Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Röportaj: ‘EGO’ Dizisinin Yetenekli Oyuncusu Ahmet Kayakesen
“EGO’daki kumral çocuk da kim?” sorusunu fazlaca duymaya başlayınca Ahmet Kayakesen ile röportaj yapmak zorunlu hale geldi. İstanbul gece hayatından hatırladığım oyuncu, Beyoğlu’nda mekân işletmeciliği yaparak bu parıltılı hayata giriş yapmış. 2014’ten beri sinema filmleri ve dizilerde oynayan Kayakesen’i daha uzun yıllar bu âlemde göreceğimiz kesin. O yüzden kendisini iyice tanımak lazım.
Ego dizisinden başlamak istiyorum. Dizi yayına girdiğinde biraz daha yan rollerde gibiydin ama yavaş yavaş diziyi üzerine yapıyorlar gibi, ne diyorsun bu konuya?
Ego’da dört oyuncunun üstlendiği bir aks var. O aks içinde elimizden geleni yapıyoruz. Roller bazen çoğalıyor, bazen azalıyor ama senaryo sezonun başından beri böyleydi.
Dizideki rolün yani Tuncay… Biraz itici bir adamı canlandırıyorsun. Hani “Güzel olduğunuz kadar da küstahsınız beyefendi” Yeşilçam klişesini burada rahatlıkla kullanabiliriz. Nasıl gidiyor kötü adamlık?
Alışmaya çalışma evresini atlattıktan sonra iyi gidiyor aslında. Buna yakın sadece bir karakteri oynamıştım. O da bu kadar sert ve kötü bir karakter değildi. Alıştıktan sonra çok keyif alıyorum bu kötülük halinden.
Oynadığın rol iki çocuk babası, hatta üçüncü çocuk da geliyor… Nasıl girdin o kafaya? İki çocuk babası denebilmesi için çok gençsin.
Bu da benim için ekstra bir meydan okuma oldu. Çünkü daha önce baba rolünü oynamamıştım. Hatta çocuklarımın epey yaşı var. Genç baba olmuş belli ama yine de konuya adapte olabilmek için üzerine düşünmem gerekti.
Fizyolojik olarak da yaşından küçük görünüyorsun.
34 yaşındayım, canlandırdığım rol o yaşta olsa da benim daha genç görünmemem bir handikaptı. Bu yüzden biraz fizyolojiyi değiştirmeye karar verdik. Bıyık insana biraz olgunluk katıyor. Bir baba figürüdür ya, onu kullanmak istedik. Sonra ben ruh halimi hazırladım baba olmaya ve ortaya Tuncay çıktı. Umarım seyirciye inandırıcı kılmışızdır rolü.
Gayet inandırıcı duruyor. O yüzden merak ettim nasıl girdin o kafaya diye. Peki, Tuncay sence kötü doğanlardan mı yoksa erken evlilik yüzünden aşırı sıkılıp o kafaya mı geçmiş, ne düşünüyorsun dizideki karakterin hakkında?
Kötülük kavramını normal insan iletişim biçiminden ayırmayarak, benimseyerek çalışmaya başladım. Hayatta bazı eylemlerimiz oluyor ve karşı tarafa istemeden de olsa zarar verebiliyoruz. Hayatı boyunca hiçbir insanın sergilediği duruşla ilgili hata yapmama gibi bir lüksü yok! Birçoğunun da psikolojik alt metinleri var ve ben de buralardan yola çıktım. Neden böyle olduğu konusunda çok kafa patlattım. Tuncay’ın çocukluğuna indiğimizde, baba ile olan ilişkisi büyüyünce istemdışı gösterdiği reaksiyonlar olarak geri dönüyor. Zaten psikoloji ile ilgileniyorum, bu da bana karakterlerimi çözümlememe yardımcı oluyor. Bu karakterin neden böyle davrandığını araştırırken haklı yönleri olabileceğini de cebime koyup devam etmeyi tercih ettim. Babasından dolayı böyle davranıyor çünkü böyle görmüş. Çocukluğunda yaşadığı iletişim problemleri böyle bir adam olma sonucunu doğurmuş.
O dinamiği aslında kurmuşsun, ilk izlediğimde senin karakterin biraz itici gelse de babasını tanıdıkça anlıyorsun. Başka bir karakter çıkmazmış zaten Tuncay’dan. Peki, Ego’daki rolün için buluştuk ama seni uzun süredir tanıyor gibiyiz. Reklamlarla başladığın için mi yüzün çok tanıdık?
