“La casa de papel” 3. Sezon: Büyük Kavga İçin Döndüler
[highlight]Son dönemde en çok konuşulan yapımlardan La casa de papel, yeni sezonuyla 19 Temmuz’da izleyiciyle buluştu. Yeni sezonu Episode Dergi editörleri Özlem Özdemir, Sevtap Tuzcu ve Yasemin Şefik değerlendirdi…[/highlight]
La casa de papel‘de ekip, dünyanın farklı yerlerinde güzel güzel yaşarken, Rio’nun yakalanması ve işkenceyle konuşturulmaya çalışılması nedeniyle tekrar toplanıyor. Profesör, ekibe yeni isimleri de katıyor ve Berlin ile Palermo’nun yıllar önce önerdiği hedefi gözüne kestiriyor. Bu, artık sadece bir soygun değil, bu artık parayla ilgili de değil. Bu, Rio’yu kurtarmak için İspanya devletiyle başa çıkmanın bir yolu. Dali maskeliler, devletin sırlarını belgeleriyle sakladığı İspanya Merkez Bankası’nın imkânsız denilen kasasını açarak, kavgayı büyütüyorlar…
Dikkat; 3. sezonla ilgili spoiler içerir…
Yasemin: La casa de papel, 3. sezonuna hızlı ve havalı girdi. Gerek var mıydı? Kesinlikle evet! Ben 10 sezon olsa izlerim diyenlerdenim. Klasik bir dizi akışından ziyade içeriği, aksiyonu ve ilişkileri (uluslararası ya da kişisel) anlatan dilini seviyorum.
Sevtap: Çok sağlam bir girişti. 3. sezonda karakterlerin kabuk altındaki duygusal dünyalarının daha da gün yüzüne çıktığını düşünüyorum. Çok ilginç aşk çemberleri var. Bana aşk daha ince işlenmiş gibi geldi diğer sezonlara nazaran.
Özlem: Dizi, darphaneyi soymak ve başarıyla kaçmak üzerine kuruluydu malum. Sevtap, Madrid’de yaptığın röportajlarda Álvaro Morte, önemli bir şey söyledi; bu kadar sevilen bir projenin devam etmesi gerektiği üzerine. Elbette 3. sezonun ilk bölümüne başlarken benim de dünyadaki pek çok izleyiciyle kaygılarım aynıydı: Tekrar neden soygun yapmaları gereksin ki? Álex Pina, İspanyol polisiyesindeki ters köşelere dair uzmanlığını konuşturuyor yeni sezonda ve aslında bir mücadele için, Rio’yu işkenceden kurtarmak ve polisin elinden almak için ekibi tekrar toplayıp Madrid’e gönderiyor. Sözü, söylemi, daha da sert ve net geldi bu sezonun bana. Ayrıca Sevtap’ın belirttiği gibi karakterlerin daha derinlerine inmeleri de mutlu etti.
Başarılı ama kuralsız ve korkutucu: Komiser Alicia
Yasemin: Peki yeni eklenen karakterlere ne diyorsunuz? Palermo ve Alicia mesela. İki sivri karakter. Profesör ile yürümek her zaman akıl işi değil. Bence 4. sezonda birçok karakterin alt metnine gireceğiz. Mesela Alicia, hamile tamam ama aşkı kimdir? Bu çocuk kimden? Bunların 4. sezon kurgusunda sağlam yeri olacağını düşünüyorum.
Özlem: Alicia çok etkileyiciydi, yeni sezonda Profesör’ün neredeyse kayıpsız bir zafer daha elde etmesi, fazla zorlama olurdu. Pina, buraya iyi bir çözüm bulmuş: Profesör kadar iyi akıl yürüten, başarılı ama kuralsız ve korkutucu Komiser Alicia’yı ekliyor hikâyeye. Palermo’dan çok etkilenemedim açıkçası, Rodrigo De La Serna’yı sevmeme ve nasıl bir karakter çıkaracağını merakla beklememe rağmen. Palermo, Berlin’i çok anımsatıyor ve derinliği tam anlamıyla oluşturulamamış gibi geldi. Marsilya’ya dair de çok veri yok bu sezonda.
