Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Röportaj: Disney+’ın Heyecan Verici ‘Willow’ Dizisi Ekibi
Ellie Bamber & Tony Revolori & Amar Chadha-Patel & Erin Kellyman & Ruby Cruz & Dempsey Bryk & Jonathan Kasdan & Michelle Rejvan & Warwick Davis
Uzun zamandır merakla beklenen Willow, nihayet Disney+’ta izleyicilerle buluştu. Willow, 1988 tarihli aynı adlı filmin devamı niteliğinde bir Lucasfilm yapımı. Ana karakterimiz hem filme hem diziye adını veren yüce büyücü Willow. Willow’u filmde olduğu gibi dizide de 34 yıl aradan sonra Warwick Davis canlandırıyor. Dawson’s Creek ve Solo: A Star Wars Story gibi işlerde yer alan Jonathan Kasdan, dizinin yazarı ve geliştiricisi. Obi-Wan Kenobi ve Andor gibi dizilerin yapımcıları arasında yer alan Michelle Rejwan, Willow’un da yapımcıları arasında. Başrol Warwick Davis’e genç ve ansambl bir kadro eşlik ediyor. Mare of Easttown’dan hatırlayacağınız Ruby Cruz, Nocturnal Animals ve The Serpent gibi işlerde karşımıza çıkan Ellie Bamber, The French Dispatch’te yer alan Tony Revolori, The Falcon and the Winter Soldier’dan hatırlayabileceğiniz Erin Kellyman, The Fight Machine’de izlediğimiz Dempsey Bryk ve en son The Wheel of Time’da karşımıza çıkan Amar Chadha-Patel… Saydığım isimlerin hepsi bu sayıda röportaj konuklarımız.
Lucasfilm, THX 1138 filminin yapımı sırasında Hollywood stüdyolarında yaşadığı sıkıntılı deneyimlerin ardından filmlerinde yaratıcı kontrolü elinde tutmak isteyen George Lucas tarafından 1971’de kurulmuştu. Lucas, bildiğiniz gibi, Star Wars’ın yaratıcısıydı ve 1977 tarihli ilk Star Wars filminin (Star Wars: Episode IV A New Hope) yapımı sırasında bir özel efektler merkezi de kurmuştu. Lucasfilm zamanla inanılmaz derece büyüdü, harika yapımlara imza attı ve 2012’de Disney tarafından satın alındı.
Lucasfilm, Star Wars ve Indiana Jones gibi franchise’larla büyük başarı elde ettiği yıllarda ve fantastik macera Labyrinth’te Jim Henson ile işbirliği yaptıktan sadece birkaç yıl sonra sihir ve yüksek fantazya dünyasına daldı ve 1988’de Willow filmini izleyicilere sundu. Warwick Davis ve Val Kilmer, filmde krallıklarının kurtuluşu olacak bir bebeği kurtarmakla görevli alışılmadık bir ikiliyi canlandırıyordu. Willow Ufgood, büyük bir meydan okumayla küçük Elora Danan’ı Bone Reavers ve Brownie’lerden korumaya çalışıyordu. Sonrasında uslanmaz haydut Madmartigan (Val Kilmer) ile arkadaş oldu, güçlü büyücülerle tanıştı ve beklenmedik bir şansla kötü kraliçe Bavmorda’yı (Jean Marsh) yenmeyi başardı. Film, birçok kişi tarafından fantastik türe sunduğu taze yaklaşımı ve büyüleyici başrol oyuncularının performanslarıyla büyük beğeni topladı.
Ve şimdi, neredeyse 35 yıl sonra Lucasfilm, büyücü ve Madmartigan’ın kötü Kraliçe Bavmorda’yı mağlup etmesinden yıllar sonrasını konu alan, aynı isimli bir diziyle Willow dünyasına geri dönüyor. Disney+’ın yeni dizisi Willow, orijinal filmin ruhuyla aynı destanı devam ettiriyor. Yeni Willow’un dünyasında halk artık barış içinde yaşıyor ve Kraliçe Sorsha (filmde de aynı karakteri canlandıran ve hâlâ büyüsünü koruyan şahane Joanne Whalley canlandırıyor) tarafından yönetiliyor. Tir Asleen’in 80’lerin sonundaki kadar güzel dünyasında her şey yolunda görünüyor. Ancak korkunç savaşçılardan oluşan bir kadro, Sorsha’nın Tir Asleen’deki kalesine saldırıyor ve Prens Airk’i (Dempsey Bryk) kaçırıyor. Krallığın barışı tehdit edilince şimdi Yüce Aldwin olan Willow, karanlığın güçleriyle savaşmak için bir kez daha Cherlindrea’nın asasını eline alıyor. Willow’a ise bu sefer yeni bir maceracı grup eşlik ediyor.
Ekranlarımızı süsleyen popüler bir serinin her devam yapımı ya da yeniden çevrim versiyonunda olduğu gibi Willow dünyasına da yeniden girmek benim için biraz endişe vericiydi. 80’lerin şahane fantastik filmlerini çıktıkları dönemde değil, sonradan izleyebilmiştim elbette. Ancak yine de modern yapımcı, yazar ve yaratıcıların bu yapımların işlemesini sağlayan o büyüyü nasıl yakalayacaklarını, aynı havayı günümüze nasıl taşıyabileceklerini merak ediyordum. Orijinal filmin yazarı George Lucas’tı. Yönetmen koltuğunda ise şahane Ron Howard oturuyordu. Madmartigan rolünü canlandıran Val Kilmer’ın inanılmaz bir gücü vardı. Dolayısıyla dizinin bocalaması, yalnızca ismiyle izleyici kitlesi toplayabilmesi yüksek ihtimaller arasındaydı. Tir Asleen’e hayran olmamızı sağlayan o büyüleyici atmosferi yakalayabilmek mümkün olmayabilirdi.
