Röportaj: GAİN Orijinal Yapımı ‘Aslında Özgürsün’ Dizisi Ekibi
Aslında Özgürsün… Duygu Asena’nın aynı adlı romanı, 2001’de okurlarla buluştu. İki farklı kadının kendilerini keşfetme serüvenini, yolculuklarını, dostluklarını anlatıyordu. GAİN’in bu romanı diziye uyarlayacağını öğrendiğimizde heyecanlandık, merakla beklemeye başladık. Nitekim geçtiğimiz günlerde Aslında Özgürsün dizisi izleyicilerle buluştu. Başrolde Deniz Çakır ve Bade İşcil karşımıza çıkıyor. İkili, uzun yıllara dayanan dostluklarıyla birbirine her daim destek olan, farklı hayatlar yaşasalar da ortak problemlerle mücadele etmeye çalışan Berna ve Belgin’i canlandırıyor. Bunun yanı sıra birbirinden farklı, derinlikli yan karakterler de çıkıyor karşımıza. Aslında Özgürsün, her hafta yeni bölümüyle GAİN ekranlarında izleyicilerle buluşmaya devam ederken biz de dizinin oyuncuları Deniz Çakır, Bade İşcil, Burak Yamantürk, Alican Yücesoy, Berk Cankat, Saygın Soysal, Ecrin Bolkar ve Ceren Taşçı ile dizi üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Deniz Çakır
Aslında Özgürsün, GAİN’in merakla beklenen projelerinden biriydi. Siz bu projeye nasıl dahil oldunuz? İlk okuduğunuzda sizi çeken neydi? Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
Karşı taraf açısından düşündüğümde sanırım Duygu Asena’yı hayatımda konumlandırdığım yerin fark edilmiş olması olabilir. Çünkü bana oynamamı teklif ettikleri karakter de Duygu Asena’dan çok etkilenmiş bir kadın… Belki o yüzden yakıştırmışlardır beni Berna’ya… Benim açımdan düşündüğümde de elbette en öncelikli şey Duygu Asena ismi. Ali Kemal Güven’i de tiyatro oyunlarından biliyordum ve kalemini çok beğeniyordum. GAİN de dijital platformlar arasında yenilikçi, farklılıklara açık ve vizyonunu
beğendiğim bir platform. Bunların hepsi birleşince heyecan verici geldi.
Duygu Asena’yla nasıl bir ilişkiniz var? Daha önce kitaplarını okumuş muydunuz? Bir Duygu Asena projesinde yer almak ne ifade ediyor sizin için?
Beni ilkgençlik yıllarımda yakalayan bir yazar Duygu Asena. Zaten varoluşsal meselem içinde sisteme başkaldırı ve hak arayışı hep vardı, hep var. Ama Duygu hayatla bu bağı kurmamda çok etkili, özel bir kadın. Hiç yüz yüze gelmeden hayatıma dokunan bir el. Onun başkaldırısı ve o “ne münasebet” tavrı çok kıymetli geliyor bana, gözlerim doluyor. Çünkü biliyorum; bu savaşı korkaklar değil göze alanlar kazanacak. Adaletsizliğe başkaldıranlar…
Duygu Asena’nın romanı Aslında Özgürsün, 20 sene önce okurlarla buluştu ve aslında geçerliliğini koruyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Çünkü hâlâ toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz edemiyoruz, çünkü hâlâ kahraman erkeğin zavallı prensesi kurtardığı masallarla büyütüyor analar evlatlarını. Çünkü hâlâ “kızlar pembe, erkekler mavi giyer”e inananlar var. Çünkü hâlâ “yuva yıkan kadın” diye bir tanımlama varken “yuva yıkan erkek” diye bir kavram yok. Çünkü bulunduğum topraklarda kadınlar kocaları, eski erkek arkadaşları, babaları yani yakınlarındaki erkekler tarafından katlediliyor. Çünkü bulunduğum topraklarda bu katliamcı caniler mahkemede kravat takıp iyi hal indirimi alıyorlar. Çünkü bulunduğum topraklarda medya korkunç bir cinsiyetçi dille bulduğu her fırsatta kadını itibarsızlaştırıyor. Daha sayayım mı? Bir sürü çünkü var.
Karakterinizden bahsetmek istiyorum biraz… Berna nasıl biridir, güçlü yanları, korkuları nelerdir?
Berna sahiplenici ve güçlü bir kadın. Bağlanmaktan korkuyor. Her şeyi kendi başına ve kimseye muhtaç olmadan yapmış. Ama bu, onu karşı cinse hoyrat bir hale getirmiş. Bence istediği şeyi kendisine henüz itiraf edememiş. Ben de merak ediyorum hikâye onu nereye götürecek…
Romanları aracılığıyla birçok insanın hayatına dokunan biri Berna. Sizin hayatınızda da düşüncelerinize, duygularınıza etki eden böyle biri var mıydı?
İlkgençliğimden beri beni etkileyen ve sarsan insanlar hep kalemini iyi kullanan insanlar oldu. Çok küçük yaşlardan beri yaşıtlarım popçulara hayranken ben şair ve yazarlara hayrandım. Ama geldiğim noktada bu-
günkü Deniz’in hayatına en fazla etki eden yazar hem kalemi hem duruşuyla Tomris Uyar hiç şüphesiz.
Belki çok istemese de Z kuşağına ulaşmaya çalışan bir yazar Berna. Yaş konusunun işlendiğini de görüyoruz dizide. Berna ve Belgin yaşları daha büyük olduğu için bir mekâna alınmıyor örneğin. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?
Yaşından, cinsel yöneliminden, renginden, dilinden, dininden, herhangi bir sebepten dolayı yapılan her türlü ayrımcılığa ve yasağa karşıyım.
Kendinizi karakterle özdeşleştirdiğiniz yönleriniz var mı? Siz de aslında Berna jenerasyonundan başarılı bir kadınsınız. Yaşadığınız sosyal ve geleneksel baskıları göz önüne aldığınızda karaktere hangi alanlarda uzak ya da yakın hissediyorsunuz? Karakterinizin ikilemlerini siz de kendi hayatınızda tecrübe ettiniz mi? Bunlarla nasıl başa çıktınız?
Berna ile benzer özelliklerimiz var. Hayata bakış açılarımız ve mücadele yöntemlerimiz de benziyor. Ben de sonuna kadar mücadele edip boyun eğmeyenlerdenim, özellikle adaletsizlik ve haksızlık karşısında… Ama ikili ilişkilerde bir şeyin olmayacağını anladığımda boş verip arkama bakmamayı tercih ederim. Hiç kimse ve hiçbir şey hayatın merkezine konulacak kadar mühim değil. Mühim olan hayat.
Aslında özgürsün, ne demek sizce? Nasıl bir ortamda, nasıl şartlarda tam olarak özgür olabiliriz?
Aslında özgürsün demek şunu barındırıyor bence: “Özgür olmadığını sansan da.” Başında “aslında” olan cümleler beni çok sızlatıyor. Hep bir kendini açıklama derdi barındırıyor. “Aslında öyle değil…” Bu, kendi hayatımda çok içselleştirdiğim bir şeydi ama artık ben de daha az kullanıyorum aslında kelimesini. Çünkü tersiyle beraber düşündürüyor her şeyi ve bana çok büyük bir sızı veriyor. Özgürlük, ruhunun ve bedeninin tam olarak mutlu olması bence. Bilmem, ana göre de değişir… Mutluluk bence özgürlük, mutlu olmak ama bir bütün olarak mutlu olmak…
Kadınların hak mücadelesiyle ilgili sert bir dönemden geçiyoruz. Dizide de güçlü bir kadın dayanışması izliyoruz aslında. Böyle bir projede yer almak size neler hissettiriyor?
