Röportaj: Şenay Gürler ile Sakla Beni, Karşınızda Yalnız Kadın ve Çok Daha Fazlası
TV ekranı, beyazperde ya da sahne… İzlemekten hep keyif aldığımız bir oyuncu Şenay Gürler. Sakla Beni’de Belgin karakterine hayat veren Gürler, ayrıca bu sezon yeni oyunu “Karşınızda Yalnız Kadın” ile tiyatro sahnesinde.
Şenay Gürler’le buluştuk, “özellikle bu karakteri oynamak istedim” dediği Belgin’i, oyunculuğa nasıl başladığını, tiyatro sahnesini ve çok daha fazlasını konuştuk.
Star TV’nin yeni dizisi Sakla Beni’nin kadrosundasınız. Sakla Beni’yi ilk okuduğunuzda hikâyenin hangi yönleri daha çok çekti sizi projeye?
Sakla Beni’nin çok yönlü bir hikâye olması beni etkiledi. Elbette gençlerin hikâyeleri çok etkileyici ve hikâyenin odak noktasında. Ama tek tek baktığımda her karakterin açılmaya hazır, derinlik kazanacak geçmişleri var.
Ben özellikle Belgin karakterini oynamayı çok istedim çünkü annelik kavramı üzerine çok düşündürücü bir yerde duruyor. Evet, çocuk doğurmamış ama her anına tanıklık ettiği ve büyüttüğü bir yeğeni var. Annelik nerede başlıyor, nerede bitiyor?
İlerleyen bölümlerde bakalım neler göreceğiz? Ben de heyecanla bekliyorum.
Sakla Beni annelik kavramını farklı açılardan inceleyen bir dizi bence. Filiz, Gülten ve Belgin’in anneliklerini görüyoruz. Canlandırdığınız Belgin karakteri, aslında yeğeni ile anne-oğul ilişkisi kurmuş ama biraz da hırslı bir kadın. Siz Belgin’i nasıl anlatırsınız?
Belgin hiç evlenmemiş, bir gönül ilişkisi başlamış ama nedenini anlamadığı bir şekilde bitmiş. Kendine duvarlar örmüş, o duvarları kimsenin yıkmasına da kolay kolay izin vermiyor. Mesafeli, akılla davranmaya çalışan bir kadın. En büyük zaafı yeğeni aslında bir nevi oğlu gibi gördüğü Mete.
Bütün aileyi idare etmeye çalışıyor ve kırılgan yapısını kimseye göstermiyor. Hırsı özellikle annelik kavramı üzerinden ilerliyor. Çünkü Mete’yi doğurmamış olsa da kendi çocuğu olarak görüyor ve kurduğu yapıyı kimsenin bozmasına izin vermek istemiyor.
O hep güçlü durmak zorunda olan bir kadın.
Oyunculuğa nasıl başladığınızı da konuşmak isteriz. İlkokuldan beri kitaplara, filmlere ilginiz varmış. Biraz çocukluğunuzu ve ilk gençlik yıllarınızı anlatabilir misiniz? Sanata dair tohumlar bugünden baktığınızda ilk ne zaman ve nasıl atılmış içinize?
Ben, terzi bir baba ve ev kadını bir annenin çocuğuyum. Çocukken içe dönüktüm. Yalnız zaman geçirmeyi ve hayal kurmayı çok severdim. Elime ne geçerse seçmeden okurdum. Kendimi kitaplardaki kahramanların yerine koyar, onlar gibi davranmaya çalışırdım.
Ne kadar önemliymiş hayal kurabilmek ve hayallerinden vazgeçmemek. Babam şiir okumayı çok severdi ve çok güzel okurdu. Sinemayı, tiyatroyu çok severdi. Çocukken sinemaya gitmek en büyük lüksümdü galiba. Sevinçten çıldırırdım.