Sevtap: Evet, sanırım 4. sezonda Marsilya küçük kemirgeniyle devreye girecek. Röportajda da Luka Peros karakteri hakkında pek ayrıntıya girmek istememişti. Alicia’yı karakter olarak çok beğeniyorum. Ne yapacağı belli olmayan ve amacı için her şeyi göze alan bir manyak. Her an her şey olabilir. Álex Pina, ebeveynliği de farklı açılardan işlemiş bu kez. Hamile olan ama hiç öyleymiş gibi hareket etmeyen anne adayı Alicia var karşımızda. Bogota da mesela bence bu konuda “başka” baba anlayışını resmediyor.
Özlem: Evet, Bogota’yı atlamışım. Ebeveynlik demişken, Denver ve Bogota’nın babalık üzerine konuştukları sahne çok iyi değil miydi?
Sevtap: Evet ben de etkilendim. Denver ile geçen diyaloglarından bahsediyorsun değil mi?
Özlem: Evet, Bogota’nın “iyi bir baba olmak istiyorsan, kendin olmaktan vazgeçmeyeceksin” şeklinde özetleyebileceğimiz, nefis öğütlerinin olduğu sahne. Bence üzerine düşünülmesi gereken diyaloglardı.
Yasemin: Çok iyi sahneydi. Farkındaysanız bu sezon aile kaygıları daha yüksek.
Sevtap: Denver’in de karakterine daha derin bir bakış açısı sağlamak adına iyi bir refleksti bu diyalog.
Yasemin: Peki asıl sorum: Berlin yine mi öldü?
Özlem: Netflix çevirilerindeki büyük bir hata yüzünden pek çok izleyicinin kafası karıştı. Soygun öncesi Floransa’da buluşuyorlar Berlin’le ve aslında iki soygundan hangisini yapacaklarını görüşüyorlar. 5 yıl önce diye çevrilmesi gereken metin, Netflix’te 3. sezondaki soygunun 5 gün öncesi gibi anlaşılıyor.
Yasemin: Ben net öyle anladım. Flashback konusu sıkıntılı olmuş.
Sevtap: Fragman yaktı herkesi. “Berlin nasıl hayatta kalmış?” soruları yükseldi. Oysa Berlin gerçekten öldü ama biz 3. sezonda geçmişe ait diyalogları izledik. Berlin demişken; Profesör ile Berlin’in birbirinden nefis duygusal sahnelerine ne diyorsunuz? Özellikle Berlin’in dans ederek Guantanamera şarkısını Profesör’e söylediği sahne. Aslında bir vasiyetname var orada.
Özlem: Şahane bir sahneydi, şahane bir şarkı seçimiydi. Profesör’ün dans edememesi de şahaneydi.
Sevtap: “Bir hain gibi karanlıkta ölmeme izin verme, ben iyi biriyim ve güneşe karşı öleceğim, güneşe karşı kardeşim,” diyor. Kesinlikle çok duygusaldı.
Yasemin: Bu sezon diğerlerine göre daha çok müzik kullanılmış. Şarkı seçimleri çok başarılı.
Özlem: Bunu size sormak istiyordum, bazı sahnelerde müzik beni rahatsız etti. Hatta 1-2 bölümde müzik kullanımı o kadar artıyor ki klip izliyormuş gibi koptuğum anlar bile oldu. Şarkı seçimleri çok doğru ama dozu biraz fazla gibi, en azından benim için öyle…
Yasemin: Aslında bir bakıma haklısın. Birkaç sahnede de Türk dizisi gibi uzun bakışlar olmadı değil. Peki, Tokyo’ya kafa atmak istemediniz mi?