Kadınların hak mücadelesinin altının çizildiği bir işte yer almak çok güzel ama yetmez. Bu ülkede kadınlar 8 Mart’ı bile özgürce kutlayamıyor. Tartışma programlarında kafayı kadınların ne giydiğine takmış bir sürü
kendini bilmezle kuşatıldık. Biz kadınlar, gücümüzün farkına varmalıyız. Az kaldı. Bir kadın devri geliyor, inanıyorum. Bu kirli düzeni kadınların örgütlenmiş istikrarlı duruşu değiştirecek.
Bu dayanışmayı Berna ve asistanı Semra arasında da görüyoruz, hissediyoruz. Aslında aralarında hiyerarşik bir ilişki bulunan ve buna rağmen birbirini destekleyen, birbirine güç veren iki kadından bah sediyoruz. Bu dayanışmanın yansımalarını ileriki bölümlerde nasıl göreceğiz?
Bunu ilerleyen bölümlerde göreceğiz. Sürprizi kaçmasın…
Bir başka destek ve dayanışma hikâyesini de Berna ve Canan ara sında izliyoruz. Bir adalet arayışı da var aslında. Günümüzde adalet arayışının sosyal medyada gerçekleştirilmesini, bunun en güçlü yol olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal medyayla ilgili karışık düşünceler içindeyim. İnsanların birbirini şuursuzca yargılama cüretini kendinde gördüğü, kendi hayatında hiçbir iyiliğin parçası olmamış bireylerin başkalarının hayatını parmakla göstermekten zevk aldığı bir yer. Ama bir taraftan da adalet arayışı için bir kapı oluyor. Bu, adalete inancımızın ne kadar zedelendiğini gösteriyor. Çok üzücü…
Biraz Berna’nın romantik ilişkilerinden bahsetmek istiyorum. Âşık olmadan yazamıyorum, diyen bir kadın Berna. Karakteriniz aşka nasıl yaklaşıyor? Aşk onun için ne ifade ediyor?
Bence dizideki o ifade illa kadın-erkek ilişkilerindeki aşk değil. “Âşık olmadan yazamıyorum”un altında bence şu var; “Hayata tutunacak bir şeyim olmadığında yazamıyorum.” Yani aslında bu inançla ilgili bir şey. “Şu anda inancım kırıldı aşka dair ve bu beni zedelediği için ka lemime de yansıyor,” diyor aslında. Aynı anda aşka inancı ve kariyerindeki sıkıntılardan dolayı bu alandaki inancı da kırılıyor. Hayatının birçok alanında inanç zedelenmesi yaşadığı için tıkanıyor. Bu genel olarak hayatın akışında inandığı şeylerin kırılmasıyla alakalı.
Berna evliliğe nasıl yaklaşıyor? Bir ilişkinin gitmesi gereken yer evlilik midir?
Berna için evlilik hiçbir zaman bir amaç değil. Evlenmeli diye bir kuralı yok ama dışarıdan görüldüğü gibi evliliğe karşı bir kadın da değil. İnandığı ve emek verdiği kişiyle hayatını birleştirme fikrine çok kapalı
değil aslında…
Aslında Özgürsün, ilişkiler ve evlilikler üzerinden de güçlü mesajlar veren bir dizi. Berna’nın Sinan’la ilişkisini, yaşadığı sorunları da izliyoruz. Siz bu ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence Berna’nın ilişkileri arasında ona en çok yakışan Sinan. Sinan için de Berna doğru insan. Fakat ben iki karakteri de bencil buluyorum ve bu ilişkinin sıkıntıya girme sebebi de iki karakterin bencillikleri…
Bir aldatılma hikâyesine de şahit oluyoruz. Ve aslında Berna, Sinan’a başkasına ilgi duyduğu noktada kendisine dürüst olmadığı için kızıyor. Aldatmak nedir sizce? Bir ilişkide hangi noktada en affedilemeyecek suç haline geliyor?
Aldatmak içinde en başta “yalan” barındıran bir eylem. Ve insan değer verdiği birine yalan söyleyemez. Demek ki ortada bir değer kaybı var ve değersiz olduğu yerde de durmamalı insan… İnsanlar hata yapabilir, anlık zaaflarına da yenik düşebilir. Bu anlaşılabilir, affedilebilir de belki… Ama istikrarlı bir şekilde partnerine ihanet eden (yalan söyleyen) biri karşısındaki insanı aptal yerine koyuyor bence. Onun
hayatından çalıyor… Bu bile isteye yapılan bir kötülük, bencillik… Affı yok bende.
Diziyle ilgili, karakterinizle ilgili izleyicilerden nasıl yorumlar aldınız?
Güzel yorumlar alıyorum. Mutluyum yaptığım işten. Bugüne kadar yaptığım diğer dizilerden farklı bir dinamiğinin olması da beni ayrıca mutlu ediyor.
Bade İşçil
Aslında Özgürsün kadrosuna nasıl dahil oldunuz? GAİN’in merakla beklenen projelerinden biriydi. İlk okuduğunuzda sizi çeken neydi? Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
Kadınların yaşamında durum duygu ilişkisini yansıtan bir proje olması ilgimi çekti. Belgin gibi, evliliğinde sadece aile bireylerinin konforunu sağlamaya çalışırken kendini unutan birçok kadın var diye düşündüm. Belgin karakterindeki birini anlamak için Belgin’i oynamayı istedim.
Duygu Asena’yla nasıl bir ilişkiniz var? Romanlarına aşina mıydınız? Bir Duygu Asena projesinde yer almak ne ifade ediyor sizin için?
Kadınlara destek vermeye çalışan, değerli bir isimmiş. Açık söylemek gerekirse ismini duymuştum ama daha önce kitaplarını okumamıştım. Bu proje sayesinde bilgim oldu hatta tanıdığım birçok insanın da sevdiği biri olduğunu öğrendim. Böylesine değer bulmuş bir yazarın eserinden senaryolaştırılmış bir projede yer aldığım için şanslı hissediyorum.
Asena’nın romanı Aslında Özgürsün, 20 sene önce okurlarla buluştu ve aslında geçerliliğini koruyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Eğer nesilden nesle yazdıklarını aktarabiliyorsa bir yazar, her döneme uygun bir hikâyesi ve anlatım dili vardır demektir.
Karakterinizden bahsetmek istiyorum biraz… Belgin nasıl biridir, hangi yanları güçlüdür, neye inanır? Neleri savunur?
Belgin kendine güvenini zaman içinde unutmuş, içinden geldiği gibi yaşamak yerine başkalarının onu görmek istediği gibi yaşamak zorunda kalmış ve başkalarından onay aldığı kadarıyla hayatını devam ettirmeyi benimsemiş bir karakter.
40’lı yaşlarına doğru ilerleyen Belgin’in yavaş yavaş potansiyelinin farkına varmasına da şahit oluyoruz dizide. Sizce bir kadın, kendini keşfetme yolunda nasıl dönemeçlerden geçiyor?
Kadın-erkek ayırmadan şöyle bir yorum yapabilirim; hayata geldiğimiz gün itibarıyla bütün canlılar, çevresinin etkisinde kalır ve yaşadığı çevreye uyum sağlayarak büyür. Anne babası Türkçe iletişim kurarak büyüyen bir çocuk ilk kelimesini Türkçe söyler ama bu demek değildir ki o çocuk ömrü boyunca sadece bir dili konuşacak… İnsanın karşısına hayatını yeniden şekillendirmek, kendini geliştirmek için imkânlar çıkar. İsteyen kendine verildiği kadarıyla kalır, isteyen kendisi için arayışa çıkar.
Kendinizi karakterinizle özdeşleştirdiğiniz yönleriniz var mı? Karaktere hangi alanlarda uzak ya da yakın hissediyorsunuz? Karakterinizin ikilemlerini siz de kendi hayatınızda tecrübe ettiniz mi? Belgin’in yaşadığı sosyal ve geleneksel baskıları yaşadınız mı, bunlarla nasıl mücadele ettiniz?