Tabii yeni Willow’un arkasındaki isimlerin gücünü de göz ardı etmemek lazım. Dizinin yaratıcısı, yazarı ve yapımcısı olarak karşımıza çıkan Jonathan Kasdan ile yapımın emin ellerde olacağını tahmin ediyorduk. Nitekim beklentilerimiz boşa çıkmadı. Aslında bildiğimiz ve sevdiğimiz dünyanın biraz daha köşeli ve cesur bir versiyonuyla karşılaşıyoruz. Bu dünyada belirli bir zamanın geçtiği çok belli. Karakterlerimiz biraz daha yaşlı ve yorgun. Yine de Disney+ dizisi, Tir Asleen krallığını orijinal yapımla aynı güzellik ve destansı kapsamla ele alıyor. Daha ilk bölümden sizi sürükleyici ve muhteşem bir dünyanın içine çekiyor. Beni, henüz ilk dakikalardan bu kadar tutacağını beklemiyordum açıkçası.
Dizi, bu sene ekranları kasıp kavuran yüksek fantastik dizilerin kapsamıyla eşdeğer bir evren sunuyor bize. Sorsha’nın sarayının ötesinde yaşayan insanlara ve varlıklara daha derinden bakmak için filmin bile sınırlarının ötesine genişlemekten korkmuyor. Dizinin, Willow ve arkadaşlarının Airk’in hayatını kurtarmak ve Tir Asleen’in artık büyümüş müstakbel imparatoriçesi Elora Danan’ı bulmak için seyahat etmesi gereken devasa toprakların olduğu gibi yansıtılabilmesi için Galler’de çekildiğini de belirtelim. Fantastik hikâye anlatıcılığının özüne sadık kalan, aynı zamanda ona yeni şeyler katan bir bakış açısı var karşımızda. Dizinin özünde çok belirgin bir “umut” hissi yatıyor. Orijinal filmi kanlı canlı hale getiren ve onu izleyiciler arasında bu kadar popüler yapan sır da tam olarak buydu.
Willow ve arkadaşlarının bilinmeyene çıktıkları yolculuk, Rings of Power ya da House of the Dragon gibi dizilerde karşılaşmadığımız bir hafiflik barındırıyor. Bu, ciddiyetsizlik olarak algılanmasın. Böyle bir evrende eğlenen, espriler yapan karakterler görmek de harika. Ve her biri farklı karakterler aslında. Bir prenses, onun sadık şövalyesi (genç bir kadın), bir mutfak hizmetçisi, bir savaşçı ve komşu krallıktan bir prens. Harika bir karışım. Davis’in canlandırdığı ünlü Yüksek Aldwin büyücüsüyle birlikte dizinin kalbini oluşturan şey tam olarak bu karakterler.
Bu yeni maceracılar grubunun Willow ve Madmartigan’ın maceralarına ve maskaralıklarına erişemeyeceğini düşünen izleyiciler varsa içiniz rahat olsun diyebilirim. Tıpkı Jonathan Kasdan’ın röportajda belirttiği gibi, son derece taze karakterlerle harika bir şekilde bütünleşen bir yapım olmuş Willow. Büyüleyici ormanlardan Bavmorda’nın terk edilmiş Nockmaar Kalesi’ne kadar, kahramanlarımızın yolu nereye çıkarsa çıksın onları takip etmek isteyeceksiniz. Acınası ama zeki bir prensten gizemli bir geçmişe sahip, eğitim gören bir şövalyeye kadar her biri derinlikli ve karmaşık olan bu karakterleri çok seveceğinize eminim.
Evet, günümüz Willow dünyasına geldiğimizde Madmartigan ve Kraliçe Sorsha’nın ikizleri Kit (Ruby Cruz) ve Airk (Dempsey Bryk) karakterleriyle tanışıyoruz. Canlı, genç, belki de biraz şımarıklar ama son derece merak uyandırıcı karakterler. Kit, Galladoorn’un bilgin prensi Graydon (Tony Revolori) ile görücü usulü evliliğe boyun eğmektense maceraya atılmayı tercih eder ve günlerini en iyi arkadaşı Jade (Erin Kellyman) ile bir savaşçı olabilmek için çalışarak geçirir. Bu arada tatlı, cilveli, boş kafalı Airk kendini sevimli mutfak hizmetçisi Dove (Ellie Bamber) ile aşk yaşarken bulur. Tabii karanlık güçler tarafından kaçırılmasıyla her şey altüst olur ve asıl maceramız o zaman başlar.
Her bir karakterin bu maceraya atılmak için farklı sebepleri var elbette. Ancak Willow, ana karakterlerini bir arada tutarak çatışmaları ve motivasyonları renkli bir kanvasta birleştirip “her kafadan bir ses” sorununu aşmayı başarıyor. Sorsha’nın kızı Prenses Kit, yokluğu şiddetle hissedilen babasına ne olduğu konusunu aydınlatmaya çalışıyor. Bunun cevabını belki de gizemli savaşçı Boorman’da (Amar Chadha-Patel) bulacağını izleyeceğiz. Airk’e âşık olduğuna inandığı için göreve katılan mutfak hizmetçisi Dove (Ellie Bamber) için de güzel bir karakter yolculuğu var. Her biri kendini keşfetme yolculuğunda olan bu karakterler, pes etmeme konusundaki ateşli kararlılıklarıyla birbirine bağlanıyor.