Tabii çok uzun zaman oldu ekranla tanışıklığım. 16-17 yaşında reklam oyunculuğu yaparak başladım. Herhangi bir eğitimim olmadan başladım. Bu aşinalık seyirciyle bir bağ kurmamı sağlıyor olabilir. Ve üst üste çok proje yaptığım için insanlar aslında biliyorlar beni. Bilmelerinin yanı sıra çok magazinel bir tarafım olmadığı için kimdir, ne yapar, daha önce nerede oynadı diye çok bilgisi yok insanların. Kendime böyle bir kariyer planı çizdim. Bu konudan rahatsız değilim. Biraz içe dönük bir yaşam tarzına sahip olduğum için yaşam tarzımın mesleğimi etkilememesi hoşuma gidiyor.
Eğlenceli bir adamsın gibi geliyor, yanlış mıyım, sürekli pozitif olanlardan gibisin? Gece hayatına çıkıp da yakalanmayanlardan mısın, nasıl uzak kalınıyor magazinden?
Bence bir tercih bu. İstemediğin zaman bir problem yaşamıyorsun. Sosyal çevrem de genelde eğlenceli insanlardan kuruludur. Beyoğlu’nun iyi dönemlerinde uzun yıllar işletmecilik de yaptım. Oralarda hiç problem olmadı. Hayatımı dilediğim gibi yaşıyorum. Magazin konularını tercih edersen girebilirsin. Ama ben dışarı çıktığımda eğlenmek istiyorum sadece. Çok çapkın bir yapım yoktur. Arkadaşlarımla vakit geçirmeyi severim. Ama dışarı çıkma amacımın birinci ve ikinci maddesinde birini bulmak yok!
Magazin de günümüzde biraz “old school” bir şey gibi kaldı ama hâlâ kariyer planlarını buna göre düzenleyenler var. Siz daha nadir bulunanlardansınız o yüzden sormak istedim. Bir yandan hareketli hayatlar yaşanırken çekimler için uzun bir süre şehirden uzaklaşabiliyorsunuz. Mesela Hercai çekimleri için Mardin’de yaşadın. Mardin’e bayılırım, tatil yapmak için ideal yerlerden biri ama uzun süreli kalmayı aklımın ucuna bile getiremem mesela.
Mardin’den biraz daha uzakta, Midyat’taydık biz. İstanbul adaptasyonundan sonra oraya alışmak zordu. Aradığım bazı şeyleri bulamıyordum ama orada olan bazı şeyler de İstanbul’da yoktu mesela. Orada olmanın ruhu başkaydı tabii. Hercai projesi gelmeden önce Galata’da yaşıyordum. Beyoğlu’nun hızlı hayatından sonra Midyat’a geçmek sert olmuştu. Bir buçuk sene kaldık bir de, az bir süre değil. Dediğin gibi, tatil için gitsem yaşanabilir ama uzun süre kalmak için adaptasyon gerekiyordu. Pandemi dönemiydi, herkes evdeydi. O süreci Midyat’ta geçirdim. Zaten nerede olduğumuzun önemli olmadığı bir döneme girmiştik.
Pandemi dönemini nasıl atlattın peki, nasıl ayakta kaldın? Hep birlikte delirdik çünkü. Sosyal medya aracılığı ile arkadaşlarımızın delirmesini izledik. Zaman zaman da kendimiz delirdik tabii. Senin ayakta kalma motivasyonun ne oldu?
Biz de dizi çekimlerine devam etmeli miyiz acaba diye düşünmeye başladık. Ama dizi bize motivasyon verdi açıkçası. En azından bir şeyleri devam ettirebilmek iyi geldi. Onun dışında ben de senin gibi çiçeklere, böceklere fazlasıyla saranlardanım. Midyat’taki evimin balkonuna ve içine bir sürü bitki aldım. Hatta dizi bitince bir kamyon tutup hepsini evime getirdim. Çünkü onların orada kalmasını istemedim, onlarla bir şey yaşamıştık ve onları arkada bırakmak istemedim.
Harikasın! Bu çok kral bir hareketmiş!
Beni oraya bağlayan, daha kolay alışmamı sağlayan şeylerdi bitkiler. O süreçte biraz gitarı ilerlettim, müzikle ilgilendim. Normal dönemde evde kendi kendine vakit geçirmekten büyük haz duyan biriyim. Tabii ki dışarı çok çıkıyorum ama çok sosyal biri sayılmam. Bu yüzden evde olmak bana yapacaklarımın üzerine gitme konusunda bir şans verdi. Araştırmalar yaptım. Resim yapabilme yetimin üzerine gittim. Keşfedilmesi gereken yerleri keşfettim.
Resimlerini ve müziğini profesyonel bir biçimde sunar mısın peki? Görebilecek miyiz yaptıklarını?