Canlandırdığım karakterin sıkıştığı yanları gibi bir kadın olarak benim sorumluluğum diye, yani geleneksel olarak “kadın dediğin bunu böyle yapar”a takılmış biri olduğum zamanlar olmuştur; olmaya da devam ediyor olabilir. Belki buna genetik kod da diyebiliriz. Aslında hep kendimce mücadele içindeymişim geçmiş yıllarıma bakınca, bunu sonradan fark ettim.
Dizide iki yakın arkadaşın ilişkisini de izliyoruz. Berna ve Belgin uzun zamandır yakın dostlar, her zaman birbirlerine destek oluyorlar. Farklı hayatlar yaşıyor ancak benzer problemlerle mücadele ediyorlar. Berna ve Belgin ilişkisinden bahsedebilir misiniz biraz?
Küçük yaşta başlamış ve güven üzerine kurulmuş bir ilişkileri var. Dizide “kaybolan kedini bulacağım, bana güven,” diyen küçük Berna ve sonrasında yine doğum sancıları yaşarken “Sana bir şey olmasına izin vermem, bana güven,” diyen bir Berna görüyoruz Belgin’in yanında. Hayatlarıyla ilgili her şeyi paylaştıkları, birbirlerinden farklı düşünseler de kopmayan iki arkadaş görüyoruz. Bulunması belki de çok zor bir ilişki çeşidi Belgin ve Berna’nın arkadaşlığı.
Kadınların hak mücadelesiyle ilgili sert bir dönemden geçiyoruz. Dizide de güçlü bir kadın dayanışması izliyoruz aslında. Böyle bir projede yer almak size neler hissettiriyor?
Kadınların güçsüz ve pasif konumlandırılması çok üzücü, kadınlarımızın böyle olduklarına inandırılmaları çok daha üzücü. Bugün tarihe bakıldığında Kurtuluş Savaşı’nda, milli mücadelede yer almış nice kahraman kadınları sayabiliyorsak -günümüzde en aciz kalınan alanın savaş alanı olduğu hala aşikâr- bir durup kadının gücünü yeniden değerlendirmek gerekir. Projemizin konusu tabii ki savaş kahramanı kadınlar değil ama günlük hayatta kadınların nelerle mücadele ettiklerini, bir araya gelip acılarını hafifletebildikleri gibi neşeyi de birlikte yaşayabildiklerini, paylaşabildiklerini gözlemleyebildiğimiz bir dizi Aslında Özgürsün. Özellikle Berna ve Belgin cenazede bile birbirini güldürmeyi ve acılarını hafifletmeyi bilen, birbirini çok iyi tanıyan iki kadın.
Dizide iki çocuk annesi bir kadını canlandırıyorsunuz. Ailesine bağlı biri aslında ancak ilişkisinde yaşadığı problemler de var. Belgin ve Erkan ilişkisinden bahsedebilir misiniz biraz?
Belgin ile Erkan okul zamanında başlayan ilişkilerini erken yaşta evlenerek devam ettirmişler. İlk yıllardaki ilgisi azalan, eskiden yaşadıkları romantizmi zaman içinde “saçmalık” diye hatırlayan bir Erkan’a dönüşmüş Belgin’in eşi. Belgin hâlâ eşiyle romantik vakit geçirmek için çaba sarf ediyorken Erkan onun bu çabasını bile fark etmeyecek kadar işine, yaptığı yatırımlara, kazancına yönelmiş biri. Haliyle bu da iletişim kurmalarını engelleyen bir döngüye dönüşünce Belgin kendi içinde mutsuz ama sorumluluklarının farkında bir evlilik hayatı yaşıyor. Aslında mutsuz olduğunu hisseden bir kadının hikâyesini izliyoruz. Başka bir erkekle tanışmasını ve Ömer’le flörte giden ilişkilerine de şahit oluyoruz. Bunun ilerleyen
bölümlerde ne gibi yansımaları olacak, göreceğiz.
Yaşadığı ilişkide birbirini kaybetmek ya da kendinden ödün vermek ne ifade ediyor Belgin için? Aldatmak nedir onun için? Bir ilişkide hangi noktada en affedilemeyecek suç haline geliyor?
Belgin mutsuz olduğu evliliğindeki mutlu günlerine dönmek için çabalarken eşi bunu fark etmiyor. Üstüne üstlük hem suçlu hem güçlü bir pozisyon sergiliyor Belgin’e göre.
Belgin için aşk ve romantizm ne demektir? Evlilik ve aile ne demektir? İlişkisinde aradığı şeyler nelerdir?
Belgin, aşka ve romantizme inanan bir kadın. Hayatındaki ana motivasyon bu. Evliliğinde eksilen bu iki unsur ve ilgisizlik Belgin’in kendisini sorgulamasını ve kendi gücünü fark etmesini sağlıyor zamanla.
Belgin, oğluyla konuşurken kilo alırsa babasının onu beğenmeyeceğini söylüyor. İlişkisine dair duyduğu korkular, endişeler nedir Belgin’in?
Erkan’a odaklı Belgin; maddiyata çok önem veren Erkan’ın dikkatini ancak iyi görünerek çekebilirmiş ve evliliğini o şekilde sürdürebilirmiş gibi hissediyor. Aksi takdirde kocasının başka birini bulup onu terk edeceği korkusunu yaşıyor.
Hayat arkadaşı tarafından kısıtlandığını da görüyoruz. Erkan, bir iş yemeğine gittikleri için Belgin’in kıyafetini değiştirmesini, rujunu silmesini istiyor. Bu, Belgin’e neler hissettiriyor?
Belgin, eşinin dikkatini çekebilmek, kendini ona beğendirmek için hazırlanıyor. Ama Erkan bu durumun kendisi için olduğunu anlamıyor ve karısı artık dikkatini ne yapsa çekmediği için dikkat çeken bir kıyafet veya makyajla başkasının da dikkatini çekebilmesini engellemek istiyor herhalde.
Dizide Belgin’in çocuklarıyla ilişkisine de şahit oluyoruz. Endişelerini, korkularını, telaşlarını izliyoruz. Belgin nasıl bir anne?
Belgin evine, ailesine pürdikkat sahip çıkmaya çalışan, eksiksiz düzen kurmaya çalışan bir anne. Kendisi mutsuzken biraz daha takıntılı olabiliyor. Sanırım bunu da kendi mutsuzluğunun nedenini ararken geçerli bir sebep yaratma çabasıyla yapıyor.
Diziyle ilgili, karakterinizde ilgili izleyicilerden nasıl yorumlar aldınız?
İzleyenler özellikle evli ve çocuklu olan ev hanımları, Belgin’in hayatını kendilerininkine benzettiklerini söylüyor.
Burak Yamantürk
Aslında Özgürsün kadrosuna nasıl dahil oldunuz? GAİN’in merakla beklenen projelerinden biriydi. İlk okuduğunuzda sizi çeken neydi? Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
Önce senaryonun ilk dört bölümünü okudum. Bir proje için görüşmeden önce senaryoyu okumak hem avantaj hem de dezavantaj. Çünkü bir oyuncu olarak okuduğun şeyi canlandırmaya başlıyorsun, sonra yönetmen görüşmesinde bambaşka bir bakış açısıyla karşılaşabiliyorsun. Senaryoları okuduktan sonra yönetmenimiz Ali Kemal Güven ile çevrimiçi toplantı yaptık. Yönetmenin yaratmak istediği dünyanın benim okuduğum ve hissettiğim şeyle paralel olduğunu görünce projeyi kabul etmeye karar verdim.
Aslında özgürsün tam olarak ne demek sizce? Hangi şartlarda, hangi ortamda tam olarak özgür olabiliriz?
Özgürlük, çağımızın en büyük kelimelerinden biri. Kuşaklar boyu anlamını değiştiren bir kelime. Aslında özgürsün; hayatında, işinde, birlikteliğinde mutsuz olan ama başka çaresi olmadığını düşünen insanları harekete geçirebilir. Ama tam olarak özgür olduğumuz nokta bence kaybedecek hiçbir şeyimizin olmadığı zamandır.