Kasdan ve diğer ekibin yarattığı karakterleri övmeden geçmek gerçekten zor. Dizinin kusursuz hazırlanmış dövüş sahnelerinin ve görsel efektlerinin bile üzerinde parlıyorlar. Bir favori seçmek benim için çok zor. Jade olarak karşımıza çıkan Kellyman, baş belası ve dâhi bir kadını canlandırma konusunda inanılmaz bir iş çıkarıyor. Chadha-Patel, bu kuşağın Madmartigan’ı olarak sıyrılıyor. Her daim belaya davetiye çıkaran, huysuz bir maceracı. Cruz ve Bamber, Kit ve Dove karakterlerini canlandırırken gösterdikleri performansla izleyicileri epey duygulandırıyor. Revolori’nin canlandırdığı Graydon karakterinin bu kadar sempatik ve sevilesi olacağını hiç beklemiyordum. Ve Warwick Davis, 1988’de 17 yaşında bir gençken Nelwyn büyücüsünü canlandırdığı zamanki kadar şaşırtıcı derecede ciddi, eğlenceli ve sevimli bir karakter. Bu devam dizisi için her şeyi masaya koyuyor ve sergilediği performans, Willow artık daha yaşlı ve çok daha yorgun olmasına rağmen hiç zaman geçmemiş gibi hissettiriyor. Dizinin yeni alanlara girme isteğiyle birleştiğinde bu karakterler Willow’u takıntılı bir şekilde izlenebilir bir dizi haline getiriyor ve insana içinde kaybolurcasına saatlerce roman okumaya eşdeğer bir his veriyor. Orijinal film uzun yıllar boyunca Yüzüklerin Efendisi “çakması” olarak adlandırılsa da (ki bu bence son derece büyük bir haksızlık) Willow orijinal materyalinin özünü alıp on kat genişleterek dünyasını daha canlı ve büyüleyici bir spektruma doğru derinleştiriyor. Bunu yaparken de filmi en başta bu kadar sevilesi kılan mizahı veya özü asla kaybetmiyor.
Willow ve Sorsha daha yaşlı olsalar ve çıkarları bir bebeği kurtarmaktan önemli ölçüde daha yüksek olsa da karakterlerinin istikrarını sürdürüyorlar. Ve bu dizide, ekranlarımızı sonsuz bir döngü şeklinde dolduran ruhsuz fantastik yapımlar arasında istemediğiniz kadar umut ve iyimserlik bulacağınızı söyleyebilirim. Ve yine Willow dizisindeki yaratıkların 1988’deki Ölüm Köpekleri ve Eborsisk canavarları kadar korkutucu olduğunu görmek de son derece eğlenceli.
Willow nihayetinde hayranlara istedikleri her şeyi ve hatta daha fazlasını veren ender bir seyir zevki sunuyor. Hikâye, uzun bir geçmişin yüce anlatıcıları tarafından aktarılan dolambaçlı bir hikâye gibi oldukça yavaş çözülüyor. Ve sadece ilk bölümden Tir Asleen ve ötesindeki krallıkların, herkesin -büyük Willow’un bile- anlayabileceğinden daha büyük bir sihre sahip olduğu hissine kapılıyoruz. Dizi, çağlar boyunca aktarılan daha büyük bir bilginin sadece küçük bir parçası. Sizi sonuna kadar koltuğunuzun kenarında tutacak, aşkın, kaybın, kalp kırıklığının ve şifanın ömür boyu sürecek bir macerayla harmanlanmış versiyonu diyebilirim. Willow, yeni hayranlarını davet ederken 1988’deki Willow’un dünyasını da onurlandırabiliyor. İyi seyirler…
Ellie Bamber & Tony Revolori & Amar Chadha-Patel
Setteki ilk gününüz ve son gününüzden bahseder misiniz biraz? Nasıl bir süreçti, sizin için nasıl geçti?
Tony: Ben biraz geride kalmıştım aslında. Galler’e herkesten sonra ulaşabildim, ben gittiğimde tüm kadro birbiriyle tanışmış, kaynaşmıştı. 10 günlük karantinadan dolayı gecikme yaşadım. Sete ilk girdiğimde, inşa edilen dekorları gördüğümü hatırlıyorum. Kostüm denemelerim vardı, harika hissediyordum. Setteki son günümüzde de hep birlikteydik. Sahnelerim bitti, ben de hemen çıktım, kostümümü çıkardım. Ama dönüş yolu için uçağa binene kadar tam idrak edemedim sanırım. Uçaktayken, “Aman Tanrım, o kostümü son giyişim, bu sete son girişim olabilir!” diye düşündüm.
Ellie: Setteki ilk günümde Warwick ile tanıştım. Birlikte öğle yemeği yedik, sohbet ettik, çok keyifliydi. Çok heyecanlandım, herkesle tanıştım, Jon da oradaydı, birlikte vakit geçirdik. Setteki son günüm de epey önemliydi. O gün bazı önemli sahnelerin çekimlerini bitirdik. Sonra her şey bitti. Çok üzüldüğümü hatırlıyorum, resmen boşluğa düşmüştüm. Ama tüm o süreci tecrübe ettiğim için çok şanslı hissediyorum, inanılmazdı.