İleride belki ama bir şeyi görev olarak yapmaktan hoşlanmıyorum. Bir şeyleri resmileştirmek bana göre değil. Hayatını planlayan biri değilim, genelde akıştayımdır. Profesyonel bir yöne kaymasa da şu an yaptıklarım beni çok tatmin ediyor. Hobilerimi hayata geçirmek için daha vaktim var.
Merak ettiğim için sordum, konuşma sesin çok etkileyici olunca şarkılarda nasıl olur diye meraklanıyor insan. Seslendirme konusunda bir hayli hızlı ilerliyorsun. Seni birçok reklamda duyuyoruz. Okan Bayülgen ve Ali Poyrazoğlu’nun kimseye iş bırakmadığı seslendirme dünyasında kendine nasıl yer açtın?
Seslendirme konusunda çok yeniyim ama güzel yol katettim. Fazla üzerinde durdum. Bu çabamı ve arzumu seslendirme camiası da gördü ve bana aynı şekilde reaksiyon verdiler. Usta oyuncularla bu konularda istişare yaptım, duyguların nasıl aktarılması konusunda kafa patlattım. Geri dönüşü de çok hızlı olunca iyi oldu tabii. Biraz şansa da inanırım.
Tabii şans faktörü önemli ama sen şansını iyi kullananlardan olmalısın bir de! Yaptığın işlere hep bir değer katarak ilerliyorsun. Bergen filmindeki rolün de bu anlamda nokta atışıydı. Dizi oyuncusu olmak seni çok ünlü yapıyor ama sinema izleyicisi bir başka olmalı. Gişede bir hayli iş yapan sinema filminin oyuncusu olmak nasıl bir duyguymuş?
Pandemi sonrası sinemaya ilgi azaldı. Çok film çıkmıyor, çok kişi izlemiyor. Bu yüzden Bergen filminin çıktığı dönem bir hayli riskliydi aslında. Ama film çok ilgi görünce bunun bana geri dönüşü de harika oldu. Hem sektör hem de sosyal olarak kendimi iyi hissettiğim bir proje oldu.
Bu gibi durumlarda senaryo eline geçip teklif alınca nasıl değerlendiriyorsun? Çünkü Bergen’in hayatı müthiş ilgi çekici olabilir ama senaryo kötüyse çoğu kişiye ulaşamaz. Danıştığın birileri oluyor mu?
Sürekli aynı roller üzerine kurduğum bir kariyerim yok, bir şeyleri denemekten hoşlanıyorum. Aynı şeyi tekrar edersem çabuk sıkılma ihtimalim de var. O yüzden daha önce oynamadığım rolleri denemek istiyorum. Rolleri seçerken genelde bu düzlemden yola çıkıyorum. Önce karakterin dünyasını merak ediyorum. Sonra o dünyaya girebilmek için verdiğim mücadele başlıyor. Genelde projeleri ben değerlendiriyorum ama menajerime de danışıyorum.
Özellikle dizi çekimlerinde uzun süre başka bir karaktermiş gibi davranıyorsun ya, karakterlerin sana kattığı şeyler oluyor mu?
Birçoğunda ya böyle biri olsaydım diye düşünerek karakteri aktarıyorum aslında. Onu düşünemezsen verimin azalabilir. Tuncay da öyle, ya böyle olsaydım diye içimden geçirdiğim oluyor. Ya da ya böyle bir dünya olsaydı, böyle doğsaydım, yalıda büyüseydim diye düşünüyorum tabii rolü kurgularken.
Peki, tıpkı Tuncay gibi paralel evrende 3 çocuk babası ve mutsuz bir evliliği düşündün mü hiç? Ne kadar yakın sana?
Olabilme ihtimali tabii ki vardı. Ama ben 22 yaşına kadar çeşitli işlerde yoğun olarak çalıştım. Yine o dönemde evlenme ihtimalim vardı, üniversiteye gitmeden önce. O yaşımda evlenseydim bu dizideki gibi çocuklarım olacaktı diye düşündüm tabii. Ama şu an için benimle örtüşmeyen bir yaşam. Kendimi evlenip çocuk sahibi olabilecek bir düzlemde göremiyorum.
O yaşlar neredeyse insanın ilk aşk dönemine tekabül ediyor ve sevgi acemiliğinden evlenmek istiyor insan, haklısın. Peki, şimdi nasıl bakıyorsun evliliğe?
Orada başka bir düzen var. Belli bir yaşa geldin, evlendin, çocuğunun olması gerekiyor gibi uzayan klasik bir yaşam şekli var ya insanların…
Evet, çocuk yaptıktan sonra da yazlık almak gerekiyor, genel sıralama öyleydi galiba.