Karakterinizden bahsetmek istiyorum biraz… Erkan nasıl biridir, hangi yanları güçlüdür, neye inanır? Neleri savunur?
Erkan gibi adamlar etrafımızda sayıca fazlalar. Bazen kendisini belli eder, bazen güzel kamufle olur. Çok klasik bir aile babası. “Her şeyi sizin için yaptım” cümlesinesığınıp egosunu tatmin eden bir adam. Hayatta kalmak için her şeyi yapar, bu onu güçlü kılsa da karşı taraf için tehlikelidir.
Kendinizi karakterle özdeşleştirdiğiniz yönleriniz var mı? Karaktere hangi alanlarda uzak ya da yakın hissediyorsunuz? Karakterinizin ikilemlerini kendi hayatınızda tecrübe ettiniz mi?
Başarılı olmak için çalışmak ve bunu elde edene kadar pes etmemek benim de hayatımda olan bir şey. Erkan’la ayrıştığımız nokta ise benim bu süreçte hayatın güzelliklerini kaçırmamaya çalışmam çünkü kişisel başarı için koşturduğunuzda kaçırabileceğiniz çok şey oluyor.
Kadınların hak mücadelesiyle ilgili sert bir dönemden geçiyoruz. Dizide de güçlü bir kadın dayanışması izliyoruz aslında. Böyle bir projede yer almak size neler hissettiriyor?
Kadınların hak mücadelesiyle ilgili her dönem sert! Hatta sert kelimesi yeterli bile değil. Böyle projelerin her alanda artması ve izleyicide harekete geçme isteği uyandırması bu işin en büyük başarısı olur benim için.
Dizide başarılı bir iş insanını canlandırıyorsunuz. Kendisini gerçekleştirebilmiş biri mi Erkan? İleriki bölümlerde karakterinizi neler bekliyor?
Erkan yaptığı her şeyden hep çok emin ve satranç oynar gibi düşünüp bir sonraki hamleye göre hareket ediyor. Hep bir adım önde olduğunu zannetse de hayatın tadını çıkarmayı hiç bilmiyor.
Ailesine bağlı biri aslında ancak ilişkisinde yaşadığı problemler de var. Belgin ve Erkan ilişkisinden
bahsedebilir misiniz biraz?
Erkan her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor. Yaşanan tartışmaların sebebini anlamadığı için bunları gereksiz görüyor. Tartışmaların yapıcı tarafını göremiyor. Çünkü o her şeye sahip olduklarını ve ailede herkesin mutlu olduğunu düşündüğünden herhangi bir problemde Belgin’in nankörlük yaptığını düşünüyor.
Yaşadığı ilişkide birbirini kaybetmek ya da kendinden ödün vermek ne ifade ediyor Erkan için? Erkan için aşk ve romantizm, evlilik ve aile ne demektir? İlişkisinde aradığı şeyler nelerdir?
Erkan zaten kendinden ödün verdiğini, her şeyi ailesi için yaptığını ve bu uğurda çok emek harcadığını düşünüyor. En büyük fedakârlığı o yapıyor bu aile için… Aşk ve romantizm onun için geçmişte kalan bir şey. Zaman zaman hatırlamaya ve uygulamaya çalışsa da bunda başarılı olamıyor ve kendini bir anda yine iş hayatının hırsına bırakıyor. İlişkisinde istikrar arıyor ve yanındaki kadının onun yaşantısına ayak uydurmasını istiyor.
Diziyle ilgili, karakterinizde ilgili izleyicilerden nasıl yorumlar aldınız?
Mesela eşim Özge epey sinir oldu benim karakterime. İzlerken bana sürekli pis bakışlar attı. (Gülüyor) Diziyle ilgili de çok güzel yorumlar alıyorum. Hikâyesi, senaryosu, karakterleri, rejisi hem sektör hem de izleyici tarafından çok beğeniliyor.
Alican Yücesoy
Aslında Özgürsün kadrosuna nasıl dahil oldunuz? GAİN’in merakla beklenen projelerinden biriydi. İlk okuduğunuzda sizi çeken neydi? Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
WitchCraft, film menajerim Abdullah Bulut ile iletişime geçti. Menajerim ve yapım şirketiyle yaptığımız görüşmeler sonrasında dahil oldum projeye. Bir kadın hikâyesi anlatması kişisel olarak kıymet verdiğim meselelerden biri. Özellikle bu eril iklimde daha da önemli hale geliyor. Keşke bir oyuncunun kişisel tercihlerini belirleyecek konular bunlar olmasa tabii. Ama ilk okuduğumda beni çeken şey; bir kadının kendini tanıma, tanımlama, toplumdaki yerini keşfetmesiyle ilgili soru işaretleri uyandırmasıydı sanırım.
Duygu Asena’yla nasıl bir ilişkiniz var? Romanlarına aşina mıydınız? Bir Duygu Asena projesinde yer almak ne ifade ediyor sizin için?
90’lı yıllar bu ülkede Duygu Asena rüzgârının çok sert ve güzel estiği bir dönemdi. Benim de ergenliğe geçtiğim zamanlardı. O dönemde tanışmak, böyle bir yazarın varlığını bilmek, onu medyada takip etmenin de avantajını kendi yaşamımda gördüğümü düşünürüm. Böyle özel insanları toplumun öne çıkarması kıymetlidir. Topluma daha çok sorgulama alanı açar böyle insanlar. Duygu Asena da onlardan biri. Sadece kadınlar özelinde olmanın ötesinde kıymetli bir yerde durduğunu düşünüyorum. Hatta öteki olmanın ne demek olduğuyla ilgili şehirli insana çok fazla şey söylediğini düşünüyorum 90’larda. Ve oradan aslında bugünkü ötekiyi de tanımlayabilmeye başladığımızı düşündürüyor bana.
Asena’nın romanı Aslında Özgürsün, 20 sene önce okurlarla buluştu ve aslında geçerliliğini koruyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Geçerliliğini koruyan romanlar, tiyatro oyunları, edebiyat eserlerinin geçerliliğini koruması aslında tek başına birkaç şey söylüyor sanırım. Birincisi -iyi tarafı- yazarın kuvvetini gösteriyor. Diğeri -kötü tarafı diyelim- toplumun değişmediğini gösteriyor. Özellikle kadın meselesinden ve öteki meselesinden bahsediyorsak toplumun değişmediğini gösteriyor. Yazar için büyük, bizler için küçük adımlar atılmış demek ki.
Aslında özgürsün tam olarak ne demek sizce? Hangi şartlarda, hangi ortamda tam olarak özgür olabiliriz?
Immanuel Kant’ın büyüklüğü nereden gelir? “İnsan özgür müdür?” Soru budur ve özgürlük tartışılır. Kant’ın büyüklüğünün sırrı şu sorudadır: “Özgürlük nedir?” Yani burada da aslında bunu sormamız gerekiyor. Özgürlük aslında çok bireyseldir, kişiye özeldir. O yüzden “Nasıl özgür olabiliriz? Özgür müyüz?” sorularından önce her kişinin kendince özgürlüğü tanımlaması lazım. Özgürlüğü hep beraber, toplum olarak kabul edebileceğimiz normlara ya da belli kriterlere bağımlı bir cümle haline getirmek özgürlüğümüzü kısıtlar her şeyden önce. Özgürlük şudur diyebildiğiniz ve başkalarının bunu yaparak özgür olabileceğini iddia ettiğiniz her şey de özgürlükle taban tabana zıddır. Özgürlük sadece ve sadece kişinin kendince tanımlayabileceği ve onu yaşama cesaretini gösterebileceği bir şeydir. Cesaretini diyorum çünkü her insanın özgürlük tanımı içerisinde cesaret gerektirecek bir atılım olacağına inanıyorum. Bu konu oldukça uzun konuşulabilecek bir konu. Duayen felsefeciler, sosyologlar bile tartıştı özgürlüğü. O yüzden özgürlük, bir soruyla ve iki satır cevapla açıklanabilecek bir kelime değil. Çok derin, çok daha uzun tartışılabilecek bir kelime.