Özlem: İnanılmaz gerçekten! “İçeriden çıkma olasılığımız nedir profesör?” diye sormuşsun, o da “Yüzde 50’nin altında,” demiş. Ve terk ettiğin adam, seni terk ettiği için sarhoş oluyorsun zil zurna. Belki de öleceğin bir soygunda kendini kim böyle kaybeder ki? Ama bir yandan da Tokyo ilk sezondan beri, fazla duygusal ve karar alırken çok mantıklı davranamayan bir karakter olarak çizildi; bu açıdan saçmalıkları tutarsız olmayabilir ama izlerken insanı sinirlendirdiği kesin.
Yasemin: Tokyo, ilk sezonun açılış bölümü itibarıyla “anlatıcı” olarak karşımızda. Bu da bana 4. sezon öleceğini gösteriyor. Üzgünüm Tokyoseverler ama böyle bir kurgusu olduğunu düşünüyorum.
Sevtap: Eşcinselliği de işlemiş bu kez Álex Pina. Daha önceki sezonlarda biraz yüzeysel geçmişti. Ancak aşkın evrensel boyutunu bu kez daha güzel işlemiş. Palermo’nun mesela Berlin’e duyduğu karşılıksız aşk, size de Palermo’yu daha sempatik göstermedi mi? Ya da en azından bu kadar katı olmasının ardında aşk acısı olması, bende empati beslememe sebep oldu.
Özlem: Palermo, aslında hayatının aşkı Berlin’in intikamını almak için giriyor oraya. Ve evet çok sert, çok kaba ve kadın-erkek meselesinde inanılmaz geri kafalı bir adam. Fakat Nairobi-Palermo sahnesinde, yani Nairobi’nin Helsinki’ye aşık olduğunu söylediği ve Palermo’nun bunu asla yapamayacağını anlattığı sahne, Palermo’yu anlama açısından beni kazandı.
Sevtap: Evet katılıyorum. Seksist eşcinsel bana paradoks gibi geldi önce, oysa Palermo’nun savaşı herkesle, kendiyle, asla itiraf edemediği aşkıyla ilgili.
Yasemin: La casa de papel, Hızlı ve Öfkeli‘ye karşı! Yani ikisi de aile temalı. Kendi iç dünyalarında duygusal krizlerini atlatamamış olsalar da halk kahramanı bu karakterler bir bakıma bitik haldeler. Devlet, gizli bilgilerinin açığa çıkmasından korkuyor ya… Son zamanlarda duyduğum en iyi replikler bu dizideydi. İnanın kıskandım. Bizim buralarda o işler zor.
Özlem: 3. sezonun beşinci bölümüne kadar neden oraya girdiler, altınları alıp ne yapacaklar, Rio’yu bu yöntemle nasıl kurtaracaklar diye düşündüm ama beşinci bölümde “devletin lağımı” dedikleri gizli belgeler ortaya çıktı. Zekice örülmüş bir senaryo, Álex Pina’nın kadın-erkek, ailenin çeşitliliği, tek eşlilik-çokeşlilik, ekonomik eşitsizlik meselelerinde, hatta AB ve NATO konularında söylemekten çekinmediği, dert edindiği çok şey var. Bir yandan keşke bu dert edindiği şeyleri, çok daha farklı yapımlarla anlatsa diye düşünüyorum ama bu meseleler açısından daha izlenebilecek bir sezondu benim için. Aile, yalnız olma konularında da çok iyi diyaloglar vardı.
Nairobi Helsinki’yi seviyor, Helsinki Palermo’yu, Palermo Berlin’i
Sevtap: Kısa bir spoiler ile araya girebilir miyim? Bankanın duvarına bir grafiti yapacak olsanız, duvara ne yazardınız? Benim grafitimi açıklıyorum: “Nairobi Helsinki’yi seviyor, Helsinki Palermo’yu, Palermo ise Berlin’i.”
Yasemin: Bu grafiti kesinlikle uygun. “Çukur evimiz, Profesör Babamız” misali dizi, yığınla karakter dolu. 3. sezona dair sosyal medya yorumlarına baktığımda izleyicileri ikiye bölmüş. “Harikacılar” ve “Berbat” diyenler… Yalnız nasıl yorumlanırsa yorumlansın, ben prodüksiyona bayıldım. Sekiz bölümlük sezonda çekim, yönetmen akışı ve senaryo çok iyi.
