Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Hangi Duygularla Dizi İzliyorum, İzliyoruz?
Dizi seçme/izleme davranışımı anlatmak istedim ilk yazıda. Beni cezbeden, öncelikle senaryodaki incelikler oluyor. Tercihim, ayakları yere basan, uçmayan öyküler. Sonra oyunculukların gücü, sonra kurgu, sonra yönetim… Siz nasıl duygularla izliyorsunuz dizileri?
Ne yazacağımı tam olarak kurgulayamayınca, bir başka deyişle yazıyı kafamda yazmayınca zorlanıyorum ilk yazılarımı kaleme aldığım/klavyenim tuşlarına bastığım günden beri. Kelimeler akmıyor, cümleler kurulamıyor, odaktan kopuyorum… Bu yazı da biraz böyle olacak, kusura bakmayın ama sonunda içime sinmezse silip yeniden yazmak elimde. Yani içime sindi bu yazı, böyle de okumak mümkün bu zırvayı. Tabii takdir sizin…
Bendeki sorun ve sorunlar…
Konuya gelirsek; Türkiye’de bu çapta ve içerikte örneği olmayan bir işe soyunmakla çok önemli bir açığı doldurduğumuzu düşünüyorum. Önce buradan başlayalım: Episode Dergi, aralıkta ilk sayısıyla tüm Türkiye’de raflarda olacak. Yabancı dizilerin yanına yerli yapımların da konulduğu, analizler (kesinlikle sıkıcı olmayan, bkz. 221B Dergi), röportajlar, incelemeler ve popüler kültürden (cıvık magazinden bahsetmiyorum tabii, kelimenin gerçek anlamıyla halka inen işleri kastediyorum) beslenen zengin içeriğiyle dergimiz, dizi tutkunlarının -ki sayınızın/sayımızın çok olduğunu biliyorum- sevgilisi olmaya aday.
Dizi tutkunları için sinefil gibi bir tanımlama var mı bilmiyorum ama benim durduğum nokta, klasik dizi izleyicisinden biraz farklı esasında. Buradan devam etmek gerekirse; bendeki sorun; -sorun demek ne denli doğru, tartışılır- klasik dizi tutkunlarının aksine dizi kovalamamak, hatta üzerinde çok konuşulan dizilerin çoğundan uzak durmak, bazılarını tamamlandıktan çok sonra veya ancak 5-6 sezon geçtikten sonra neredeyse bir oturuşta izleyip hayıflanmak şeklinde tanımlanabilir. Örnek veriyorum: Shameless… 7. sezonunun ortalarına yaklaşan bu dadından yinmez diziye yeni başladım. “Yeni başladım” derken, birkaç haftada geçmiş altı sezonun tamamını izledim. Şimdi yeni sezonun yeni bölümü yayınlansın diye beklemekteyim. Bunun gibi bir dolu örnek verebilirim. Gelmiş geçmiş en iyi dizilerden Breaking Bad‘i de aynı şekilde izlemiştim. Dizi final yaptıktan sonra oturup beş koca sezonu bir aydan kısa sürede tamamlamıştım.
Narcos ve diğerleri
İstisnalar da yok değil. Narcos‘u tam zamanlı takip ettim (laf aramızda çok ama çok beğendiğim dizinin bitmesine üzülmekle birlikte bana göre, baş karakter Pablo Escobar’ın -Wagner Moura’nın enfes oyunculuğuna değinmeden geçmeyeyim- öldürülmesiyle yapım da sona ermeliydi.) Aynı şekilde John Turturo’nun harikulade varlığıyla çıtayı alabildiğine yükselttiği The Night Of da bir çırpıda biten dizilerimden. Son dönemde başladığım iki dizi var: The Americans ve Quarry. The Americans‘ın yeni sezonunu beklemekteyiz, Quarry ise çok yeni henüz benim için. Öykünün 70’lerin başında geçmesi, katmanlı senaryosu, oyunculukların kalitesiyle birer saatten sekiz bölümlük ilk sezon gayet tatmin edici. Tabii, sevgili Çağlan Tekil’in 221B‘nin 6. sayısındaki yazısı başlı başına bir referans kaynağıydı benim için. Yazıyı okuduğum ve Quarry‘ye başladığım için mutluyum. The Americans‘a başlamama da, sevgili dost Algan Sezgintüredi’nin 221B Dergi‘nin 4. sayısında casusluk üzerine yazdığı yazıda diziyi anması vesile olmuştu.