Amar: Evet, ilk gün yapılması gereken çok şey vardı elbette ön prodüksiyonla ilgili. Hazırlıklar, kostüm denemeleri… İlk günümde ilk sahnemi çektik. Önemli bir sahneydi benim için ve aslında dizinin geri kalanında giydiğimden farklı bir kostümüm vardı. Diğer oyuncu arkadaşlarımın ilk sahneleri çok büyük ve anlamlıydı. Benim ilk sahnem ise daha küçük, mütevazı bir sahneydi diyebilirim. Tabii üzerimizde yıllardır hayran kitlesini diri tutmayı başaran bu devasa evrene katılmanın baskısı da vardı. Orijinal filmin başrol oyuncusuyla birlikte projede yer alıyorduk. O yüzden son derece heyecanlı olduğumu hatırlıyorum, karmaşık duygular içindeydim. Bir de doğum günümden bir iki gün öncesiydi, o yüzden tuhaf bir dönemdi. Tabii son günümüz de kolay geçmedi. Birçok sahneyi bitirmeye çalıştık o gün. Benim son sahnem büyük bir dövüş sahnesiydi. İki devasa yaratığa karşı savaşıyordum. Kalabalıktık tabii, sette en az 120 kişi vardı bu sahneler çekildiğinde. Ve nihayetinde bitti.
Ellie: İnanılmaz bir duyguydu. Birbirimize sarılıyorduk… Çok duygulanmıştık.
Bize biraz karakterlerinizden bahseder misiniz?
Amar: Boorman ilginç bir karakter. Uzun boylu olması, dövüşmesi, kılıç kullanması ve aptalca şakalar yapmasıyla bu dünyadan bekleyebileceğiniz türden bir arketipi yerine getiriyor. O biraz hırsız ve dolandırıcı, biraz yalancı, bazı noktalarda biraz acımasız. Ama sırf bundan ne çıkarabileceğini görebilmek uğruna, çıktıkları yolculuğa devam etmeye istekli. Dizideki herkes gibi o da gerçek bir yolculuğa çıkıyor ve dünyadaki yerini, hangi alanları işgal etmemesi gerektiğini öğrenmesi gerekiyor.
Ellie: Karakterim Dove, romantik biri. Prense âşık. Mutfakta çalışan bir yamak aslında, harika muffin yapıyor. Ama tam olarak kim olduğunu, kim olmak istediğini bilmiyor ve bunları öğrenmek istiyor. Prensi kurtarmak için çıkılan yolculuğun bir parçası olmak istiyor ama kimse onu orada istemiyor aslında. Yine de kararlı bir şekilde onlarla yol almaya devam ediyor. Çok geçmeden de bu karakterin aslında epey yararlı olabileceğini fark ediyor herkes.
Tony: Ben, Graydon Hastur’u canlandırıyorum. Galladoorn krallığının prensi. Biraz utangaç, içe dönük, tam bir kitap kurdu. Gerçek dünyaya dair pek bir şey bilmiyor belki ama zeki dediğimiz türden biri. Dove’un tam tersine bu yolculuğa biraz zorlanarak çıkıyor. Ve yine kimse onu orada istemiyor. Herkesin derdini anlatabileceği biri. Herkesle ilginç bir dinamiği var. Kendisi de biraz Willow hayranı. Ve evet, bir travma yüzünden yaralanmış ve yavaş yavaş bunu atlatmaya çalışıyor. Herkes birbirinden bir şey öğreniyor.
Sürprizlerde dolu bir dizi olduğunu biliyoruz. Siz bu sürprizleri, ters köşeleri saklamaya çalışırken zorlandınız mı? Spoiler vermeden konuşmaya çalışmak nasıl bir duygu?
Ellie: Hiç iyi bir duygu değil. (Gülüyor) Birkaç defa, söylememem gereken şeyleri söylediğim oldu.
Amar: Willow çok ilginç bir dünya. Elimizde orijinal filme gönderme yapan bilgiler var ve bir de dizinin dünyasında yeni sürprizler, ters köşeler var. Hiçbir şeyi ele vermek istemiyoruz tabii, izleyiciler için sürpriz olmasını istiyoruz.
Tony: Çok heyecan verici bir projenin içindeyiz. Sürekli onun hakkında konuşmak istiyoruz. Ama tabii bazı konularda ağzımızı sıkı tutmamız gerekiyor. (Gülüyor) Sıkıcı bir röportaj ve bomba açıklamalarla dolu bir röportajın arasını bulmaya çalışıyoruz.
Amar: Çok eğlenceli zamanlar geçirdik çekimler sırasında, çok güldük, çok anı biriktirdik.
Tony: Bir de şöyle bir durum var, eğlenceli bir fantastik dünyanın içindeyiz dolayısıyla gülmemiz ve eğlenmemiz gerekiyor. Hepimiz için harika bir tecrübeydi.
Dizinin senaristi Jonathan, diziye modern bir hava katmak istediklerinden bahsetti. Bunun yolunun da genç bir oyuncu kadrosu kurmaktan geçtiğimi belirtti. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Amar: Ben de genç sayılıyor muyum? (Gülüyor)
Tony: Elbette. (Gülüyor) Bence dizinin yaratıcıları ve yazarlarının yaptığı en iyi şey, bize şahane bir zemin, bir platform sunmalarıydı. Bize koşmamız için harika bir şablon verdiler. Ve sonra, doğal kimyamızın işlemesine izin verdiklerinde karakterler kamerada gördüğünüz gibi canlandılar. Ve bu da diziye hepimizin istediği o genç enerjiyi verdi.
Amar: Orijinal filmde de durum böyleydi tabii. Warwick 17 yaşındaydı, diğer oyuncular da epey gençti. Willow filmi de o zamanlar için o genç ve taze enerjiye sahipti. Yani bu tam olarak bizim icat ettiğimiz bir şey değil tabii. Sadece bu geleneği devam ettirebildiğimiz için çok gururluyuz.
Erin Kellyman & Ruby Cruz & Dempsey Bryk
Bize karakterlerinizden bahseder misiniz?