Özlem: Beni düşündüren, Netflix anlaşmasının Álex Pina’yı nasıl etkileyeceğiydi. Kriterim, senaryonun akışı, matematik, karakter zenginliği, iyi oyunculuk, iyi yönetmenlik. Bunların hepsini karşılıyor La casa de papel benim açımdan. Bitmiş bir hikâyeyi tekrar devam ettirmek konusunda da yapılabilecek en zekice hamleyi yaptılar. Para için değil, ekip arkadaşlarını kurtarmak ve İspanya halkını yanlarına çekmek için bir plan yaptılar. Yönetmenliği ben ilk iki sezona göre daha cesur buldum, ne dersiniz bilmiyorum. Aksiyon sahnelerinde ya da karaktere odaklanan yakın plan sahnelerde Jesús Colmenar işini çok daha iyi yapmış.
Sevtap: Evet kesinlikle daha sertti. Daha şiddetli, daha uzun aksiyon sahnelerine sahipti. Oyuncuları da zorlayacak çekim teknikleri söz konusu. Fazlasıyla başarılı buldum.
“Hepimizin olanı, hepimiz için alıyoruz!”
Özlem: Ben grafitimi söylemeyi unuttum: “Hepimizin olanı, hepimiz için alıyoruz!” olabilirdi bence bankanın üzerine yazılacak yazı…
Sevtap: Nefis bir mesaj. Peki, Profesör ile Lizbon ilişkisinin cicim aylarının bitmesi ve Profesör’ün maço hareketlerde bulunup kırıcı sözler söylemesini nasıl yorumluyorsunuz?
Özlem: Profesör, zekâsına ve çalışkanlığına çok güvenen bir adam. Aslında kendine ait olmayan, riskleri yüksek bir planı uygulamak zorunda kalıyor. Ben sezon boyunca Profesör’de bunun sıkıntısını gördüm. Denver ve Profesör’ün saçmalama nedenleri de benzerdi: İkisi de sevdikleri kadın yanlarında olunca fazla “sahiplenici, koruyucu, kollayıcı” tepkiler veriyor. Burada da sanki o çok “entelektüel” Profesör ile “sokak çocuğu” Denver’in hangi konuda ahmakça birbirine benzediğini göstermiş oldular. Álex Pina, Episode’daki iki röportajında da ısrarla kadınların yanında olduğunu, anlatılacak her hikâyede en önemli olanın kadınlar olduğunu belirtti. Pina’nın bu yaklaşımıyla ilgili eleştirel sahneler olduğunu düşünüyorum bu sahnelerin.
Sevtap: Kesinlikle katılıyorum. Bir de son sahnelerinde Lizbon yakalanmak üzereyken telsizden konuşuyorlar. Orada Profesör, bütün bu saçma hareketleri için bir nevi özür diliyor. “Yaşlıyım ama sen benim ilk ilişkimsin,” diyor. İlişki özürlü olduğunu ve ilişkiyi nasıl yürüteceğine dair eksikleri olduğunu dile getirmiş oluyor. Sonuçta Lizbon her şeyini bırakıp sevdiği erkeğin peşinden gidiyor. Alicia ile ilgili yaptığı pazarlık yüzünden aralarında bir kavga başlıyor ve Profesör: “Bu bir satranç oyunu ve ben seni daha önce bu oyunda yendim,” diye bir çıkışta bulunuyor. Lizbon’un o an yaşadığı duygu, aslında birçok kadının bildiği bir duygu.