Karakterinizden bahsetmek istiyorum biraz… Ömer nasıl biridir? Hangi yanları güçlüdür, neye inanır? Neleri savunur?
Ömer bir doğa aktivisti. Haliyle doğayla iç içe olan birisi. Ve Belgin’in hayatına da dokunma arzusu olan, onun kendince tanımlamadığı özgürlüğü tanımlamasında da ona yardımcı olmak isteyen biri. Tabii ki karşılıksız bir yardımcı olma isteği değil bu, ona bir aşk da besliyor. Ona âşık oluyor aslında. Karşılıklı bir yardım eli diyebiliriz buna.
Kendinizi karakterle özdeşleştirdiğiniz yönleriniz var mı? Karaktere hangi alanlarda uzak ya da yakın hissediyorsunuz?
Kendimi ve canlandırdığım karakteri tanıdığım kadarıyla onunla çok zıt yönlerimiz yok diyebilirim. Ben de doğayla çok iyi ilişkiler içerisindeyim. Doğada vakit geçirmeyi severim. Kendimi daha huzurlu hissederim hatta kendi alanımda gibi hissederim. Tabiatla bütünleşmeye müsait bir yapım vardır. Ömer gibi çevre aktivisti olma iddiam yok ama kendi çapında çevre aktivisti sayabiliriz beni de. Ama bir Ömer kadar değil
tabii. Yumuşak başlılığımız benzer, ben de öyle biriyim. Sakin, ılımlı biriyim.
Dizide başarılı çevre haklarını savunucusunu canlandırıyorsunuz. Ömer, dünyaya fayda sağlamaya çalışan, ince, kalıpların dışında bir Türk erkeği. Bunun yanında kadınları da belirli bir kalıba sokmayan, onları özgürleştiren, güçlendirmeye çalışan biri. Ne kadar gerçekçi bir karakter Ömer? Gerçek hayatta sıklıkla karşılaşabileceğimiz biri mi?
Gerçek hayatta sıklıkla karşılaşabileceğimiz biri olmadığını görüyorum. Ama Ömer adına şunu söyleyebilirim, onun için zaten önemli konular eşitlik, özgürlük. Hayatını böyle şeyleri dert etmeyi merkeze alarak yaşamaya çalışıyor fakat bu bir yolculuk. Öğrenmeye, gelişmeye ve kendinizi geliştirmeye devam edersiniz.
Aslında Özgürsün, ilişkiler ve evlilikler üzerinden de güçlü mesajlar veren bir dizi. Ömer’in Belgin ile yeni başlayan ilişkisini izliyoruz. Siz bu ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? İleriki bölümlerde bizi neler bekliyor?
Bu ilişkiyi iyi bir başlangıç olarak değerlendiriyorum. Bir insanın hayatının dümenine oturma arzusuyla ilgili ilk sinyallerini görebileceğimiz iyi bir ilk adım olarak görüyorum. Sizi neler beklediğinin cevabı Ali Kemal Güven’de sanırım.
Berk Cankat
Aslında Özgürsün kadrosuna nasıl dahil oldunuz? GAİN’in merakla beklenen projelerinden biriydi. İlk okuduğunuzda sizi çeken neydi? Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
Yanlış hatırlamıyorsam şubat ayında okudum senaryoyu. Benim için büyük bir şans oldu. Uzun zaman sonra içinde olmak isteyeceğim bir iş dedim. Kadınların gerçek hayattaki gibi, güçlü ve gerçeğin anlatıldığı bir iş görmek takdir edersiniz ki çok rastlanan bir şey değil. Gerçek ilişkiler, gerçek sorunlar ve insanın hayatındaki gerçek mücadelelerin anlatıldığı bir iş. Böyle özel bir işin içinde yer almamı sağladığı için öncelikle sayın yönetmenimiz Ali Kemal Güven’e, sonrasında bu cesur projeyi hayata geçirdikleri için Witchcraft Films’e ve bu yenilikçi işi izleyiciyle buluşturduğu için GAİN’e teşekkür ediyorum.
Duygu Asena’yla nasıl bir ilişkiniz var? Romanlarına aşina mıydınız? Bir Duygu Asena projesinde yer almak ne ifade ediyor sizin için?
Duygu Asena gibi önemli bir yazara ve romanlarına elbette aşinaydım. 90’ların başında, ortaokul yıllarımda annem ve arkadaşlarım sayesinde tanımıştım Duygu Asena’yı. Çok popüler olduğunu hatırlıyorum o zamanlar ama açıkçası şu zamana kadar kendisini okumamıştım hiç. Kendisi hakkında bildiğim tek şey, feminist ve demokrat bir insan olduğuydu.
Asena’nın romanı Aslında Özgürsün, 20 sene önce okurlarla buluştu ve aslında geçerliliğini koruyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Duygu Asena’nın zamansız bir yazar olmasıdır en büyük sebebi. Geçerliliğini koruması kendisi özelinde, bir yazar olarak bakıldığında çok özel ve değerli. Değindiği meselelere baktığımızdaysa 20 yıldır bir adım ileri gidilememiş olması da bir o kadar can sıkıcı. Açıkçası Aslında Özgürsün’ün ve diğer Duygu Asena romanlarının geçerliliğini korumasında bu ikisinin de çok büyük önemi olduğunu düşünüyorum.
Kadınların hak mücadelesiyle ilgili sert bir dönemden geçiyoruz. Dizide de güçlü bir kadın dayanışması izliyoruz aslında. Türkiye’de kadın mücadelesi dediğimde aklınıza ilk neler geliyor? Böyle bir projede yer almak size neler hissettiriyor?
Kadınların hak mücadelesi her zaman sertti ama artık her şey daha göz önünde olduğu ve yaşandığı için insanlar bu mücadeleye çok daha net şahit oluyorlar. Kadınlar bu hayatta hep bir hak mücadelesi içindeydi, bu mücadeleyi vermek zorunda bırakıldılar. Tek fark, yaşadığımız dönemin de etkisiyle biz de bunu daha çarpıcı şekilde görür ve anlar olduk. Yoksa bu hak arayışı kadın var olduğundan beri var sanırım. Türkiye’de kadın mücadelesi dendiğinde de maalesef aklıma ilk olarak adaletsizlik geliyor. Sadece bu dünyada var olarak zaten sahibi olduğu haklar için bir ömür savaş vermek zorunda bırakılan insanlar geliyor aklıma. Hayatımızın her alanına sıçramış haksızlık ve adaletsizlik geliyor. Bir ömür bu mücadeleyi vermek ve bu mücadeleyle yaşamak çok yorucu olmalı. O yüzden kadın mücadelesi dendiğinde güçlü insanlar geliyor aklıma. Böyle bir projede yer alarak bu mücadelenin daha görünür olmasında en ufak bir katkım olacak ise bu benim için en büyük mutluluk kaynağı. Sadece konuşmaktan ziyade artık insanların da ellerini biraz taşın altına koymaları gerekiyor.
Bu dizi izleyiciler için ne ifade etmeli sizce? Kimleri etkilemesini, ilham vermesini isterdiniz? Sizin tanıdığınız en ilham verici kadın kim, neden?
Bu işi izleyenler kadınların hayatlarının, duygularının, korkularının, sıkışmışlıklarının, hayatla mücadelelerinin, gerçekte neler yaşadıklarının çok net şahidi olacaklardır. Bu mücadelede kendini yalnız hisseden kadınlar için aslında yalnız olmadıklarını fark edecekleri bir iş. Belki de onların güçlü bir şekilde mücadeleye devam etmelerine ilham olacaktır. Görünmez ve yalnız olmadıklarını anlamalarına… Tabii ki hayatımdaki en özel kadın, annemdir, benim ilham kaynağım. Her zaman dik duruşlu ve doğrunun peşinde koşan, güçlü ve adil. Doğruyu ve yanlışı öğrendiğim kadın.