Evet, işte ben bu kalıplaşmış yaşam tarzlarına karşıyım. Bana göre şeyler değil.
Seni ekranda izlerken aklıma geldi, kumral ve sarışınları star olarak göremiyoruz ekranlarda. Tamam görece nadir bulunuyorsunuz ama halkın önyargısı da olabilir mi bu konuda?
Sarışın olup yetenekli olan starlarımız yoktur belki de. Sarışın olup aynı zamanda yetenekli olan biri olarak aklımıza sadece Kıvanç geliyor yıllardır, onun üzerine kimse çıkamadı. Ekranda kabul edilirliğin belli dinamikleri var mı bilmiyorum ama doğru, genelde daha çok eril enerjili, kara kaşlı, kara gözlü delikanlı aktörler görüyoruz. Belki de açık renkli olmak durumu naifleştiriyor. Daha sert bir enerji isteniyordur belki ekranda. Beni de düşündürdün şimdi.
Dış görünüş çok önemli değil mi? Artık iyi oyunculuk yetmiyor ülkemizde, daha da güzel, daha genç olman lazım. Çok ilgilenir misin dış görünüşünle?
18-25 yaş arasında vücudumla çok uğraştım. Ama son 6-7 senedir ilgilenmiyorum diyebilirim. Kendime bir iyilik yaparak Anadolu yakasına taşındım, düzenli yürüyüş yapabiliyorum. Sağlıklı yaşıyorum, dönemsel yoga-pilates yapıyorum. Yazın Kaş’ta dalış yapıyorum. O da benim için iyi bir aktivite oluyor.
Bıyığınla aran nasıl? Çok yakışmış ilk önce bunu söylemeliyim.
Teşekkür ederim.
Bıyık öyle her kesimin sevdiği bir şey değildi ama özellikle son dönemde biraz da politik bir anlamı oluşmaya başlayınca hepimizin bıyık anlayışı değişti. Sen nasıl alıştın?
Alışma evrem çok uzun sürmedi aslında, Bergen için bırakmıştım. Hatta o dönem beIN CONNECT için Nilperi ile bir dizi daha çekmiştik, Nasıl Fenomen Oldum adında. Orada da böyleydim. O proje Bergen’le iç içe çekildiği için biraz da mecbur kalmıştım. O yüzden adaptasyonum çok zor olmadı. Yani hayatıma sadece bıyıkla devam etmek gibi bir düşüncem yok. Karakterin hikâyesi bittiği zaman bir süre sakal da istemiyorum bıyık da!
Bir YouTube röportajında konsol oyunlarına meraklı olduğunu izledim, oyun meraklısı biri olarak The Last of Us’ı nasıl buldun, oynamış mıydın?
Pandemi sürecinde biraz merak sardım. Kafamı dağıtmak için iyi geliyordu. %100 gamer sayılmam ama The Last of Us’ı oynadım tabii.
Oyundan sonra dizinin de aynı mantıkla çekilmesini nasıl buldun? Oyuncuların sanki bir video oyununda gibi yaptığı hareketler beni çok etkiledi.
Proje, oyunun hikâyesinden biraz bağımsız ilerliyor fakat çok başarılı oldu. Oyundaki akış, karakterleri belirleme tarzları mükemmel. En sevdiğim oyunlardan biriydi, dizisine de bayıldım. Pedro Pascal’ı da başka bir mertebeye taşıdı.
Bu kadar donanımlı biri olunca senaryo da gelir senden diye düşünüyorum. Şimdiden biriktirdiğin hikâyeler var mı?
Kariyer yaparken bir yandan da kese doluyor. Bu bir süreç. Tabii ki hikâye yazma üzerine de bir alışkanlığım var, şiir yazma üzerine, edebiyat üzerine fazla ilgim var. Bunu bir görevmiş gibi yaşamıyorum, çok hissederek alıyorum içime. Yaşamöykümü de yazmak istiyorum tabii ki, süreç buraya çok kolay gelmedi, burada yaşanan bir hikâye var. Bu hikâyeyi de aktarmak istiyorum. Bunlar için daha zamanım var.
Peki röportajı kapatırken şu dönemde izlediğin dizileri sorabilir miyim?
Açıkçası çok dizi izlemeyi sevmiyorum, ben daha çok MUBI’ciyim. Severance’a baktım en son. Succession var bir de, Ego’nun seti başlarken izlemiştim. Aslında karakterlere bakmak için başladım ama sarınca aktı gitti. Gece uykuya yakın, yastık dostum da Gibi dizisi. Genelde bölümü bitiremeden uyumuş oluyorum.
Bu röportaj, Episode’un 48. sayısında yayımlanmıştır.