Galiba entrika seviyorum
Gördüğünüz gibi bayağı bir polisiye ağırlıklı gidiyorum. Beni cezbeden, öncelikle senaryodaki incelikler oluyor. Sonra oyunculukların gücü, sonra kurgu, sonra yönetim… Galiba entrika seviyorum. Kevin Spacey ile Robin Wright’ın döktürdüğü, diğer oyuncuların da onlardan hiç aşağı kalmadığı House of Cards‘ı ayıla bayıla takip ediyorum mesela. Final yapıp beni acılara gark eden Person of Interest de aynı şekilde. Daha iyi bir sonu hak ediyordu gerçi, söylemesem olmaz… Yakında yeniden kavuşacağımız Prison Break‘i ele alalım sonra: Entrika var, kurgu hızlı, zeka yerinde, öykü sağlam, senaryo kıvrak, oyunculuklar süper, iyi ile kötü arasındaki çizgi hızla kaybolabiliyor yani göreceli ve tabii ki hapisten firar -ki hastasıyız- var… Tüm bunlar, Prison Break‘i benim için vazgeçilmez yapıyor.
Dizi değiller ama anmam lazım bu aşamada. Cezaevinden kaçış temalı filmler her zaman favorim olmuştur. Steve McQueen’li The Great Escape/Büyük Kaçış, futbol temelli ama onun çok ötesine geçen Victory/Zafere Kaçış, Steve McQueen’e o dönem emekleme aşamasındaki Dustin Hoffman’ın eşlik ettiği Papillon/Kelebek, bir başka büyük usta Robert Redford’dan Brubaker, Paul Newman’lı unutulmaz Cool Hand Luke (nedense Türkçesi Parmaklıklar Arkasında) ve yakın dönemden, Tim Burton ile Morgan Freeman’ı buluşturan Shawshank Redemption/Esaretin Bedeli, ilk aklıma gelenler…
Neden GoT‘u izlemiyorum?
Dizi veya film seçme/izleme davranışımı anlatabildiğimi düşünüyorum. Herkesin çok sevdiği birkaç diziyi neden izlemediğimi anlatmaya çalışarak, sonrasında da biraz yüzünüzü güldürerek bitireyim yazıyı:
Bir kere tarihi, hele kostümlü, bol makyajlı dizilere hiç gelemiyorum. Bir de bunlara fantastik öğeler katıldıysa oradan koşarak uzaklaşıyorum. Bilimkurgu ve sadece fantastik dizilerde de durum aynı. GoT/Taht Oyunları, The Walking Dead ve Westworld üç güncel örnek. Spartacus‘ü de birkaç bölüm sonra bırakmıştım. “Sen de amma yaptın ha, bunlar sevilmez mi? Sen bilmiyorsun bu işi” diyebilirsiniz. Sorun değil… Herkesin tercihlerine saygı gösterilmeli. Benim tercihim, ayakları yere basan öyküler. Önceliğim bu…
Tuhaf mıyım ne?
Bitirmeden bir de tuhaflığımı paylaşayım sizinle: Hastanede geçen dizileri hipnotize olmuş gibi takip ediyorum. Doktorlar değil tabii, onun kopya edildiği -Kutsi’yle falan nereye kadar?- Grey’s Anatomy‘yi yine geç çok geç başlayıp bugüne kadar getirdim. Bir zamanlar ER diye bir dizi vardı sonra. Bu türün babasıdır. George Clooney’nin starlığa yolculuğunun başlangıcıdır. Tuhaflık şurada; doktor sevmem, ilaç sevmem, hastanelerden uzak dururum. Eee o zaman perhiz/lahana turşusu örneği gibi durumum. Sanırım o dizilerdeki gerçeklik duygusunu seviyorum, başka da bir açıklama gelmiyor aklıma…
Coupling‘i ne yapıp edip izleyin
Tatlı-kahve kısmına geldik…
Sıkı dizi takipçileri hatırlayacak ama şimdilerde 18-20 yaşlarını sürenler muhtemelen kaçırdı ve adını ilk kez duyacak. Coupling (tabii ki halis BBC yapımı olan, sonra berbat bir Amerikan uyarlamasını yaptılar evlerden ırak!), kişisel tarihimde beni en çok güldüren dizilerin başında. Seinfeld‘i hiç söylemiyorum. O, sit-com’un babası zaten. How I Met Your Mother‘ı da anmadan geçemem. Komedi dizileri arasında halen devam eden The Big Bang Theory de (10. sezonun ortasındayız) takip ettiklerimden. Uzadıkça sıkıldığımı fark ettim yalnız, sezon sonunda final yapsa iyi olur. Sanki bunun kararı bana kalmış gibi ahkâm da kestim ya tamamdır.
Bir sonraki yazıya kadar eyvallah. Dizisiz kalmamanız dileğiyle…
1 Yorum
Coupling-BBC kesinlikle en iyiler arasında. Zaten knımca her dizinin Amerikan versiyonu aslına göre daha sulandırılıp seyreltilmiş ve kolaylaştırılmış oluyor. Bu yorumum bir yana, Frasier serisi mutlaka izlenmeli bence, her bir karakter ayrı gerçek ve derin; Good Wife da vasattan yukarıda bir Amerikan dizisi.