Aslında özgürsün tam olarak ne demek sizce? Hangi şartlarda, hangi ortamda tam olarak özgür olabiliriz? Neye şahit olsaydınız kadın-erkek eşitliği konusunda umutlanırdınız?
Aslında özgürsün denildiğinde kişinin bundan haberi yok ve bunun farkına varması için yol gösterilmesi gerektiği algısı oluşuyor bende. Başındaki “aslında” kelimesi tüm bu haksızlığa, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, yorgunluğa rağmen demek gibi. “Aslında” demeye gerek kalmadığında tam anlamıyla özgür oluyorsun belki de. Kadın ve erkek yerine insanı konuşmaya başladığımızda umutlanırdım sanırım.
Saygın Soysal
Duygu Asena’yla nasıl bir ilişkiniz var? Romanlarına aşina mıydınız? Bir Duygu Asena projesinde yer almak ne ifade ediyor sizin için?
80’lerin sonu 90’ların başında çocuk olanlar, evlerinde televizyon varsa günlük hayatlarında gazete ve dergi karıştırabiliyorlarsa Duygu Asena’yı tanırlardı. Ben de öyle tanıdım. Bir de “kadının adı yok” cümlesi. İlkokul çağlarında anlamını çokça düşündüğüm cümlelerden biriydi. Eskiden çok kullanılırdı bu söz. Kadının adı yok. Duygu Asena söylemiş. Ne demek istiyor acaba? Bir kitap ismi olarak değil de sanki onun bir sözüymüş gibi girmişti beynime. Ne demek kadının adı yok? Bu insanların, bazen hayranlıkla bazen kıskançlıkla baktıkları, dinledikleri bu kadın neden “kadının adı yok” desin ki? Her şeyi olan bir kadın gibi görünüyor. Güçlü, cesur, güzel… Ne demek istiyor acaba? Beni derin düşüncelere salan ilk kadınlardan biridir Duygu Asena, ne dediğini anlamadan…
Aslında özgürsün tam olarak ne demek sizce? Hangi şartlarda, hangi ortamda tam olarak özgür olabiliriz?
Olamayız. Özgürleşmek için şart ya da ortam kollarsak işimiz zor. Şartları, ortamı beğenmiyorsak onları kendi bildiğimizce değiştirmeye çabalamalıyız. Ancak bu çaba, bu direniş bizi özgürleştirebilir. “Aslında özgürsün” sözü de sanki biraz bu halimize sitem ediyor. Görmüyorsun, korkuyorsun, tembelsin diyor gibi.
Karakterinizden bahsetmek istiyorum biraz… Sinan nasıl biridir? Hangi yanları güçlüdür, neye inanır? Neleri savunur?
Sinan kendisini savunur. Oldukça sıradan biri. Yaşadığı toplumun değer yargılarını içselleştirmiş, toplumun kaygılarını kendi kaygıları sanan, başaracağım derken sıradanlaşan, özgürleşeceğim derken köleleşen, sıradan biri. Böyle söyleyince kulağa pek hoş gelmedi farkındayım ama bence Sinan’ın vaziyeti budur. Starlık bir derecede yapaylık ister, Sinan bu kuralın farkında. Sorunlarını hissediyor ama çözüm bulması neredeyse imkânsız. Kendisine karşı dürüst değil çünkü dürüstlüğün ne olduğunu bilmiyor.
Aslında Özgürsün, ilişkiler ve evlilikler üzerinden de güçlü mesajlar veren bir dizi. Sinan’ın Berna’yla ilişkisini, yaşadığı sorunları da izliyoruz. Siz bu ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birbirini çok iyi tanıyan iki insanın ilişkisi gibi. Benzemeyen ama çok iyi tanıyan. Bence ilişkileri başlarken bir gün nasıl ayrılacaklarını da biliyorlardı. Birbirlerini ne kadar sevip ne kadar üzebileceklerini biliyorlardı, yoksa başlamazlardı bu ilişkiye. İkisinde de hissettiğim duygu bu. Nasıl ayrılacaklarını düşünmüşlerdi. Ayrılık var, ayrılık var. (Gülüyor) Nasıl seveceklerini düşünmüşlerdi. Çatışıp aldatıp ayrıldıklarına bakmayın. İkisi de kalmaya gelmemişti zaten, bakıyorlardı. Sevmek, evet ama fantezi olarak sevmek… İlk büyük sorun çıktığında topuklamak, bozup kaçmak. İkisinden de anladığım bu.
Bir aldatılma hikâyesine de şahit oluyoruz. Aldatmak nedir sizce? Bir ilişkide hangi noktada en
affedilemeyecek suç haline geliyor?
Ne kadar zor soruyorsunuz… Galiba sevgililerden biri aldatıldığını düşünüyorsa aldatılmıştır. (Gülüyor) Sevgilinin paranoyak olmadığını varsayıyorum. Aldatmak da aldattığını hissettiğinde başlar diyeyim. Bilemiyorum. İnsanız, eksiğiz, bir başkasına ihtiyacımız var. Bir başkasını idealize etmeye teşneyiz. İstiyoruz, bekliyoruz, alıyoruz ve yine de memnun değiliz. Kendinden kaçmanın en etkili yolu oldu aşk. İlgini kendinden alıp ona yöneltiyorsun. Ve sıra kendine yaptıklarını ona yapmaya geliyor. Yargılıyoruz, affetmiyoruz, asıyoruz kesiyoruz da komik bu hallerimiz. Aldatan da aldanan da biziz galiba, kendimiziz. Yoksa kimse bize bir şey yapmıyor.
Ecrin Bolkar
Aslında Özgürsün, GAİN’in merakla beklenen projelerinden biriydi. Siz bu projeye nasıl dahil oldunuz? İlk okuduğunuzda sizi çeken neydi? Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
Aslını isterseniz yapımcıları ve yönetmeniyle birkaç ay önce İKSV İstanbul Film Festivali’nde ödül alan Çilingir Sofrası filminde çalışmıştık. Ta o zamanlar yeni bir şeyler düzenliyoruz, olmanı çok isteriz demişlerdi, gel zaman git zaman seçmelere çağırıldım, birkaç sahne çekildi ve onaylandım. Senaryoda beni en çok ilgilendiren ve sevindiren şey, karakterin tek tipleştirilmiş, seçeneksiz ve karikatürize edilmemesi oldu.
Duygu Asena’yla nasıl bir ilişkiniz var? Romanlarına aşina mıydınız?
Hürriyet Kelebek ekinde dikkatimi çekmişti ilk, o zamanlar sürece başlamamıştım, sancılı ve sıkışmış zamanlardı, okurken nefes alır, cesaret bulurdum. Nereden bilebilirdim kader bir gün bizi bu kadar yakınlaştıracak.
Asena’nın romanı Aslında Özgürsün, 20 sene önce okurlarla buluştu ve aslında geçerliliğini koruyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bir Duygu Asena projesinde yer almak ne ifade ediyor sizin için?
Roman, iki kadının bir yıllık yaşam serüvenlerini, gelişim süreçlerini ve yine bu iki kadın arasındaki dostluğu anlatıyor. Böylesi bir toplumda kadınların yaşayabilecekleri benlik krizini de bu iki kadın özelinde çok güzel örnekliyor. O günden bugüne şeklen birçok şey değişti. Yaşadığımız evler, kullandığımız teknoloji, teknik olanaklar açısından bakarsak yirmi sene öncesiyle kıyaslanamayacak ölçüde bambaşka bir yerde olduğumuz söylenebilir. Ne var ki kadınların tabi oldukları koşullar açısından pek bir şeyin değiştiğini söyleyemeyiz. Keşke ne yapıp edip cep telefonu modellerini yenileyen insanlar, kafa yapılarını da aynı hızla zamana uyarlayabilseler… Kökleri çok derinde olan toplumsal cinsiyet örüntüleri, ata-erkil yapılı toplumsal yaşamın değişime en kapalı, en direngen alanlarını temsil ediyorlar. Dolayısıyla çok yakıcı sorunlar, ataerkil toplum yapısından kaynaklı cinsiyetçi baskılar etkisinden hiçbir şey yitirmeden artarak sürüyor maalesef.