Erin: Ben, Jade’i canlandırıyorum. Kalede doğup büyümüş, ailesi yok. Biyolojik ailesiyle büyüyemiyor ama yine de kendisi için bir aile edinmiş. Onunla bir şövalye olabilmek için çalıştığı sırada tanışıyorsunuz.
Ruby: Ben, Kit’i canlandırıyorum. Kit bir prenses ve aynı zamanda bir savaşçı. İçgüdüleriyle hareket eden biri. Kendinden çok emin. Bazı gerçeklerle yüzleşiyor ve o noktada yolculuğu başlıyor.
Dempsey: Ben, Airk’i canlandırıyorum. Kit’in ikiz kardeşi. Bir prens. Eğlenmeyi seven, anlaşması kolay biri. Çapkın bir prens. Her zaman huzurun ve barışın devam ettirilmesi için uğraşıyor. Herkesin mutlu olmasını istiyor.
Kılıçlarla çalışmak nasıl bir tecrübeydi sizin için? Aklınızda kalan bir anınız oldu mu?
Erin: Evet, bana darbeleri çoğunlukla Amar indirdi. (Gülüyor) Aslında birlikte çok dövüş sahnemiz yoktu ama bir keresinde gözümü morarttı. Ben de sürekli Ruby’nin parmaklarına vurdum sanırım.
Ruby: Evet, neden öyle oldu? (Gülüyor)
Erin: Dışavurmak istediğim duygularım varmış demek ki. Kendime de çok vurdum bu arada.
Ruby: Sık sık da düştün diye hatırlıyorum.
Erin: Evet, sürekli bir koşma ve zıplama halindeydik.
Dempsey: Benim için çok heyecan vericiydi. Küçüklüğümden beri aksiyon sahnelerinde olmayı hayal ediyordum. Sette de harika bir ekip vardı. Bizi çok iyi çalıştırdılar.
Çekimlerin yapıldığı mekânlar arasında favoriniz var mı?
Ruby: Bir keresinde bir mağarada çekim yaptık. Harika bir yerdi. Nasıl yaptılar bilmiyorum ama epey dekor da getirmişlerdi oraya. Hepsi o mağarayla bütünleşti. Çok detaylı ve harika bir mekândı.
Erin: Bir yer daha vardı. Şahane, yeşil tepeler… Brecon Beacons, muhteşem bir yerdi. Genel olarak Galler zaten harika bir yer.
Dempsey: Sanırım beni en çok etkileyen mekânlar kaleler oldu. Set ekibi inşa etti bu kaleleri ama gerçek birer kale gibiydi hepsi. Çok etkileyiciydi.
Jonathan Kasdan röportaj sırasında oyuncu kadrosunun gençliğinden ve tazeliğinden bahsetti. Bu fantastik hikâyeye çağdaş bir soluk getirdiğinizi söyledi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?
Erin: Willow halihazırda kurulmuş ve çok sevilen bir evren. 30 yıl aradan sonra aynı evrende yer almak şahane bir duygu. Bu evrenin karakterleri bunca yıl boyunca nasıl değişti? Orijinal filmin karakterleri bizim karakterlerimizi nasıl etkiledi? Bunu tecrübe etmek harikaydı. Jon zaten harika bir iş çıkardı, hikâyenin özünü koruyarak günümüze taşıdı.
Dempsey: Adeta bir cerrah gibi, kalbi olduğu haliyle bırakıp yeni organlar ekledi. Orijinal Willow filmi de kendi zamanı için son derece çığır açıcıydı. Türe birçok yenilik getirmişti. Bence bugün de yaratıcı ekibin aklındaki şey buydu. Mizahı güncel tutmak, hikâyeyi güncel tutmak… Fantastik türünde başarılması çok kolay olmayan şeyler bunlar.
Setteki ilk gününüz ve son gününüzden bahseder misiniz?
Erin: Setteki ilk günümde Jade’in nefret ettiği bir kostüm giymiştim. Bunun yanında ben de Erin olarak son derece gergindim. Bu ikisinin aynı anda olması çok yardımcı oldu gerçekten. (Gülüyor) Son günse tamamen bunun tam tersiydi. Sekiz ay süren çekimlerden yorgun düşmüştüm. Çok duygusal bir gündü. Herkes birbirine sarılıyor ve ağlıyordu.
Ruby: Bir de son gün herkes gidince sette inanılmaz bir ortam vardı, şahaneydi. Benim ilk günüm de çok karmaşıktı. Neyse ki ilk sahnemde Joanne (Kraliçe Sorsha) ile birlikteydim. Çok tecrübeli biri. Rahatlatıcı bir andı. Devasa bir setti.
Dempsey: Evet, Ruby için Joanne vardı, benim için de Ruby. (Gülüyor) Etrafta 200 kadar insan var ve hiçbirini tanımıyorsunuz… Son gün tamamen farklıydı tabii. Artık herkesi tanıyor ve seviyorsunuz.
Jonathan Kasdan & Michelle Rejvan
Willow devam dizisi ya da filmi uzun zamandır gündemde olan bir konuydu. Bu proje nasıl hayata geçti, hangi adımlar sonucunda yeşil ışık yandı? İlk olarak hangi sahneyle başladınız çalışmaya?
