In The Dark: Kör Dedektifin Öyküsü
Eğlenceyle gerilimin ve dramın iç içe geçtiği bir polisiye In The Dark. Bir şaheser değil, polisiye tarafı da ne kadar parlak tartışılır ama kesinlikle çok sürükleyici, epey keyifli ve yer yer hüzünlü yer yer komik bir dizi.
Kalender mi kalender, biraz alkolik, her geceyi başka bir adamla geçiren genç bir kadın Murphy Mason. 20’li yaşlarında ve uzun zamandır görme engelli. Aynı evde kaldığı Jess ve hayatını kurtaran Tyson dışında pek arkadaşı yok çünkü çok çekilmez biri. Jess ile Murphy zaten çocukluktan beri tanışıyorlar, Murphy’nin hatırladığı son görüntü de Jess’in görüntüsü. Tyson ise bir süre önce Murphy’nin hayatını kurtarmış. O gün bugündür çok yakın arkadaşlar. Aslında dışarıdan çok tuhaf görünüyor dostlukları çünkü Tyson henüz ergenlik çağında, uyuşturucu satan biri…
İçinde yer aldığı, silahların konuştuğu o çevreyle hayalleri arasında derin bir uçurum bulunduğundan olsa gerek, Tyson en özel hislerini Murphy ile paylaşabiliyor. Murphy ise Tyson ile beraberken görme engelli olduğunu unutuyor; Tyson ona, hiçbir engeli yokmuş gibi davranıyor. Murphy’nin tüm çevresinin dışında bir ıssız ada Tyson; orada sadece ikisi var ve Murphy, zaman zaman oraya kaçmayı çok seviyor.
Ne ki Murphy bir akşam yine sigarasını alıp Tyson ile hep buluştukları tenha sokağa gidince bu defa kendini korkunç bir sessizliğin ortasında buluyor. Tyson, diye sesleniyor, cevap yok. Tyson, diyor, yine cevap yok. Sessizlik Murphy’i tedirgin ediyor. Rehber köpeği de ürkünce, el yordamıyla ilerlemeye başlıyor sokakta Murphy. Birkaç adım sonra ayağı bir şeye takılıyor. Eğilip o şeye dokunduğunda bunun Tyson’ın cesedi olduğunu fark ediyor… En azından, o buna inanıyor. Ancak polisler olay yerine geldiklerinde ceset bulamıyorlar. Böylece Murphy için epey zorlu bir macera başlıyor: Tyson’ın öldürüldüğünü ispatlamak ve katilini bulmak.
Murphy’nin bu macerası, şimdilerde ikinci sezonu yayınlanan beIN Connect dizilerinden In the Dark’ta anlatılıyor. Eğlenceyle gerilimin ve dramın iç içe geçtiği bir polisiye In the Dark. Bir şaheser değil, polisiye tarafı da ne kadar parlak tartışılır ama kesinlikle çok sürükleyici, epey keyifli ve yer yer hüzünlü yer yer komik bir dizi. Ben de bu yazıda dizinin omuzladığı üç yükten bahsedeceğim: Dram yükü, mizah yükü ve gerilim yükü. Bunu yaparken mümkün mertebe spoiler vermemeye de çalışacağım ama olur ya, veririm, kusuruma bakmayın!
Sessiz bir sokakta bir cesete dokunmak
Kendinizi Murphy’nin yerine koyun. Gözünüz görmüyor, dünyanız kapkara. Hiç olmadığı kadar sessiz bir sokakta, arkadaşınızın sesini arıyorsunuz ancak bulduğunuz (ya da bulduğunuza inandığınız) onun cesedi. Üstelik görmüyor, dokunuyorsunuz. Gözlerini, ağzını, kulaklarını hissediyorsunuz.
Bunu gözünde canlandırmak bile insanı fena halde gerer herhalde, In the Dark daha ilk bölümünün başlarında bunu sahneye koyuyor. Bölümün yönetmeni Michael Showalter de maharetini konuşturmuş; sahneyi öyle bir veriyor ki Murphy’nin yaşadığı o tedirginliği ve korkuyu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Burada bir alkış da Murphy karakterine can veren Perry Matfeld’e tabii… Genç oyuncu, tüm dizide olduğu gibi bu sahnede de iyi iş çıkarıyor. Bununla beraber sahnede insanı esas geren, ortadaki şüphe. Çünkü olay yerine gelen polisler gibi biz de Murphy’nin Tyson’ın cesedine dokunup dokunmadığından emin olamıyoruz. Nitekim birkaç bölüm boyunca aklımızda bu şüphe, Murphy’nin Tyson’ın öldürüldüğünü ispatlamaya çalışmasını izliyoruz.