Ben babamdan çok dinledim, oyuncunun özellikle gözlerini nasıl kullandığını. Casablanca filmini gözleri görmediğinde birlikte oturup izledik ve bana sahne sahne o anda neler olduğunu anlattı. Yani babamın, kitapların, hayal gücümün ve büyüdüğüm mahallenin insanlarının hikâyeleri beni her zaman çok etkilemiştir.
Ve tabii ailece verilen hayat mücadelesinin de bende derin izleri oldu. Lise yıllarım çalışarak ve anne-babamın hastalıklarıyla geçti diyebilirim. Zor ama bir o kadar da değerli zamanlardı.
Mücadelelerle dolu bir hayatınız var. Genç yaşta anne-babanızı kaybetmişsiniz, lise yıllarında çalışmaya başlamışsınız, çok genç yaşta evlenip anne olmuşsunuz ve kızınız 1 yaşındayken boşanma kararı almışsınız. Tüm bunları yaşarken sanat eğitimine, oyunculuğa dair hayaller kurup gerekli adımları atıyorsunuz. İçinizdeki gücü artıran, sizi motive eden neler olmuştu?
Ben hep güzel sanatlar fakültesinde okumak istedim ama çok ilginç, beni sanatla, sinemayla tanıştıran babam buna izin vermedi. Aksine sanırım hastalığı nedeniyle benim evlenmem gerektiğine karar verdi. Genç yaşta evlilik, hamile kalma, anne-baba kaybı.
Ben, doğum sonrasında hayallerimden ne kadar uzak bir hayat sürdürdüğümü fark ettim. Sorgulamaya başladım. Neyim, ne yapıyorum? Hayallerim nerede kaldı? Ve hayatımı bu şekilde sürdüremeyeceğimi fark ettim. Çünkü içimden taşan şeyler var, hayallerim var ve hiçbirini yapamıyorum. İlk kararım boşanmak oldu.
Çok zorlu bir süreçle boşandım ve bu arada toplumun ikiyüzlü ahlak kavramının nasıl bir şey olduğuna tanıklık ettim. İkinci adımım, daha doğrusu hayata ikinci makasım güzel sanatlar fakültesinde okumaya karar vermek oldu.
Toplumun ve çevremin baskısı daha da arttı. Ekonomik zorluklar cabası. Ben içimdeki güçle tanıştım; hem çok kırılgan, hem çok inatçı, her çöküşte daha azimle ayağa kalkan biri olduğumu fark ettim.
Güzel Sanatlar’ı bitirdikten sonra İzmir’den İstanbul’a gelme kararı aldınız sanırım, İstanbul’da ilk yıllarınızda meslekte neler yaşadınız?
Hayata üçüncü makasım da İzmir’de yaşayacağım hiçbir şey kalmadığını fark etmek ve İstanbul’a gitmeye karar vermek oldu. Ve tekrar zorlu bir mücadele başladı. Bu sefer hiç bilmediğim bir şehirde, tanımadığım insanlarla tanımadığım bir çevrede hayatta kalma mücadelesi.
Önce para kazanabilmek için uzun bir süre dublaj yaptım. Ben aslında İstanbul’u o kayıt stüdyolarındaki insanlarla tanıdım. Çünkü çalışmak dışında hiçbir şeye zaman ayıramıyordum. Uzun süre dublaj yaptıktan sonra TRT’de yayınlanan Sahte Dünyalar dizisiyle televizyona başladım.
Bu arada yine TRT’de tiyatro programı sunmaya başladım. Ve sonra her şeyin devamı geldi. Çünkü kararlıydım İzmir’e dönmemeye. İyi ki dönmemişim.
1995’ten beri TV dizilerinde yer alıyorsunuz, Çılgın Bediş’ten Avrupa Yakası’na, Kaçak Gelinler’den İçerde’ye pek çok kült dizide yer aldınız. Bugün dönüp kariyerinize baktığınızda sizin için diğerlerinden biraz ayrılan ya da “dönüm noktası” olabilen dizi ve canlandırdığınız karakterler hangileriydi?