Jonathan: Sanırım en büyük farkı yaratan Disney+’ın yükselişi oldu. Sinemada lansmanı daha zor olan içerikler için harika bir yuva çünkü bu sektör çok rekabetçi ve bir filmin gösterime girmesi için önceden harcanması gereken çok fazla para var. Ve bunun gibi bir hikâye etrafında biraz ivme yaratan bir izleyici kitlesi oluşturmak gayet mümkün. Tüm bunlar, bu hikâyeyi ileri götürmemizi mümkün kıldı. Ayrıca uzun süredir bu proje için lobicilik yapan Warwick’i unutmamak lazım. Oyuna geri dönmeye her zaman hazırdı. Projenin zorlayıcı tarafı neydi derseniz, yazmak derim. Yazmak her zaman gergin ve karmaşık bir süreçtir ancak sonunda oraya varırız. Ama zorlu kısım, bu işi tüm elementleriyle bir araya getirmek, istediğimiz sahneleri almak ve hepsinin uyumla çalışmasını sağlamaktı.
Willow’u ilk izlediğinizde siz de epey gençtiniz. 2022’de Dizney+ gibi bir platformda yeni bir yorumunu izledik. Hedef kitlenizi kimler oluşturuyor tam olarak?
Jonathan: Dizinin 80’li yıllarda daha çok Willow isteyen kitleyi tatmin edeceğini umuyoruz. Willow’un sahip olduğu ve sahip olmaya devam ettiği her şeyi takdir edebilecek yeni nesil fantastik hayranları için de yeni bir dünya sunmayı umuyoruz. Orijinal filmin en çok öne çıkan karakterlerinden biri, Val Kilmer’ın canlandırdığı, filme 80’ler havası katan o karakterdi. 2022’de de aynı etkiyi yaratmak için çözümü genç oyuncu kadromuzda bulduk.
Michelle: Ve aslında gerçekten şanslıyız, tam tatil sezonunda yayınlıyoruz diziyi. Ailelerin hep birlikte izleyebilecekleri türden bir yapım bu. Jon’un yazdığı bu dizide koca bir evren, büyük kalpler ve yüksek dozda mizah bulabileceksiniz. Harika karakterler var. Yani aslında işin ruhu hem orijinal filmin hayranlarını hem de yeni izleyici kitlesini çağırıyor.
Söylediğiniz gibi, dizide birçok yeni karakterle karşılaşıyoruz, her biri epey farklı karakterler. Dizinin bu anlamda çok daha kapsayıcı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Jonathan: Tüm endüstrinin ve bir bütün olarak eğlence sektörünün çok daha kapsayıcı hale geldiğini hissediyorum. Bana öyle geliyor ki, kültürümüzde hikâyelerimizi tüketen seslerin ve yüzlerin daha fazla farkındayız artık. Bunu da yansıtmaya çalışıyoruz. Bu filmlerin kapsayıcı olmamaları için hesaplanmış bir çabaları olduğuna inanmıyorum. Ama kesinlikle farkındalık tamamen değişti ve biz de bunun farkındayız. Herkese hitap eden ve her türden insanın var olduğu bir dünyayı yansıtan hikâyeler anlatmak istiyoruz.
Michelle: Dizide yer alan karakterler için kesinlikle heyecanlıyız. Umarım içinde yaşadığımız dünyayı tam anlamıyla yansıtacaktır. Yeni bir izleyici kitlesi oluşturacaktır. Aynı zamanda mümkün olduğu kadar çok insan için erişilebilir kılacaktır diziyi. Ve Jon inanılmaz derecede eğlenceli ruhlu, çok bireysel karakterler yazdı. Her birinin son derece evrensel karakterler olduğuna inanıyorum ve her birinde kendinizden bir parça bulacağınızı düşünüyorum. Orijinal film hakkında hiçbir şey bilmeseniz bile dizinin en heyecanlı noktası bu olacak. Harika oyuncu kadromuzu izleyicilerin tanıması için gerçekten sabırsızlanıyoruz.
Willow’un müzikleri inanılmazdı. Burada dikkatimi çeken de kapanış müziği oldu, öncekinden tamamen farklı. Bu kararı nasıl verdiniz, müzikler nasıl seçildi?
Jonathan: Willow’un her zaman genç, biraz da meydan okuyan bir ruhu olduğunu düşündük. Bu, hem Michelle’i hem de beni projenin içine çeken niteliklerden biri. Diziye biraz çağdaş müzik katmak istedik. Çok yüksek sesle ve bazı insanlar için şoke edici bir şekilde bu gösterinin eğlenceli olduğu ve aşırı ciddiye alınmaması gerektiği konusunda ısrar etmek istedik. Genç olmak, asi olmak… Bunların müziğe de yansımasını istedik.
Willow şu anda yayında olan diğer fantastik dizilerden epey farklı görünüyor. Bunu başarabilmesinin bir sebebi de geçtiğimiz yüzyılda yazılmış metinlere dayanmaması. Siz bu modern fantastik iş için nerelerden ilham aldınız?
Jonathan: Haklısın. Ve George’un (Lucas) işleriyle ilgili ilginç olan şey, daha önceki bir zamanın biçimlerini ve türlerini alıp onlara 70’ler, 80’ler havası vermesiydi. Klasik formların yeniden yorumlanması diyebiliriz buna. Ve bunu günümüzde de mümkün olduğunca yapmak istedik. Hem Michelle hem ben hem de dizinin yapımında yer alan kişiler, kullandıkları film yapımının sesini ve tarzını sürekli geliştirmeye çalışan Marvel gibi şirketlere baktık. Bunu bir fırsat olarak gördük çünkü gerçekten çok iyi bir denge içerisindeyiz. Ve bu, insanların anılarını onurlandırmakla ve onlara umduklarını vermekle ama aynı zamanda onlara taze ve tam olarak görmedikleri yeni bir şey sunmak istemekle ilgili.
