Psikanaliz: Babylon Berlin
‘’Tüm savaşlar, insanoğlunun düşünen bir hayvan olarak başarısızlığının göstergeleridir.’’
John Steinbeck
Sanatçı için kendini ifade edebileceği alan Zeitgeist’e göre değişiyor. Yüz yıl önce tiyatro, yerini sinemaya devretmişti. Şimdiyse sinema, televizyona devrediyor gibi gözüküyor. Sinemadan tanıdığımız iyi yönetmenlerin dizi çekmesi artık vaka-i adiyeden olmaya başladı. Televizyon dizileri öylesine büyük projelerle ve bütçelerle çekilir oldu ki bu durum şaşırtıcı değil artık, dediğim gibi, sanatçı için ifade alanı devirden devire değişiyor.
Run Lola Run, Das Perfume ve Cloud Atlas gibi filmleriyle tanıdığımız Tom Tykwer de televizyon dünyasına giriş yaptı, üstelik devasa bir projeyle. 40 milyon euroluk bütçesiyle Babylon Berlin, Almanya’nın en yüksek bütçeli televizyon yapımı oldu. Ve Volker Kutscher’in polisiye roman serisinden uyarlanan Neo Noir dönem dizisi, bütçesinin hakkını fazlasıyla verdi.
Dedektif Gereon Rath ekseninde ilerleyen Babylon Berlin, I. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış Almanya’da geçiyor. Bir yandan Gereon’un hikâyesini izlerken onunla paralellik gösteren bir ülke tarihi ve sosyolojisi de gözümüze çarpıyor.
Cephe Savaşından Sonra “Shell Shock”
Gereon, I. Dünya Savaşı’ndan sağ dönmüş bir adamdır. Bir gazidir ama yarası görünmez bir yaradır. O dönemde “shell shock” olarak tanımlanan bir tablodan muzdariptir. Ruhsal olarak strese girdiğinde ya da savaşı ona anımsatan bir olayla karşılaştığında titremeye ve motor fonksiyonlarını yitirmeye başlar. Bu nöbetleri çevresinden gizlemektedir çünkü özellikle kendisi gibi savaştan dönen erkekler arasında bu, hor görülen ve hatta ayıplanan bir durumdur. Henüz insan psikolojisi tam olarak anlaşılmadığı için bu durum bir çeşit kapris gibi gözükmektedir diğerlerine. Savaştan dönen milyonlarca askerin öylesine büyük fiziksel kayıpları, yüzlerinde, bedenlerinde öylesine sert organ ve uzuv kayıpları olmuştur ki bu nedensiz görülen nöbetler bir türlü idrak edilememektedir. Yüzlerinin bir parçasını, kollarını, bacaklarını kaybeden milyonlarca savaş gazisi varken bedenleri sapasağlam ama aniden titreyerek düşen adamlar anlaşılamamaktadır.
Şimdilerde travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olarak tanımlanan “shell shock”, günümüzde Babylon Berlin dizisinde tasvir edilen formunda görülmemektedir. O dönemde henüz ruhsal yapı hakkında yeterli bilgi bulunmaması nedeniyle askerlerin bombardıman etkisiyle böyle bir tepki geliştirdiği fikri hâkimdi. Bu nedenle tepkiye, kovan şoku anlamına gelen “shell shock” denilmişti. “Shell shock” ruhsal travmanın etkisiyle gelişen dissosiyatif bir tablodur. Kişi, bedeninin ve bazen zihninin kontrolünü yitirir, motor fonksiyonları etkileyen bir dissosiyatif tabloysa titreme, kasılma ve düşme, bilinci etkileyen bir tabloysa kendini birden nasıl geldiğini bilmediği bir yerde bulma gibi görünümleri olabilir.