Evet, 1995’ten beri birçok dizide yer aldım. Kariyerimde dönüm noktası olarak gördüğüm bir tiyatro oyunu, bir film ve bir dizi var.
Ve enteresan bir şekilde bunlar arka arkaya oldu. Önce Oyun Atölyesi’nde Ermişler ya da Günahkârlar oyununda oynamam, Reha Erdem’in oyunu izlemeye gelip bana filminde rol teklif etmesiyle Korkuyorum Anne filminde oynamam ve hemen arkasından Avrupa Yakası’ndaki Fatoş rolü için teklif gelmesi.
Bütün bunlar 2003-2004 arasında oldu, bu arada dublaj yapmaya da devam ediyordum. Tabii Avrupa Yakası’nın beş buçuk yıl sürmesinin kariyerime çok büyük etkisi oldu. Korkuyorum Anne filmiyle Sinema Eleştirmenleri Birliği’nden en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü aldım.
En uzun oynadığım rol olarak Avrupa Yakası’ndaki Fatoş hâlâ bayıldığım bir karakter. Gülse her karakteri o kadar güzel yazıyordu ki oyuncuya alan sağlıyordu.
TV’de bazı dönemlerde birbirine benzer hikâyeler daha çok üretiliyor, dijital platformlar da hayatımızda artık, orada bazı farklı yapımlar, denemeler görüyoruz ama sizce farklı hikâyelere açık bir sektör içinde miyiz?
Bence biz Türkiye’de dizi işini çok iyi yapıyoruz. Geçmişten bugüne baktığımda sektörün ne kadar geliştiğini görüyorum. Ancak maalesef yapım şirketlerinin garantici davranıp tutan projelerin tekrarına düşmeleri, yeni ve farklı deneyimlere açık olmamaları sektörü kısırlaştırıyor.
Elbette televizyon popüler kültüre hizmet eden bir sektör. Elbette halkın zevklerine hitap etmeli ancak yeni ve farklı şeylere de açık dijital platformlarla birlikte daha farklı projeler gündeme gelmeye başladı. Bu da sektör açısından çok iyi bir gelişme.
Tiyatro sahnesinde olmayı önemsiyorsunuz. Sahneye çıktığınız ilk oyun hangisiydi, ilk an neler hissetmiştiniz hatırlıyor musunuz?
Tiyatro sahnesini çok önemsiyorum. Çünkü farklı karakterleri oynayabileceğim, beni canlı tutan, kendimle daha çok uğraştığım bir alan. Tembelleşmemi, sıradanlaşmamı engelliyor. İlk oyunum Dario Fo’nun yazdığı Ödenmedi Ödenmeyecek.
Sahneye çıktığımda çok heyecanlanmıştım, bacaklarım titriyordu. Ama oyun bittikten sonra yaşanan o haz, hayatta asla bırakmak istemeyeceğim bir duygu.
21 Kasım’da yeni oyununuz Karşınızda Yalnız Kadın seyircilerle buluştu. Ataerkil sistemde sıkıştırılmış bir kadının hikâyesini anlatacaksınız. Biraz oyundan da bahsetmenizi rica edeceğiz okurlarımız için.
Karşınızda Yalnız Kadın, Dario Fo ve Franca Rame’nin yazdığı bir oyun. T1 Tiyatro ve PMR yapımın ortak oyunu. Oyunu Tuğrul Tülek yönetti. Kocası tarafından eve kilitlenmiş bir kadının hikâyesini izliyoruz.
Çok incelikli ve zekice yazılmış bir oyun. Mizah yaparak esas meseleyi anlatması oyunu çok çarpıcı yapıyor. Evin içine sıkıştırılmış yalnız bir kadının bütün yaşadıklarını mizahi bir şekilde ele alması, oyun içindeki değişimi ve kendi gücünün farkına varması oyunun ana konusu.