Michelle: Jon’un söylediği gibi, Willow’un, bir hikâye anlatıcısı olarak George Lucas’ın ruhunu gerçekten onurlandırdığını düşünüyorum. Yaptığı işte tüm bu farklı türleri zahmetsizce harmanlamakta her zaman çok başarılıydı. Ve bu, Jon’un yazdığı Willow’da bize gerçekten ilham veren bir konu. Aynı zamanda destansı bir fantastik dünya sunmak istedik, bence Willow bunu çok taze ve benzersiz şekilde yapıyor.
Warwick Davis’i 35 yıl sonra aynı karakteri canlandırmaya ikna etmek zor muydu?
Jonathan: Hiç zor değildi. Rolüne dönmek için son derece istekliydi. Bunu açıkça dile de getirmişti. Tabii ki bu projenin Warwick olmadan hayata geçmesi mümkün değildi. Hikâye onun üzerine kurulu çünkü.
Michelle: Warwick için zamanlama da mükemmeldi. Warwick uluslararası bir ikon ve yıllar boyunca kişiliğiyle inanılmaz derecede sofistike bir mizah anlayışı geliştirdi ve oyuncu olarak da inanılmaz biri. Dönmeye bu kadar hevesli olduğu için çok mutlu olduk. Jon da onun için şahane bir hikâye yazdı.
Jonathan: Warwick’in dizide Mims’i oynayan kızı Annabelle konusunda da inanılmaz şanslıydık. Annabelle hem Michelle’in hem de benim Star Wars’ta birlikte çalıştığımız biri. Onu setten tanıyorduk. Televizyonda kendi başına başarılı bir oyuncu olduğunu da biliyorduk. Willow ailesine ne olduğunu anlatacak birini arıyorduk, harika bir eşleşme oldu. Başka kimseyi arama ihtiyacı hissetmedik.
Proje onaylandıktan sonra üzerinde çalışmaya başladığınız ilk sahne hangisiydi?
Jonathan: Sanırım en baştan başladım diyebilirim. Benim için diziyi çekme sebebi, inanılmaz güce sahip genç karakter fikriydi. Ortada devasa bir MacGuffin1 vardı ve onun merkezinde de bu inanılmaz bebek duruyordu. Ona ne olmuştu, nereye gitmişti? Ya kim olduğunu bile bilmiyorsa? Peki, gerçekleri öğrendiğinde ne yapacak? Yapım ekibine ilk sunduğum şey, dizinin sınırlarını belirleyen şey bu oldu.
Michelle: Jon’un yazdıklarıyla ilgili sevdiğimiz bir diğer şey de inanılmaz derecede beklenmedik bir sürprizle karşılaşmaktı. Allora Danon, kim olduğunu yeni öğrenmişti. Hepimizin orijinal filmden bir izleyici olarak hatırladığı bu karakterin kaderinde inanılmaz bir imparatoriçe, bir efsane olmak vardı. Ama bunda ustalaşması biraz zaman alıyor tabii. Öğrendiği anda o kimliğe bürünemiyor. Bu, çok ilişkilendirilebilir bir durum. Birçok kişinin lideri ve kurtarıcısı konumundaki seçilmiş kişi olduğunuzu öğrenseniz ne yapardınız? Şüphesiz büyük bir yük bu, özellikle de yirmili yaşlarınızın başındaysanız ve hayatınızı yeni çözüyorsanız. Birdenbire büyük bir büyücü kimliğine bürünüyorsunuz.
Warwick Davis
Willow’un dizi uyarlaması 2005’ten beri tartışılıyor aslında ve siz o zamandan beri karakterinize geri dönmeye epey sıcak bakacağınızı defalarca dile getirdiniz. Bu yapımdan önce bir devam dizisiyle ilgili başka teklifler almış mıydınız? Ve sonunda diziyle ilgili yeşil ışığı görmek nasıl bir duyguydu?
Aslında filmin yayınlanmasından bu yana bir devam dizisiyle ilgili resmi bir teklif gelmemişti. Devam dizisine dair genelde filmin hayranları çok ısrarcı davranıyordu. Daha fazla Willow görmek istiyorlardı. Siz de ister misiniz diye soruyorlardı, isterim tabii diyordum çünkü orijinal filmin ne kadar sevildiğini çok iyi biliyordum. George Lucas (Willow filminin yazarı) ve Ron Howard’a (yönetmen) sık sık bu hayran kitlesini hatırlatırdım. Ama tabii kolay işler değil. Böyle bir yapımı ortaya çıkarmak büyük bütçeler gerektiriyor. Devasa bir hayran kitlesi olduğunu bilseniz bile elde edeceğiniz kazancın garantisi yok. Tabii diziyle ilgili birdenbire bir teklif telefonu almadım. Daha çok bir geliştirme süreci oldu diyebilirim. Jonathan Kasdan (Willow dizisinin yazarı) filmin büyük bir hayranıydı. Sonrasında Kathleen Kennedy (yapımcı) projeye dahil oldu. Dizi böylece yavaş yavaş vücut bulmaya başladı.
Willow’un bunca sene sonra hâlâ bu kadar sağlam bir hayran kitlesine sahip olmasını neye bağlıyorsunuz?
Willow, evrensel temalar barındırıyordu. İyinin kötüye karşı olduğu ve sonunda iyinin kazandığı fikri örneğin, dünyanın her yerindeki insanlar, kültürler, dinler, hepsi bu temalarla ilişkilendirilebilir. Ayrıca film, insanların da özdeşleşebileceği karakterlerle dolu. Willow beklenmedik bir kahraman. Birçok insanın bu karakterle sağlam bir ilişki kurduğunu biliyorum. Madmartigan da yine öyle bir karakter. İnsanlar bu karakterler gibi olmak istiyor ve bir yandan da dünyada az da olsa bir sihrin var olabileceğine inanmak istiyor. Özellikle günümüzde, hepimize yardımcı olabilecek açıklanamayan şeylerin meydana gelme olasılığını düşünmekten hoşlanıyoruz.