Buna cevaben de kadınların özgürleşme (hiç olmazsa güçlenme) arayışları dün olduğu gibi bugün de devam etmekte. Ne ki günümüz kadınları Duygu Asena gibi ilk kuşak feministlerin o günlerde itildikleri dışlanmışlık ve izolasyon içinde değiller bugün. Bu, olumlu bir dinamik olarak değerlendirilebilir. Eskisine göre çok daha kalabalık biçimde sokakları, mahkeme salonlarını dolduruyorlar, bugün “feministim” demek o günlerdeki gibi bir etiketlenme, damgalanma nedeni değil. Dolayısıyla Duygu Asena’nın öncülük ettiği kitle feminizminin, pop feminist edebiyatın yani tüm o öykülerin, romanların bugün hak ettiği ilgiyi görmeye devam etmesi hem Duygu Asena’nın vizyon sahibi özel bir kadın olmasıyla hem de biraz önce değindiğim dönem dinamikleriyle birebir ilişkili. Hem annemin kuşağında hem de bizim kuşakta onun en azından bir kitabını okumamış pek kimse yoktur. Feminizmi kitleselleştirmiş isimlerden biri. Elbette
feminizmi Türkiye’ye o getirmedi ama dediğim gibi, onunla beraber kadınlar yavaş yavaş sesleri titremeden “feminizm” diyebilmeye başladılar. Kadın hareketinin ikonlarından biri, dolayısıyla böyle bir projede yer aldığım için azıcık göğsüm kabarıyor doğrusu.
Aslında özgürsün tam olarak ne demek sizce? Hangi şartlarda, hangi ortamda tam olarak özgür olabiliriz?
Tüm bu baskıcı koşullar içinde dahi bir kaçış rotası, bir nefes alma aralığı dolayısıyla da bir özgürlük potansiyeli olduğuna işaret ediyor sanki bu söz. Kadınların mücadeleyi bırakmamaları, arayışa devam etmeleri gerektiğini söylüyor. Özgürlük varılacak bir menzil değil, yolun kendisi bence. Yaptığımız şeylere,
yaşadığımız hayata içkin bir duygu durumu, bir duruş. Ya da en azından öyle olması gerekiyor. Elbette sadece bireysel gücümüzle, kendi irademizle ilişkili değil yaşadığımız çağın özgürlük sorunu. Toplumsal koşullarla da birebir ilişkili. Bu anlamda daha özgür ve eşitlikçi bir dünya için mücadele etmekten başka bir
çare, bir sihirli formül yok elimizde.
Karakterinizden bahsetmek istiyorum biraz… Canan nasıl biridir, güçlü yanları, korkuları nelerdir? Karakterinizle özdeşleştirdiğiniz yönleriniz var mı?
Canan arkadaş canlısı, anaç, komik, art niyetsiz, açık sözlülüğü ilke edinmiş, arkadaşları, sevdikleri ve özel alanı sözkonusu olduğunda son derece korunaklı ve güçlü. Bence bu karaktere beni uygun görmeleri tesadüf değil, çok benzer yanlarımız var. Canan’ı oynarken hiç yabancılık hissetmedim, benden bir parça
gibiydi.
Dizide bir trans kadının yaşadıklarına, endişelerine, karşılaştığı problemlere şahit oluyoruz. Siz bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Canan çok zor da olsa yırtıcı ve rekabetçi iş dünyasında, cemiyette kendisine yer açabilmiş bir kadın. Ne var ki erkek arkadaşıyla yaşadığı ilişkide şiddeti ve travmayı çok ağır biçimde deneyimlemiş, deneyimlemeye de devam ediyor. Translar büyük yoksunluklardan, sınavlardan, acılardan geçtikten sonra romantik aşkı bir kurtuluş, bir yaşam tutamağı olarak görüyor ve bunun sonucunda da her şeylerini aşka yatırıyorlar maalesef. Büyük fedakârlıklar, büyük hayaller büyük hayal kırıkları anlamına da geliyor ne yazık ki. Tam da bu yüzden güçlü, başarılı, hali vakti yerinde kadınlar dahi her şeylerini yatırdıkları bu ikili ilişkilerde tek tek teslim alınıyorlar, örseleniyorlar ve hatta bazı durumlarda da kurbanlaştırılıyorlar. Hayatımızın her alanına gerekli emeği, ilgiyi göstermemiz gerekiyor. İşimiz, kariyerimiz, sosyal ilişkilerimiz, bedenimiz, eğitimimiz, hobilerimiz vs. hayatımızın her alanına aşkla yönelmemiz lazım bence. Ne yapıyorsak da aşkla, felsefesiyle hakkını vererek yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum naçizane. Tüm sermayeyi kediye yükleyip üzülmenin âlemi yok.
Bir trans kadın olarak bir trans kadını canlandırmak özgürleştirici bir tecrübe olsa gerek. Siz buna nasıl yaklaşıyorsunuz?
Özgürleştirici olduğu kadar stresli de. Çünkü insanın omuzlarına belli bir yük de yüklüyor. Ne canlandırdığım karakter ne de ben tüm transları temsil ediyoruz aslında. Kendime böyle söylesem de kazın ayağı öyle değil. Özellikle ana akım medyada o kadar az temsil zemini, o kadar az trans görünürlüğü var ki görünür olan her trans kadının, her trans karakterin belli bir temsil değeri var. İnsanların kafasındaki trans imajı bu temsiliyetlere göre şekilleniyor, şekillenecek. Sanki tüm trans kadınlar adına ekrana çıkıyormuşum gibi bir his oluşuyor bende, buna mani olamıyorum. Henüz temel haklarını elde edememiş, rüştünü tam anlamıyla ispat edememiş bir azınlığa mensup olmamız dolayısıyla bir süre daha kimlik mücadelesi yürütmek durumundayız maalesef. Dolayısıyla canlandırılacak her rol bir stres konusuna, bir sınava dönüşüyor benim için.
Kadınların hak mücadelesiyle ilgili sert bir dönemden geçiyoruz. Dizide de güçlü bir kadın dayanışması izliyoruz aslında. Böyle bir projede yer almak size neler hissettiriyor?
İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların tüm itirazlarına rağmen kaldırıldığı, kadınların temel haklarının dahi soru konusu olduğu bir dönemdeyiz. Buna karşın kadınlar en son Danıştay Yüksek Dairesi’ndeki İstanbul Sözleşmesi duruşmasında görüldüğü gibi mahkeme salonlarını, sokakları doldurmaya, birbirleriyle temas etmeye, dayanışmaya devam ediyorlar. Kadın dayanışması gelişiyor, gelişmek zorunda, bu çokyönlü saldırıları başka türlü karşılayamayız zaten. Duygu Asena’nın diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserde de kadınlar arası dostluğa bir güzelleme var. Bu anlamda son derece yaşamsal olan kadın dayanışmasına dair doğru bir örneklik sunduğumuzu, son derece doğru bir işin parçası olduğumu hissediyorum.
Canan’ın Berna ve Semra’yla kurduğu ilişkiden de bahsedebilir misiniz biraz? Birbirini destekleyen, birbirini güçlendiren kadınlar izliyoruz.
Sanırım, gözlerinin içine baktığında sen bizim gibi değilsin, sen kadın bile değilsin imalı bakışlarını yakalamadığı nadide insanlardan Berna ve Semra “seçilmiş ailesidir” Canan’ın.
