmek örülmüş, olabilecek en iyi castın olabilecek en iyi şekilde oynadığı bir iş olmuş. Aldığı tüm ödülleri de, cukkaladığı paraları da, dönüştüğü her şeyi de sonuna kadar hak ediyor.
Vardığım genel kanı Game of Thrones’un tam bir Illuminati projesi olduğu yönünde. Yıllar sonra ortaya çıkacaktır, aha yazıyorum buraya! Dijital çöplük eşelendiğinde bu dediğimi bulsunlar, ilk ben keşfettim.
Her şeyin başı, dizinin yaratıcısı ve yazarı David Benioff… Babası, Goldman Sachs’ın başkanı ve gerçek bir über zengin çocuğu. Yetmezmiş gibi bir de Game of Thrones’la da herhalde servetini ikiye katladı. Daha önce yaptığı şeyler arasında kayda değer diyebileceğimiz bir tek 25th Hour filmi var. Bilmiyorum, aşırı zenginler bir şey başarınca içimde ister istemez bir küçümseme oluşuyor. Servet düşmanı mıyım acaba?
Bir zengin bebesi, bir de looser’a tarihin en büyük prodüksiyonlu televizyon işini emanet ediyorlar. Hem de inanılmaz şartlarla
Beinoff’un yaratıcı ortağı D. B. Weiss ise ayrı bir hikâye. Onun da tüm kariyeri boyunca yaptığı tek bir iş var, o da It’s Always Sunny in Philadelphia’ya bir bölüm yazmak. Diğeri de Game of Thrones. Yani biraz göreceliden de öte bir kariyer başarısı bu.
Bir zengin bebesi, bir de looser’a tarihin en büyük prodüksiyonlu televizyon işini emanet ediyorlar. Hem de inanılmaz şartlarla. Oyuncular arasında en ünlü olanı ilk sezonda öldürmelerine izin veriyorlar, prodüksiyon kıtalara yayılan setlerde gerçekleşiyor ve bence en ilginci, Beinoff ile Weis sezon çekimlerine senaryonun diyalogsuz, kaba bir tretman halini vererek başlatıyor ve çekimler sürerken senaryoları yazmaya devam ediyorlar. Bir sezonun tam senaryosu ancak bölümler bitmeye yakın finale ulaşıyor. Yani açıkçası neden bizim kariyerlerimizde böyle teklifler olmuyor, biz neden böyle işler yapamıyoruz? Illuminati olmadığımız için olabilir mi?
Karakter gelişimlerine bakarsak aralarında en başarılı olanı Arya’nın hikâyesi
Karakter gelişimlerine bakarsak aralarında en başarılı olanı Arya’nın hikâyesi. Aşırı sürprizli bir kere. Hiç kimse en başından onun finalde buraya geleceğini tahmin etmiyor. Ve tüm macerası çok sürükleyici, insanda yapabileceğine dair bir umut uyandırıyor. Hem bir ölüm meleğine dönüşmesi hem de aynı anda kadınlığını keşfetmesi sekiz sezonda seyir zevki en yüksek macera bana kalırsa.
Arya’nın hikâyesinden sonra da beni en çok etkileyen şişkonunki yani Samwell Tarly’ninki oldu. Tarly’e tüm dizi boyunca neredeyse hiç dikkat etmemişken yeni bir izlemede karakterini ne kadar detaylı bir şekilde işlediklerini fark ettim. Tarly de umuda dair pek çok unsur barındırıyor. Bir ailenin utanç evladından ilk Akgezen öldürücüye geçmesi, ezik bir erkeklikten bir kadın ve bir çocuğun kahramanı olması insanda neşeye dair çok az duygu uyandıran Game of Thrones’un ters köşesiydi bence.