Yasemin: Profesör ve Lizbon… Şimdi düşün; kanun insanıyken, suçlu taraftasın. Zaten fedakârlık zirve yapmış. Gerginlik her şekilde var. Bizim kızlar böyle bir durumda sürekli bunu başına kakardı. Senaryo bu açıdan zaten diyalogları en üst seviyeye çıkarıyor. Profesörün işi “yalnız adam” olayı ama bu sefer zorunlu bir girişim ve kontrol tamamen gidiyor. Farkındaysanız 3. sezon içeri girdiklerinde Berlin gibi bir adam yok. Yani ekibin başı diye bir şey yok. Görev dağılımları yapılıyor. İlk sıkıntıda ve krizde saçmalayan saçmalayana… İzleyici bunu görünce “Eee hadi” moduna giriyor. Kaos bütünüyle yorucu. Ve mutlu son yok!
Denver+Stockholm=Cincinnatti
Özlem: Aslında ilk iki sezonda da içerideki ekipte iktidar savaşları olmuştu. Burada da Palermo, içerideki ekibin lideri ama yine Nairobi isyan başlatıyor. Bu sezon benim için kesinlikle Nairobi sezonu! Her sahnesi, diyaloğu nefisti. Son zamanlarda izlediğim en keyifli kadın karakter. Sezon sonunda da ağlattı herkesi sanırım. Alba Flores rocks! Yeni grafiti: “Dali maskemiz, Nairobi anamız!”
Sevtap: Katılıyorum benim de en favori karakterimdir Nairobi. Ayakta alkışlıyorum grafitini. Bir tane de benden: “Denver+Stockholm=Cincinnatti.”
Yasemin: Denver tatlı çocuk. Sağlam duruyor. Stockholm, kırk yıllık hırsız edasıyla… Bu arada Denver’in rehineyi yanına çağırıp hoşlandığın bir kadınla bağırsakların hakkında konuşamazsın kısmı iyiydi. Rio’ya gelince… Ulan her şey senin yüzünden oldu. 20’lik bir çocuk olarak aşkını uydu telefonundan ararsan, kırmızı bültenle de aranıyorsan tabii gelip bulacaklar. Bak yine Tokyo’ya kuruldum.
“Tokyo senin uçak biletlerin bile pahalı”
Özlem: Yoksa siz de Tokyo ve Rio’ya ısınamayanlardan mısınız? Denver de bu sezon iyice açılanlardan, çok iyi performans.
Yasemin: Yeni grafiti: “Tokyo senin uçak biletlerin bile pahalı.”
Sevtap: Saç kesimini de sevmedim. Úrsula Corberó çok güzel bir kadın, elbette yakışmış ama apaçi kesimi gibi. Tokyo bizimle değıııılsınnn…
Yasemin: Tokyo, Başakşehir’de futbolcu gibi saçıyla beni de benden aldı. Ancak poposu çok güzel, tamam üstümüze gelmeyin.
Özlem: Çok güzel kadın gerçekten; bir röportajında daha sert bir Tokyo olacağı için saç modeli de ona göre yapıldı demiş ama bilemedim.
Yasemin: La casa de papel‘in 3. sezonunda kötü bulduğunuz şeyler var mı?
Özlem: Ben müziklerin yer yer fazla kullanılmasını eleştirebilirim, senaryonun genel akışına dair bir eleştirim yok açıkçası. Yeni giren karakterlerin de -Alicia dahil- biraz daha derinlemesine verilmesini isterdim. Fakat eski ekipteki karakterlerin derinlerine inmesi, diyalogları ve toplumsal mesajları açısından sınıfı geçti bence.
Sevtap: Araya bir troll soru atmak istiyorum: Sizce Profesör ya Tokyo’yu ya da Lizbon’u kurtarma ikileminde kalsa hangisini kurtarırdı?
Özlem: İkisini de kurtarmaz, kıyafetleriyle denize doğru koşar, kendini boğardı.
“Denver, başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin!”
Yasemin: Tokyo’yu iki kez kurtardı. Biri ilk sezonda, ikincisi de bu Rio olayında. Bence sıra Lizbon’da ya da şöyle düşünelim ya herkes Profesör’ü kurtarmak zorunda kalırsa? Yeni grafiti: “Denver, başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin!”