Sahnede çok önemli bir bilim ve düşünce insanını, Türkan Saylan’ı canlandırdınız. Ekranda ya da sahnede mutlaka canlandırmak isterim dediğiniz tarihi karakterler var mı?
Evet. Sahnede Türkan Saylan’ı canlandırıyorum. Çocukluğu, genç kızlığı, üniversite dönemi ve uzmanlığını deri hastalıkları alanında yapmaya karar vermesi, doğuya cüzzam taramasına gitmesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurması ve hastalık dönemini canlandırıyorum.
Daha önce hiç tarihi bir karakteri canlandırmayı düşünmemiştim. Kafamda da herhangi bir isim yok açıkçası. Bu konu üzerine düşüneceğim.
Hayat arkadaşınız Semih Saygıner ile birlikte bol bol seyahat ediyorsunuz. Dünyayı geziyorsunuz ancak sadece turistik açıdan da değil, gittiğiniz yerlerde yaşayan insanlarla bir araya gelmeyi önemsediğinizi görüyoruz. Neler katıyor bu size?
Evet, Semih’le bol bol seyahat ediyoruz. Ben çocukluğumdan beri dünyayı gezmek istemişimdir. Bu açıdan çok şanslıyım. Semih’in dünyanın birçok yerinde arkadaşları var. Özellikle gösteri çin gittiğinde halkın içinde oluyor ve tabii ben de.
Oradaki yaşama da içeriden bakabiliyorsunuz. Turistik değil de halkın yemek yediği, eğlendiği, gezdiği yerlerde olmak bir yeri keşfetmek açısından çok daha değerli.
Gittiğiniz ve diğerlerinden çok daha fazla etkilendiğiniz ülke/şehirler hangileri oldu ve neden?
Lizbon, Porto, Brügge, Prag, Saint Petersburg, Sicilya, Paris, Floransa, Seul, Meksika, Vietnam, Güney Afrika Cumhuriyeti ilk aklıma gelen yerler.
Kamera arkasına geçmeyi planladığınızı okumuştum, kısa film yönetmek istediğinizi söylemiştiniz. Bu hedefinizle ilgili gelişmeler var mı?
Ben aslında güzel sanatlar fakültesi, sinema mezunuyum. Okuldayken üç tane kısa film çekmiştim. Hatta yönetmen olmayı kafama koymuştum. Ama hayat beni oyunculuğa yönlendirdi ve bundan da çok mutluyum.
Evet, arada bir yönetmenlik yapsam ne güzel olur diye düşünüyorum, kafamda projeler de üretiyo-
rum ama şu ana kadar bir türlü hayata geçiremedim. Hayal etmesi bile güzel. Kim bilir, belki bir gün kamera arkasına geçerim.
Bir de kitap yazmak istiyormuşsunuz. Roman mı yazmayı hedefliyorsunuz, ufak notlar almaya, yazmaya başladınız mı?
Aslında kafamda bölüm bölüm birçok şey var ama şu ara çok yoğunum. Ve yazarlık aslında bambaşka bir dal, çok da zor. Ben şimdilik sadece hayal ediyorum.
Son zamanlarda izlediğiniz ve çok etkilendiğiniz, tavsiye ettiğiniz dizi/filmler hangileri?
Son dönemde ne dizi ne de film izlemeye zamanım oluyor. Ama eskiden izlediğim ve beni çok etkileyen birkaç dizi ve film adı verebilirim. Cinema Paradiso, Eternity and A Day, Amores Perros, Duvara Karşı, Annem Hakkında Her Şey, Shawshank Redemption ilk aklıma gelen filmler.
Dizilerden Mindhunter, Line of Duty, Komiser Montalbano, Breaking Bad, Ozark.
Bu röportaj, Episode’un 52. sayısında yayımlanmıştır.