Dizide Canan’ın adalet arayışını da izliyoruz. Günümüzde adalet arayışının sosyal medyada gerçekleştirilmesini, bunun en güçlü yol olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açık konuşmak gerekirse klavye delikanlılığı kadınların işine yaradı, iyi de oldu. Fiziksel ve fikirsel olarak eşit şartlarda değildik zaten, sosyal medyayla biraz eşitlendi bu durum, iyi oldu. Cesaretimiz, ışığımız gitgide genişliyor, dönüşüyor.
Aslında Özgürsün, ilişkiler ve evlilikler üzerinden de güçlü mesajlar veren bir dizi. Canan aşka nasıl yaklaşıyor? İlişkilerden neler bekliyor?
Ben hep şunu derim; trans kadınların tam olarak sürece başlayıp sonunda “kendi olabildiği” deneyimi, yaşı kadardır. Çoğumuz 20 yaşından sonra kendi çabalarımızla hiçbir destek almadan bunu yapabiliyoruz, düşünsenize küçük bir kız çocuğu var içinizde, hem çok bizden hem de çok öteki. Kanatlanmadan uçmaya çalışmak gibi. Ne isteyebilir ki öteki olmamaktan başka, sevilmekten başka.
Ceren Taşçı
Aslında Özgürsün kadrosuna nasıl dahil oldunuz? İlk okuduğunuzda sizi çeken neydi? Bu süreçten biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında Özgürsün dizisinde Ricardo karakterini oynayan, yetenekli arkadaşım, canım Barış Gönenen beni önermiş Semra için, sonrasında sevgili Ali Kemal ve Seda ile bir araya geldik, hemen kaynaştık ve anlaştık.
Duygu Asena’yla nasıl bir ilişkiniz var? Romanlarına aşina mıydınız? Bir Duygu Asena projesinde yer almak ne ifade ediyor sizin için?
Annemin evinde kocaman bir kütüphanemiz vardı. Çocukluğumdan üniversite bitene kadar yaşadığım ev. İçinde bir sürü feminist kaynak olan kocaman kahverengi bir kütüphane… Duygu Asena’nın birçok kitabı vardı içinde. Annem liseye başlarken okumamı önermişti. Kadının Adı Yok’u okumuştum ilk. Diziyle anlaşır anlaşmaz Aslında Özgürsün’ü okudum. Duygu Asena’nın zamanında feminist bir bakış açısıyla yazdığı Aslında Özgürsün’ü sevgili Ali Kemal bugünden okuyup senaryolaştırdı. Ve beni en çok heyecanlandıran iki ayrı kuşaktan yazarın hem feminizme hem ilişkilere hem kadın, erkek ve LGBTİ+’lara, toplumsal cinsiyet eşitliğine baktığı yeri senaryoda harmanlanmış halde görebilmek oldu.
Asena’nın romanı Aslında Özgürsün, 20 sene önce okurlarla buluştu ve geçerliliğini koruyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Instagram’da 8 Mart’larda bir fotoğraf döner, belki karşınıza çıkmıştır. Yaşlı bir kadın, siyah beyaz bir fotoğrafta elinde pankart tutar. Pankartta “Hâlâ bunlar için savaştığımıza inanamıyorum” yazar. Savaş burada savaş verme anlamında kullanılıyor tabii. Duygu Asena’nın kitaplarındaki kadınların meseleleriyle bizim hâlâ bu ülkede, bu erkek egemen dünyada kadın olarak var olmak, ilişkide, evde, sokakta, işyerlerinde, kısacası hayatın her alanında savaşmak zorunda olduğumuz şeyler neredeyse aynı. Ama
umut var. Ben kadın hareketinden çok umutluyum.
Aslında özgürsün tam olarak ne demek sizce? Hangi şartlarda, hangi ortamda tam olarak özgür olabiliriz?
Özgürlük kapital sistemin yıkılıp yerine yepyeni bir sistem, yeni bir bakış açısı geldiğinde mümkün olabilir belki, ki sistem dediğim yerde bile özgürlük havaya uçup yok oluyor. Bence en çok hayal ederken özgürüz.
Ben hayal etmeyi çok seviyorum.
Karakterinizden bahsetmek istiyorum biraz… Semra nasıl biridir, güçlü yanları, korkuları nelerdir?
Semra sevmeyi, hayatında gördüğü kadar bilen ve bu nedenle de ilişkisinin içine sıkışmış, hapsolmuş bir kadın. Kocasını sevdiğini sanıyor ama aslında mahkûm edilmiş o ilişkinin içine. Berna’yla kurdukları dostluk onu aydınlatıyor. Yeni yeni kendisini, kendisi olmanın ne demek olduğunu sorguluyor ve özgür olma adımları atıyor hayatında… Güçlü bir kadın çünkü mutsuz olduğu yeri terk etmeyi başarıyor. Birçoğumuz yapamıyoruz bunu.
Karakterinizle özdeşleştirdiğiniz yönleriniz var mı? Karaktere hangi alanlarda uzak ya da yakın hissediyorsunuz?
Diyete girip girip çıkmalarımız benziyor. (Gülüyor) Giyim tarzımız tamamen farklı. İlişkilere bakış açımız tamamen farklı. Ben sonsuz aşka inanmıyorum, Semra kesin inanıyordur bence. Bir kere ben ilişkide eğlenmiyorsam o alanı terk ederim. Semra uzun süre mutlu olmadığı, kendisini kötü hissettiği bir ilişkiyi sürdüyor. Gerçi hepimiz yapmışızdır bunu. Aslında özgür olduğunu keşfetmek müthiş bir şey. Ben oraları keşfedeli biraz oluyor. “Semra su çok güzel gelsene.”
Dizide Semra ve Berna arasında güçlü bir dayanışma görüyoruz. Aslında aralarında hiyerarşik bir ilişki bulunan ve buna rağmen birbirini destekleyen, birbirini güçlendiren iki kadından bahsediyoruz. Bu dayanışmanın yansımalarını ileriki bölümlerde nasıl göreceğiz?
Berna, Semra’ya sadece bir patron değil aynı zamanda bir dost, bir arkadaş oluyor. Hatta zamanla abla-kardeş gibi oluyorlar. Bazı insanlar hayatınıza girer ve evreninizi aydınlatır, ufkunuzu genişletir. Berna da Semra için öyle biri. Ondan çok şey öğreniyor.
Kadınların hak mücadelesiyle ilgili sert bir dönemden geçiyoruz. Dizide de güçlü bir kadın dayanışması izliyoruz aslında. Böyle bir projede yer almak size neler hissettiriyor?
Çok mutluyum, keşke daha fazla kadın işi izlesek. Daha çok kadın meselesi üzerine işler yapılsa… Bizim dizideki kadınlar kendilerinin, kendi değerlerinin farkına varıp kendileri gibi olmak için mücadele veriyorlar. Bazen çok karanlık geliyor her şey ama kadın dayanışması sayesinde yalnız olmadığımı hissediyorum. Biz
de umarım izleyenlere bunu hissettirebiliriz.
Semra’nın evliliğine, ilişkisine de şahit oluyoruz. Evliliğinde zorbalığa uğrayan bir karakter aslında. Onu güvensiz hissettiren, gerek bedeniyle gerekse zihniyle alay eden bir eşi var. Karakterinizin hislerinden bahsedebilir misiniz biraz?
İnsan bazen kendi yaşadığı şeye körleşebiliyor ve o karanlıktan çıkmak çok zor olabiliyor. Semra da öyle, zamanla fark ediyor uğradığı zorbalığı. O karanlığın içinden çıkmak için çabalıyor. Kabuğunu kırıyor ve çıkıyor da oradan, travmaları ve yaralarıyla birlikte…
Diziyle ilgili, karakterinizle ilgili izleyicilerden nasıl yorumlar aldınız?
Hikâyem ikinci ve üçüncü bölümde açılmaya başlıyor. İzleyicilerimizin yorumlarını heyecanla bekliyorum.
Ekiple gerçekeleştirilen röportajlar, Episode’un 40. sayısında yayımlanmıştır.