En fenası ise Daenerys. Zaten normal akışta da seyrederken ondan pek hoşnut kalmamıştım, şimdi bir kere daha emin oldum. Tüm hikâyede bu kadar önemli bir rol oynarken bu kadar sıkıcı ilerlemesi gerçekten iç bayıyor. Kendi gelişimini ilk bir iki sezon izlemek zevkli ama mesela o köle kurtarma bölümleri falan çok uzuyor. Ülkeden ülkeye çok geziyor, biraz dışında kalıyor her şeyin. Finalde geldiği yer ise epik fail. Bu kadar yavaş ilerleyen hikâyesi bir anda aşırı hızlı bir şekilde genetik deliye bağlanıyor ve maalesef olamıyor.
Tüm oyuncular içinde en iyisi cüce. (Politik bir doğruculuk adına boy engelli mi deseydim bilemedim şimdi. Ama boy engelli kelime olarak cücenin yarattığı etkiyi yaratmıyor. Ayrıca Peter Dinklage’in bu konuyla ilgili pek bir sorunu olduğunu sanmıyorum.) Cüceye dair hislerim tekrar izledikten sonra değişen şeylerden biri oldu. İlk başta cüceyi, cüce olduğu için iyi oynadığını düşünüyordum. Şimdi ise boyun cücedeki en önemsiz şey olduğunu düşünüyorum. Zaten buna dair o kadar konuşuyorlar ki ikna olmamanız mümkün değil. Yani ölmeden önce yapılacak 100 şey listesine Peter Dinklage, Hamlet oynasın ve onu izleyeyim maddesi ekledim, öyle söyleyeyim.
Tekrar izlemeden önceki favorim ise Cersei idi. Cersei’yi hâlâ beğeniyorum ve özellikle “Walk of Shame” sezonunda kaçırdığı Emmy’nin kesinlikle onun hakkı olduğunu düşünüyorum. Daha ne yapsın yani? Hepimiz o utancı yaşadık.
Jon Snow’u da bilemiyorum ama onu da bence bize yakışıklı diye yutturmuşlar. Pek öyle gelmedi bana bu sefer. (Açıkçası ilk seferinde de gelmemişti ama toplumsal beğeniye uyup ben de beğeniyorum diyordum.) Figürasyonda bile daha yakışıklı erkekler var bence. Özellikle Dothraki castının her birini otuz beş Jon Snow’a tercih ederim.
Ramsay bir tür Joffrey kopyası değil mi aynı zamanda? Ki ikisi arasında kalsam yine de karakter renkliliği adına Ramsay’i tercih ederim
Beinoff ve Weis ikilisiyle ilgili midemi bulandıran tek şey, Sansa’nın hikâyesi oldu. Hani gerçekten bu kadarına gerek var mıydı acaba? Bundan tuhaf bir zevk almışlar bence, pis köpekler! İkilinin bazı rejisel seçimleri biraz can sıkıcı. Sansa’nın tecavüzünü bölümün sonuna koyup kapanış jeneriği boyunca izleyiciye çığlık dinletmek gerçekten pislik yapmak artık. Üstelik Ramsay psikopatına da bu kadar fazla yer ayrılmasından da emin değilim. Ramsay bir tür Joffrey kopyası değil mi aynı zamanda? Ki ikisi arasında kalsam yine de karakter renkliliği adına Ramsay’i tercih ederim. Ramsay ise tabii ki dizinin tüm bölümleri arasında tartışmasız ilk üçe girecek “Battle of Bastards”ta yardırıyordu.
Finaliyle ilgili fikrim ise aynı kaldı. Bir şekilde bu kadar merak edilen, yüz binlerce teori üretilmiş bir şeyi toparlamaları gerekiyordu. Onlar da en ortalama şeyi seçmişler. Ama hayranı olduğumuz pek çok karakterin hikâyesini bize istediğimiz gibi vermedi. Ben şahsen Cersei’yi taş yığınlarının altında bırakmaktan başka bir son görmek isterdim. Çok basit bir ölüm. “Haydi haydi, buraları hızla geçelim!” gibi yazıp geçmişler. Ama final sezonu genel olarak başarılı bence özellikle Winterfell savaşı ve bir önceki geceyi anlattıkları iki bölüm göz yaşartıyor.
Evlerinize kapanmaya devam ise Game of Thrones yeniden keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi arşivlerde ışıldıyor. Bir el atabilirsiniz. game of thrones