Shell shock’un hâlâ görülmemesinin önemli bir nedeninin artık cephe savaşı yapılmaması olduğu düşünülüyor. I. Dünya Savaşı son büyük cephe savaşıydı. Askerler süreğen bir bombardımana ve göğüs göğüse bir mücadeleye maruz kaldı yani savaşın en travmatik halini yaşadılar. Savaşta siperden çıkarak hücuma kalkan askerlerden birçoğunun o esnada altlarına idrar yaptığına dair hikâyeler mevcut. Bu ölçüde bir korku ve dehşeti, yan yana çarpıştığı arkadaşının süngülenmesi ya da bir bomba tarafından parçalanması takip ettiğinde askerin yaşadığı travma, shell shock tablosunun gelişimi için zemini oluşturur.
Savaştan ağabeyini kaybetmiş ve kendisi de ruhsal olarak sakatlanmış dönen Gereon, yaşadığı Köln’den Berlin’e yeni gelmiş bir dedektiftir. Sürekli bir gizleme hali içindedir; ruhsal travmasının ardıl etkilerini, Köln’de bıraktığı -ağabeyinin karısı olan- sevgilisiyle ilişkilerini, babasının da dahil olduğu bir skandalın izlerini saklamaya çalışmaktadır.
Hayat hikâyesiyle ilgili bölümlerde anlarız ki ailesinin tercih ettiği, kayırdığı evlat savaşta ölen ağabeyi Anno’dur, Gereon ise yetersiz bulunan çocuktur. Gereon, sürekli kendisini babasına kanıtlamaya çalışmış ve hatta belki savaşa da bunun için gitmiştir. Ama annesinin tabiriyle ‘’yanlış çocuk eve dönmüştür’’ yani kendisi. Gerek yetersiz görülen çocuk olarak ağabeyinin gölgesinde büyümesi, gerekse birlikte savaştığı ağabeyinin savaştan dönememesi savaşın travmatik etkilerinin onun üzerinde daha çok hissedilmesine neden olmuş gibidir. Savaş travmasında yapılan eylemi ya da maruz kalınan acıyı hafifletebilecek tek şey, içsel bir gerekçelendirme olabilir. Ne Gereon’un ne de Almanya’nın savaşmak için sağlam bir gerekçesi vardır. Belki bu yüzden hem Gereon’un hem de ülkenin travması ağır olur.
Savaşta Kadınlar
Weimar Cumhuriyeti dönemi Almanya’sının sosyal ve ekonomik durumu hakkında fikir edinmemize yardımcı olan bir diğer karakter ise Charlotte Ritter. Charlotte savaş sonrası ülkenin mali açıdan tükenmiş oluşunun en güzel göstergelerinden biri gibidir: Ölen annesini gömebilmek için bedenini satmak zorunda kalan bir genç kadın. Yenilmiş bir ülkenin hem savaşın bilançosu hem de savaş sonrası yaptırımlar nedeniyle çökmüş ekonomisinin tezahürüdür Charlotte’un yaşamı. İnsanlar sefalet içinde yaşamaktadır. Erkek nüfusun %15’inin ölmüş, bir o kadarının da sakatlanmış olarak savaştan dönmüş olması da tüm sosyolojik dengeleri değiştirir. Savaş öncesi işgücünün çoğunu oluşturan erkekler, savaşta ölmeleri ya da sakatlanmaları nedeniyle ekonomik bir boşluğa neden olmuştur.
I. Dünya Savaşı’nda 20 milyon insan ölmüş, 20 milyon asker ise yaralı olarak eve dönmüştü. Babylon Berlin’de tasvir edilen Almanya’da 2.000.000 asker savaşta ölmüş, 4.200.000 asker ise gazi olmuştu. Bu boşluk, kadınların ekonomiye dahil olmasının önemli nedenlerinden biri haline geldi. I. Dünya Savaşı’nda erkeklerin savaşa gidişi, kadınları geçici olarak ekonomiye dahil eder, sonrasında erkeklerin savaştan dönüşü, kadınları maaşlı bir işte çalışma alanından tekrar çıkarır. Savaşın yarattığı sosyal ve ekonomik zorluklara karşı yürüyüş ve isyanlarda kadınlar da rol alır. Bütün bunlar, kadınların ev dışı yaşama dahil olmasını hızlandıran unsurlar haline gelir.
