“Kefernahum”: Kendi Evinde Bir Kaçak Göçmen I Gözde Güven

 “Kefernahum”: Kendi Evinde Bir Kaçak Göçmen I Gözde Güven

[highlight]Yeri yurdu, annesi babası belli bir çocuğun yoksunluktan acıyan kalbi, çarşafın üzerine kanadı. Evrendeki bir parazitten farksız görülen küçük bedeni o bir damla kanı gördüğü an büyüdü. Zaten trajedinin tam ortasına doğmuş bir çocuk için soğukkanlılıkla yeni trajediler tasarlayan gücün adına hayat deyip geçmek mümkün müydü? Yabancı Dilde En İyi Film dalında Lübnan adına Oscar Ödülü için yarışacak Kefernahum‘da yönetmen Nadine Labak, aile kurumu üzerinden aidiyet, yoksulluk, göçmenlik sorunlarını ülkesinin gerçekleri ışığında deşiyor. Sahici bir film Kefernahum…[/highlight]

İsmi Zain… Ama bir kimliği yok. Yaşını bilen de… Adli tıp raporuna göre 12 olan ama en çok 7-8 görünen bu çelimsiz bedenin taşıdığı ağır yükün altında ezilmemek için verdiği mücadele üzerine kurulu bir film Kefernahum. İlk bakışta sinemada sıkça işlenen bir çocuk hikâyesi gibi görünse de Kefernahum‘u benzerlerinden farklı kılan bir ayrıntı var: Yaşadığı hayatı “Bir bok çukuru… Ayaklarımın altındaki pislikten daha pis,” diye tanımlayan Zain’in düzene isyan etmek için seçtiği yol…

-Neden anne-babana dava açtın?
-Beni dünyaya getirdikleri için…

Bu sıradışı diyalogla başlıyor Zain’in hikâyesi… Tarihi kanla yazılmış bir ülkenin çocuğu, acılar içinde geçen 12 yıllık kendi kişisel tarihini mahkeme salonunda sorgulatıyor. İlgisizliğin ve sevgisizliğin ruhunda açtığı yaraların hesabını, hâkim huzurunda anne ve babasından soruyor.

Dirençli bir karakter: Zain

Savaş coğrafyasında yetişen çocukların makûs tarihini sembolize eden bir sahneyle başlıyor film. Lübnan’ın başkenti Beyrut’un viran bir mahallesinde, bir grup çocuk tahta silahlarla savaş oyunu oynuyor. İçlerinden biri -belki de hepsi- aslında bir “görünmeyen…” Kalabalık ailesiyle birlikte izbe bir evde yaşayan Zain, bu hikâyenin baş kahramanı. Geçimini yasadışı yollardan -üstelik bir cezaevi üzerinden- sağlayan, çocuklarını da suça alet eden, birkaç tavuk parasına kendi evlatlarını satan, çocuklarını nüfusa bile kaydettirmeyen bir anne-babanın, tıpkı kardeşleri gibi tesadüfen hayatta kalan çocuklarından biri. Seyyar satıcılık, bakkal çıraklığı gibi işlerde sömürülen Zain’in annesi tarafından okula yazdırılmak istenmesinin altında bile bir çıkar yatıyor. Anne ve babasının sevgisizliğini artık kanıksamış bu çocuğun beslendiği tek bir damar var; 11 yaşındaki kız kardeşi Sahar… Onu, sokaktakiler kadar evin içindeki tehlikeden de korumak için çırpınan Zain, ergenliğe ilk adımına tanıklık ettiği kardeşinin anne şefkatine açlığını bile tek başına ve bir yetişkin olgunluğuyla gidermeye çalışan dirençli bir karakter.

Her şeye rağmen…

Zain’in kendi evinin içinde yaşadığı trajedi, Sahar’ın “elinden alınmasıyla” dışarıya taşıyor. Sadece bir çocuğun ilgisini çekebilecek pembe kostümlü Karafatma Adam’ın peşine takılan Zain’in yolu, çocukların sadece doğal nedenlerle öldüğü bir Avrupa ülkesini düşleyen kaçak göçmenlerle kesişiyor. Hiç tanımadığı Etiyopyalı bir kadında ve onun gizlice büyütmeye çalıştığı bebeğinde (koruyamadığı kız kardeşinin yerine koyduğu) hissediyor aile sıcaklığını. Fakat hayat, bu küçük çocuğun omuzlarına yeni yükler fırlatıp kenara çekiliyor bir kez daha. Ortadoğu coğrafyasında doğarak hayata zaten yenik başlayan Zain, bir anlamda kendi evinde bir mülteciye dönüşüyor. Hayatta kalmanın raconunu çocuk yaşta öğrenmek zorunda bırakılan Suriyeli bir kızdan alıyor açlığını dindirmenin tüyolarını. Her şeye rağmen mücadeleci ruhunu yitirmeyen Zain’in acı dolu gözleriyle gülümsediği tek ansa sahte bir karede donup kalıyor öylece.

Gözler, sözleri anlamsız kılıyor

Bu kadar ağır bir dramı melodram tuzağına düşmeden anlatabilen, aynı zamanda çok doğal ve çocuksu bir mizah dilini baştan sona diri tutmayı başaran bir film Kefernahum. Gözlerin, sözleri anlamsız kıldığı bir anlatı… Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nü kazanan ve Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde Oscar’a aday gösterilen filmin Lübnanlı yönetmeni Nadine Labak, toplumun en küçük birimi aile kurumu üzerinden aidiyet, yoksulluk, göçmenlik sorunlarını ülkesinin gerçekleri ışığında deşiyor. Gözlem yeteneği kadar, oyuncu yönetimindeki başarısıyla da hayranlık uyandırıyor. Çünkü ana rolleri teslim ettiği isimler, hem birer amatör hem de çocuk. Örneğin Zain rolünü gerçek hayatta Beyrut’ta yaşayan Suriyeli mülteci bir ailenin çocuğu olan Zain Al Rafeea üstleniyor. Tıpkı filmdeki gibi zorluklar yaşamış olmasının da getirdiği bir ustalıkla oynuyor rolünü. 10 aylık Yonas’la değme oyunculara taş çıkarıyorlar. Yonas’ın annesi Rahil’i oynayan Etiyopyalı Yordanos Shiferaw da belgeleri olmadan Lübnan’da yaşam mücadelesi veren bir göçmen. Ailelerin yaşadıkları mekânlar da, beslenme yöntemleri de (şeker ve buz gibi) mizansen değil gerçek. İşte, yönetmenin bu seçimleri filmde başarıyla yakalanan sahicilik algısının daha da güçlenmesine katkı sağlıyor.

Peki, bu davada suçlu kim? Çocuklarını meta gibi gören sevgisiz ve ilgisiz bir anne-baba mı? Yoksa onları yoksunluğun ortasında kaderine terk eden toplumsal yapı mı? Babanın mahkeme salonunda söylediği “Bana bu kadarını öğrettiler. Beni niye suçluyorsunuz?” sözlerine hâkimin de verecek bir cevabı yok ama tarafını çok net belli eden yönetmenin olduğu kadar seyircinin de bir yanıtı var…

Editör

Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...

Related post