Devasa bir hayran kitlesi var Willow’un. Bunun yanında, filmi hiç izlememiş çok geniş bir izleyici kitlesi de var; yeni nesil izleyiciler. Onlara da hitap edebilmek gerekiyor. Willow evreninde bu denge nasıl kuruldu sizce?
Evet, Willow belirli bir kuşağa ait bir filmdi. İnsanların daha genç bireyler olarak izlediği bir filmdi. Daha sonra hepsi ebeveyn oldular ve sonra çocuklarına, “Biliyor musunuz çocuklar, ben bu filmi küçükken izlerdim. Neden siz de denemiyorsunuz?” dediler. Böylece film nesilden nesle aktarıldı. Bu dizi hem orijinal Willow hayranları için hem de fantastik türü seven yeni izleyiciler için yapıldı. Âşık olacakları yeni bir fantastik dizi arayan gençler için çok başarılı bir yapım. Aslında herkes için hayata geçirildi bu proje diyebiliriz. Filmi izleyenler diziyi izlemek isteyecek, diziyi izleyenler filmi merak edecek… Diziden keyif almak için filmi izlemenize gerek yok elbette ancak seyir zevkinizi yükseltebilir çünkü filme de epey güzel referanslarda bulunuyoruz.
Dizideki rolünüze nasıl hazırlandınız peki? Aradan 35 yıl geçti, uzun bir süre. Orijinal karakterinizden esinlendiniz mi yoksa tamamen farklı bir bakış açısıyla mı yaklaştınız?
Evet, tabii ki o zamanları yeniden gözden geçirdim, karakterimi yeniden değerlendirmeye çalıştım. Tabii şimdi çok daha yaşlıyım, 52 yaşındayım, o zamanlar 17 yaşındaydım. Tabii ki kafamda Willow’un kim olduğuna dair net bir resim vardı. Aklına koyduğu her şeyi yapabileceğine inanan iyimser bir karakterdi Willow. Ama aradan zaman geçti, tecrübelerimiz arttı, hayatın bize neler getirdiğini gördük. Dolayısıyla benim gibi Willow da artık görmüş geçirmiş bir karakter olarak çıktı karşımıza dizide. Yani genel olarak hayat tecrübelerimi aldım ve bildiğim Willow’la harmanladım diyebiliriz.
O zamanla bu zaman arasında ne gibi değişimler gözlemlediniz peki?
O zamanlar birçok açıdan epey farklıydı tabii. İşin mizahi yönü aynı hissettiriyor. Christian Slater’la birlikte yer aldığım sahneler de Val Kilmer’la oynadığım zamanları hatırlatıyor bana. Aldığım keyif hiç değişmedi sanırım.
Kariyeriniz boyunca 90 farklı film ve dizi projesinde yer aldınız. Bu projeler içinde favorileriniz var mı? Ya da hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz işler var mı?
Ah, 90 proje. Sadece düşünürken bile yoruldum. (Gülüyor) Röportaj konumuzla bağlantılı olarak, Willow’un devam filmiyle ilgili Val Kilmer’la birlikte yer aldığımız “Life’s Too Short” özel bölümünü örnek verebilirim. Bunun dışında Doctor Who’nun bir bölümünde yer almıştım, uzun yıllardan bu yana karşıma çıkan en heyecan verici projeydi. Şahane Neil Gaiman, benim de yer aldığım bölümü yazmıştı. Star Wars evreninde yer aldığım her işi örnek gösterebilirim. “Rogue One” olsun, “Solo” olsun… Bir Star Wars hayranı olarak, galaksinin o uzak köşelerine gitmek her seferinde inanılmaz keyif veriyor bana.
Willow dizisinde karşımıza çıkacak yeni karakterlerle ilgili neler söyleyebilirsiniz bize?
Eklektik karakterlerden oluşan bir kadro var diyebilirim. Willow bazılarıyla çok iyi anlaşıyor, bazı karakterler Willow’un sinirini bozuyor. Ama her biri bu yeni yapıma çok farklı katkılarda bulunuyor. Amar Chadha Patel’in karakteri mizah dozunu epey yüksek tutuyor. Bir sonraki sahnede neler söyleyeceğini kestiremiyorsunuz, komik bir şey varsa onu bulacaktır. Tony Revolori de masum ve sempatik bir karakteri canlandırıyor. Yani herkes çok farklı aslında. Çeşitlilik konusunda şanslıyız.
Sizce gerçek hayatta en çok işimize yarayacak büyü ne olurdu?
Ah, Tanrım… Willow’da kullanılan büyüler, örneğin Harry Potter evreninde kullanılan büyülerden epey farklı. Potter evrenindeki büyülerin belirli işlevleri ve görevleri vardır. Örneğin Wingardium Leviosa, nesneleri uçurmak ya da havaya kaldırmak için kullanılır. Benim gerçek hayatta epey işime yarardı bu büyü. Ama Willow’da bu tarz kullanışlı büyüler çıkmıyor karşımıza. Willow’da kullandığım büyülerin çoğu ya bir şey yaratıyor ya da yıkıyor. Ama tabii bir meyve çalısı büyüten bir büyü var dizide kullandığımız. Bu işimize yarayabilir, aç kalırsak yiyecek elde etmemizi sağlayabilir.
Bu röportaj, Episode’un 47. sayısında yayımlanmıştır.