Şimdi In the Dark’ın ilk sezonda en iyi becerdiği işlerden biri burada ortaya çıkıyor. Hem eğlenceli hem de yer yer gerilimli bir dizi yapacaksanız bir şüphe yaratıp uzun süre o şüpheyi gidermemek seçilebilecek en iyi yöntemlerden. Bu her bölümün her anını ürkütücü kılma zorunluluğunuzu ortadan kaldırdığı gibi, eğlenceli ya da komik sahnelerin dizinin geneline hâkim olan gerilim hissini yok etmemesini de sağlıyor. Şüphe, tekinsizlik duygusunu besliyor. En güldüğünüz sahnede bile, mesela Murphy’e ilk gördüğü an vurulan Max aşkının camına son derece romantik şekilde taş atarken, sizi (ve bu örnekte Murphy’i de) güldüren karakterden emin olamıyorsunuz. Max iyilerden mi, kötülerden mi? Şimdi ben gülmeli miyim bu “aptal romantiğe” yoksa Murphy için tedirgin mi olmalıyım?
In the Dark ilk sezon boyunca şüpheye yaslanmayı sürdürüyor. Tyson’ın öldürülüp öldürülmediği sorusu cevabını bulunca bu defa bir başka “büyük soru” ortaya atılıyor. Nitekim ilk sezon şaşırtıcı bir şekilde çözülüyor. Bir sürprizle karşılaşıyoruz ve itiraf etmeliyim, epey sürprizli dizi izlesem de son ana kadar dizinin sürprizini fark edemedim. Belki çok karmaşık bir kurguya sahip değil In the Dark ama sahip olduğu kurgu kesinlikle doğru dürüst, tutarlı işlenmiş.
Ancak dizinin ikinci sezonu “şüphe” unsuru açısından ilk sezon kadar tatmin edici değil maalesef. Yine sorular var… Fakat bunlar insanı tekinsiz hissettiren esaslı şüphelerden çok cevabını merak ettiğimiz, aksiyonu besleyen “küçük sorular”. In The Dark, ikinci sezonu itibarıyla ilk sezonundaki gerilimden birkaç adım geri atıyor. Yine de ana unsuru gerilim olan bir dizi olmadığından seyir keyfimiz çok da sarsılmıyor. Üstelik eğlence, olduğu gibi devam ediyor.
Bir insan komikse her şey komiktir
Murphy gibi kalender, biraz seksomanyak, fena halde sorumsuz, alkolik bir genç kadının eğlenceli anlar yaşamaması imkânsız. Üstelik çevresindekiler de en az onun kadar eğlenceli: Jess, Murphy’nin arkasını toplamaktan kız arkadaşını ihmal etse de sevimliliği sayesinde hemen herkese kendini sevdiriyor. Çoğu zaman Murphy’nin peşinde zor durumlara düşüyor, öyle ki bir noktada arabasının bagajında birini bile taşıyor! Murphy’nin çalıştığı (sözde çalıştığı desek daha doğru olacak) ve annesiyle babasının sahibi olduğu rehber köpek okulu Guiding Hope’un tabiri caizse kılkuyruk çalışanı Felix’in de yine Murphy yüzünden düştüğü zor durumları izlemek çok eğlenceli.
In the Dark’ın tüm komedi ve eğlence yükünü aslında Murphy sırtlıyor, bir açıdan. Çünkü bu dizi esprilerin peşi sıra patladığı bir sitcom değil; karakterlerin doğal komik halleri üzerinden güldürüyor izleyiciyi. Bunu da başlı başına eğlenceli bir karakter olan Murphy’nin etrafıyla çatışması üzerine kurguluyor. Bu, In the Dark için çok doğru bir tercih. Sırf komiklik olsun diye zorlama espriler ya da sahnelerle karşılaşmıyoruz. Güldüğümüz her an hikâyenin ya da karakterlerin gelişimiyle ilgili. Bunu en açık şekilde Felix’te görüyoruz.