I. Dünya Savaşı’nın sosyal sınıflar üzerine yaptığı sarsıcı etkinin önemli bir sonucu, kadınların cinsiyetçi kalıpların dışına çıkmaya başlaması olur. Bunun 1920’lerdeki tezahürü olan flapper kadınları Charlotte karakteriyle bize sunulur dizide. Flapperlar evlerine hapsolmayı reddetmiş, kulüplere giden, kabarık uzun eteklerini çıkarıp kısa etekler giyen, uzun saçlarını kısa kesimle değiştirmiş olan, caz dinleyen ve dans etmeyi seven genç kadınlar. Toplumsal kabulün dışına çıkan bu kadınlar, cinselliğin kadınlar için tabu olmaktan çıkışının ilk örnekleri. Ancak elbette kadınların özgürlükçü davranışları toplumsal olarak büyük tepkiyle karşılanmıştır. Erkeksi olmakla, kadınlara yakışmayan davranışlar yüzünden “evliliğe layık” olmamakla ve hatta dönemin psikologları tarafından zekâlarının yetersiz olmasıyla suçlanmışlardır.
Babylon Berlin dizisinde de Charlotte çok yetenekli bir polis olduğu halde dedektiflik sınavında başarısız olması için yapılan hamlelerle engellenir, kadın olduğu için birçok yerde kale alınmaz. Bulduğu bulguların üzerine erkekler konar ve soruşturmayı onlar ilerletir. Ancak hiçbir sosyal dönüşüm bu şekilde engellenemeyeceği gibi kadın hareketi de engellenememiştir. Sonraki on yıl içinde dünyanın birçok yerinde kadınlar oy verme hakkına ve sosyal hayata katılma şansına sahip olur.
Weimar Cumhuriyeti’nde Kriz
I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya, ikinci Reich’ın yani Alman İmparatorluğu’nun yıkılışını yaşar ve Weimar Cumhuriyeti böyle kurulur. Weimar Cumhuriyeti, Versay Antlaşması’nı imzalayarak savaşı bitirirken silahsızlanmayı kabul eder. Almanya kastre edilmiştir, erkekleri ölmüş ve silahlarını bırakarak hadım edilmiştir. Bu yenik hal, büyük bir agresyonun zeminini oluşturur. Sonrasında gelişen ekonomik sıkıntı ve Alman parasının değerini binlerce kat düşüren hiperenflasyon bu agresyon zemininin ateşine odun atmaya devam eder. Ve son olarak -üçüncü sezonun ilk sahnesinde işareti verilen- Amerikan Büyük Buhranı’nın Almanya üzerindeki etkileri tabuta çivisini çakar. ABD tarafından hiperenflasyondan kurtarılmak üzere desteklenen Almanya bu desteğin yitirilmesiyle büyük bir ekonomik krizin içine düşer.
Gereon da tıpkı Almanya gibi, babasının ekseninden çıkarak savaşa gider, bağımsızlaşma için bir adım atar ancak savaşı ve ağabeyini kaybederek eve döner. Sakatlanmış ve yeniktir. Ağabeyinin eşiyle olan ilişkisi, ailesinin yarattığı kardeş rekabetinin tezahürü gibidir. Hiçbir zaman yenemediği ağabeyini yenmek ister. Bir yandan bunun suçluluğu, bir yandan karmaşık savaş hatıralarında ağabeyinin ölümüne dair anımsadıkları travmasını derinleştirir. Hayatındaki en önemli figür olan babasını bir despot gibi algılayan Gereon, bir başka despot olan iş arkadaşı Bruno ve onun temsil ettiği Nazi öncülü grupla mücadele ederken aslında kötü baba imgesiyle de mücadele etmektedir belki. Bu mücadele ilerledikçe kendine güveni artar, daha atak ve cesur davranmaya başlar.