Özlem: Şahane oldu bu. Peki o zaman biraz 4. sezonu da konuşalım mı? Sezonun sonunda olabilecek en kötü şeylerden biri oluyor; ilk sezondan beri “Birinin canını yakarsak halkın gözünde kahraman olamayız,” diyen ve buna göre planlarını kuran Profesör, savaş emri veriyor. Son bölümde ekip, kolluk kuvvetlerine ateş açtı. Profesör, Lizbon’un öldüğünü sanıyor ama Lizbon yakalandı. Nairobi, muhtemelen öldü. Neler olabilir sizce yeni sezonda?
Sevtap: Komiser Alicia boşuna hamile değil. Profesör bırak bir kadına, hamile bir kadına zarar verilmesine asla izin vermez. Bence bu durum bir ikilem yaratacak ve bununla ilgili yutkunmamız gereken bir sahne bizi bekliyor 4. sezonda.
Yasemin: O zaman Yasemin Pina olarak başlıyorum: Savaş ilan edildi. Kolluk kuvvetlerine açtıkları ateş başlangıç ama tahminim kahraman olmaya devam edecekler çünkü devlet, pislikleri yayılmasın diye başka algı operasyonları yürütecek. Alicia hikâyesi bizi çok şaşırtacak. Profesör alkolik olacak, bir taraftan sevdiceğini öldü sanıyor. Hem de kendi kurgusuna kendi düşerek. Lizbon içeri girecek ama serbest bırakılacak; çünkü o belgeler o işe yarayacak. Tokyo, Denver’e yürümeye devam edecek. 3. sezon az sevişmeli geçti. Bu sezon ortam yanar. Palermo ve Helsinki arasında büyük çatışma bekliyorum. Nairobi öldü… Bir de Profesör her şeyi kaydediyor; Lizbon’un öldüğünü söyledikleri ve üzerini kapatacaklarını söyledikleri o anı basına sızdıracak. Ama polis diyecek ki Profesör yalancı, biz öyle bir şey yapmadık, işte Lizbon diye gösterecekler. Altınlar halka dağıtılacak. Umarım dağıtılırken oralarda olurum…
Özlem: Bence devlet, Profesör’ün ve ekibin güvenirliğini, itibarlarını yok edecek, Profesör ciddi sorunlar yaşayacak. Nasıl bir ters köşe olacak bilemiyorum ama final sezonuysa çoğu ölebilir de bir yandan. Álex Pinacığım, bir yolu varsa Nairobi’yi olağanüstü bir şekilde yaşatmaya devam eder misin lütfen? Bizim yerli dizilerde öldüğü söylenen karakterler, geri dönüyor, sorun etmiyoruz. Nairobi de dönebilir, bence…
Yasemin: Bir kez daha söylüyorum: Tokyo ölecek.
Sevtap: Zaten asla rahat durmadığı için öyle ya böyle ölecek bence de. Rio ile tekrar birleşirler mi sizce? Son grafiti; “Rio boş ver suşiyi, gel ben sana kebap yediricem.”
Özlem: O zaman bitirelim kebapla. Biz birkaç yıldır kendi aramızda konuşuyoruz ama Netflix’le anlaştığından beri ismi daha çok biliniyor. Álex Pina ismini gördüğünüz her işi gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz bence. Ne dersiniz sevgili editörlerim?
Yasemin: Kesinlikle katılıyorum. Álex Pina’dan daha çok proje geleceği, Netflix anlaşmasıyla onaylandı.
Sevtap: Vis a Vis eklendi Netflix’e. Hatta Komiser Alicia’yı canlandıran Najwa Nimri de rol alıyor bu dizide. Bu sene içerisinde de Netflix’e iki Pina prodüksiyonu daha eklenecek. Ama benim tabii ki favori dizim: The Pier.
Özlem: The Pier dizisinin de yeni sezonu çekildi, yayınlanmasını bekliyoruz. İlk sezonunu BluTV’den izleyebilir okurlarımız.
Sevtap: Bana böyle haberlerle gel Özlem.
Özlem: O halde Guantanamera ile veda edelim…