Felix, diziye başladığınızda bir süre en sevmeyeceğiniz karakterlerin başında gelecek. Hani diyorlar ya, “cringe” diye, tam öyle bir arkadaşımız. Nitekim Murphy ve Jess de ondan hiç hazzetmiyor. Ancak zaman içinde, sadece Tyson vakasını çözmeye odaklanmış Murphy’nin başka bir şeyi ve kimseyi umursamamasından dolayı Felix de kendini zor durumların içinde buluyor. Mesela bir lisede Felix, körlük hakkında konuşurken sahnenin ışıklarının kontrol edildiği odada Murphy öğretmenlerden biriyle sevişiyor… Sonuçta yanlışlıkla ışıkları açıp kapıyorlar, içerideki mikrofon da bir anda açılınca tüm salon Murphy’nin inlemeleriyle çınlıyor. Bu, zaten topluluk karşısında konuşmaya çekinen Felix’i mahvediyor.
Bir başka sefer, Murphy sırf bir cesede dokunmanın nasıl hissettirdiğini anlayabilmek için Felix’in ölüm döşeğindeki amcasını ziyaret ediyor ve oturup adamın ölmesini bekliyor. Bunlar biz izleyenler için çok eğlenceli sahneler yaratsa da Felix namına hikâyedeki kırılma anları oluyor ve biz onu daha yakından tanımaya, yaşadığı çatışmaları öğrenmeye başlıyoruz. Elbette bunda anaç gönüllü Jess’in Felix’in düştüğü durumlara üzülüp onunla dost olmasının da payı var. Jess herkesi dinleyen bir kadın, Felix’i de dinliyor. Biz de onunla beraber dinliyoruz.
Bu dizide dinleyeceğimiz çok kişi var aslında.
Bir derdim var, tutamam içimde
Efendim, ben hiç de öyle dünyayı tozpembe görenlerden değilim. Biliyorum ki herkesin sorunu var, bazılarının ise çok daha büyük ve girift sorunları var… Bu yüzden herhangi bir dizide sorunsuz ya da dertsiz bir karakter gördüm mü o diziden tez uzaklaşırım. In the Dark ise zaten hikâyesi itibarıyla dünyayı tozpembe resmedemeyecek bir dizi: Uyuşturucu ticareti, cinayet, engelli bireylerin yaşadığı zorluklar, ihanet, şüphe… Bütün bunların etrafında dönen bir hikâye ne kadar tozpembe resmedilebilir ki? In the Dark en az gerilim ve eğlence kadar dram da yüklü bir yapım, olması gerektiği gibi.
Bununla beraber In the Dark’ın -özellikle ilk sezonun ortalarından itibaren- bu dramın gösterilmesi konusunda bazı sorunları var. Dizi bize çok fazla “anlatıyor”. Karakterlerin dertlerini neredeyse hep onların ağzından dinliyoruz. Bu da dizinin dram tarafıyla kurduğumuz bağı biraz yüzeysel kılıyor. Gerçi ikinci sezon itibarıyla bu durum biraz daha dengelenmiş, izledikçe göreceksiniz…
Bu sorun bir yana, In the Dark’ın dram yükünün dizinin gerilim ve eğlence yüklerine ağır basmaması alkışa şayan. Diziden bir türlü sıkılmamanızda bunun da payı var. Aradığınız her şeyi ayarında buluyorsunuz. Üstelik bu üç unsur iç içe geçen lego misali işlenmiyor. Ebru sanatı gibi, birine dokunduğunuz vakit bütün resim ve haliyle diğer unsurlar da değişiyor. Bu da anlatıyı canlı kılıyor.
Yeni sezon, yeni resim
In the Dark’ın ikinci sezonunu ön gösterim imkânı sayesinde erkenden izleme şansım oldu. Doğrusu, bana ilk sezonun tadını vermedi. Ancak eminim ki birçoğunuz ikinci sezonu ilk sezona nazaran daha çok seveceksiniz. Çünkü In the Dark ikinci sezon itibarıyla karakter gelişimlerinin tamamlandığı, hikâyenin sınırlarının Murphy’nin dedektifliğe soyunmasını aşarak daha karmaşık bir suç hikâyesine dönüştüğü, aksiyonun arttığı yeni bir resim sunuyor bize.
Artık yazımı nihayete erdireyim. İşte bunlar da son sözlerim: Evlere kapandığımız şu günlerde farklı, sürükleyici ve eğlenceli şeyler izlemek isterseniz, bir şaheser olmasa da In the Dark, arzunuzu tatmin edecektir. Tavsiyem, pek zaman kaybetmeden ilk sezonu izleyip ilk bölümü 28 Mayıs’ta yayınlanan ikinci sezona atılmanız. Bence değer.