Ancak Gereon da Almanya gibi arkasından yapılan gizli planların kurbanı olacaktır. Versay Antlaşması’na rağmen gizlice örgütlenen Alman nasyonalistleri, silahlanmaya ve kendi ordularını kurmaya başlar. Bu örgütlenme, dizide Gereon’u alt etmeyi başaracaktır, tarihsel düzlemde ise tüm dünyayı şoka uğratacak ve tarihte görülmemiş bir soykırımın zeminini oluşturacaktır.
Devletin, kurumların, ekonominin çöküşü tarih boyunca toplumsal olarak büyük kırılmalara yol açmıştır. Toplumsal değişimlerin işlenmesi zaman alır ama savaş ve savaş sonrası gibi hızlı dönüşüm dönemleri bunu imkânsız kılar, bu olgular ham haliyle toplumların içine oturup kalır. Büyük bir savaş, milyonlarca insanın ölümü, bir imparatorluğun yıkılışı ve cumhuriyetin kuruluşu, büyük kayıplara işaret eden bir antlaşmanın imzalanması… Tümü çok büyük dönüşümler.
Bu saydıklarımı okurken aklınıza bizim topraklarımız da gelmiş olabilir. Biz de ülkece aynı dönüşümleri yaşamış ve sindiremeden yeni travmalarla karşılaşmış bir milletiz gerçekten de. Almanya’nın Versay Antlaşması ile yaşadığı kastrasyonu, biz Sevr Antlaşması ile yaşadık. Bu olayın yasını, bu olayla gelişen sosyal ve ekonomik olayların yarattığı korkuları işleyemeden yolumuza devam etmek zorunda kaldık. Almanya da benzer dönemlerden geçti. Yenilmiş ve toparlanmaya çalışan bir ülke olmak savaşta kaybetmenin ve kaybedilenlerin yasını tutmaksızın ileri doğru bir atılım yapmayı gerektirir. Bastırılanlar ise kaybolup gitmez, öyle ya da böyle döner.
Bu dönüş, Almanya için şöyle vuku buldu: Biriken agresyonun hak etmeyen bir gruba karşı saldırganlık ile boşaltılması. Almanların fakirliğinden varlıklı Yahudiler sorumlu değildi, savaş ve kötü politikalar sorumluydu. Ama Babylon Berlin dizisinde -özellikle Charlotte’un hayatı üzerinden gözlemlediğimiz- neredeyse yaşamayı imkânsız kılacak ölçüde kötü ekonomik ve sosyal koşullar, halkta bastırılanın geri dönüşüne neden olacak bir ortam yaratıyordu. Nazi rejimi bütün bu olayların yarattığı toplumsal gerilimi kendine yarayacak hale dönüştürür, hem ülkeyi ele geçirir hem de ülkenin ve milyonlarca insanın korkunç bir kadere mahkûm olmasına neden olur.
Ülkelerin tarihinde bastırılanın dönüşü sıklıkla savaşlar ve katliamlar şeklinde olur. Yüzyıllar boyunca biriken birçok yenilgi, yas, çöküş, değişim travmatik anılar olarak toplumsal bellekte yer eder. Bu travmalar hiç belli olmayan hatta küçük gözüken bir sarsıntıyla bile yüzeye çıkıp kaos yaratabilirler. Bir öteki bulup onu düşman belleyebilir veya kendi içlerinde bir öteki yaratabilirler örneğin.
İnsan olarak bize düşen ise dipten gelen agresyon neyi öğütlerse öğütlesin, insanlığın değerlerine tutunmak, barışı ve kardeşliği her şeyin üstünde tutmak olacaktır. Ancak bu tutum yeni toplumsal travmaların gelişmesini engelleyebilir ve daha sağlıklı bir toplum olmak için bir adım atılır.