Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Röportaj: Yetenekli Oyuncu Özgün Karaman
Rastlantılar onu oyuncu olması için yönlendirmiş ama kimsenin bu duruma itirazı olamaz herhalde. Oynadığı her rolün hakkını veren oyuncuyla hayatını konuştuk.
Kraliçe ile birlikte saçlar da değişti, değil mi?
Sorma, benim için de ani bir değişim oldu. Yönetmenimiz Cevdet Hoca, “Özgün, ben senin saçları 8 numara istiyorum,” dedi. 8 numara! Numarayla belirtilen bir şey olduğuna göre belli ki çok kısa yani, makineyle girecekler diye düşündüm. Çok canım sıkıldı hatta yüzüm düştü diyebilirim. Ama sonra pes ettim. Sonra çok hoşuma gitti, herkes çok beğendi. Kullanması çok rahatmış. Diğer saçlarıma da alışmıştım, belki orta 3’ten beri aynı duruyordu saçlarım.
Epey güzel gözüküyor ekrandan, seni tanıdığımız o ergen saçından kurtulman da iyi olmuş belki. Peki, saçlar tamam da karakterin Ali ile aran nasıldı? Biraz depresif sanki sana göre.
Ali aslında depresif miydi? Bence değildi ya. Ama hayat onu öyle bir hale getiriyor. Birazcık içine kapanmak zorunda kalmış çünkü gençken yaptığı bir evlilik var. Çok erken yaşta bir çocuk sahibi oluyor. Yani birtakım sıkıntılar yaşıyor. Bir mesleği yok, okuyamamış biri. Babadan mesleğini devam ettiriyor. Çiftçi diyebiliriz ama babanın vefatıyla beraber epey borç kalmış, Karısı dolandırıyor hatta. Öyle olunca da çıkıyor içeriden, iş arıyor, bulamıyor. Eh, bu da tabii içten içe Ali’yi aşağı çekiyor.
Ali rolünde çok inandırıcısın, bunu da söylemem lazım. Yani seninle bağ kurup yaşadıklarına üzülüyoruz hakikaten. Bu şartlara nasıl hazırladın kendini? Ne bileyim, ama öyle ama böyle, hapse girip çıkmış, genç yaşta baba olmuş biriyle nasıl bir bağ kurdun?
Senaryoyu okuduğumda hatta izlediğimde demeliyim, biliyorsun, Oprah’ın kanalında gösterilen bir uyarlama dizisi. Fakat bize uyarlandığı zaman çok farklılık olmayacaktı benim bildiğim. Hocalarımla konuştuğum zaman bana diziyi izle biraz demişlerdi. Oradaki karakterin gerçekten aynı şekilde yansımasını istediğini söyleyince yönetmenimiz, baktım bir kere. Oyunculuklar da çok iyiydi. Ondan da belki etkilendim, bilmiyorum. Ama senaryo o konuda bana yardımcı olmuş olabilir. Farkında olmadan sette partnerlerim yardımcı olmuş olabilir. Bir kere, Aslan’ı oynayan Uluç kardeşim, o kadar eğleniyorum ki onunla.
İlişkiniz ciddi anlamda gerçekçi duruyor.
Müthiş bir çocuk. Sen çocuğa reji vermesen de bir şeyler yapıyor o sahnede. Ve emprovize olan şey sana çok doğal geliyor. Selin (Şekerci) keza öyle, Burcu (Özberk) ile öyleydik. Gökhan’la (Alkan) çok fazla sahnemiz yoktu ama biz bu kardeşler olarak birbirimize gerçekten de güzel tutunduk. Çok teşekkür ederim güzel sözlerin için.
Umut’la çok tatlısınız cidden. Bu tip roller sende birazcık babalık provası gibi duygular uyandırıyor mu?
O kanala giremiyorum ben, giremiyorum yani oraya. (Gülüyor) Çocukları acayip seviyorum. Çocuklarla çok iyi anlaşıyorum ama…
Ama başkalarının çocuklarıyla mı?
Kesinlikle öyle. (Gülüyor) Arkadaşlarımın çocukları bile çok büyük bir sorumluluk. O yüzden o kanala giremiyorum. Fakat Umut çok güzel bir çocuk. Isırmadık yerini bırakmadım sette. Onun da beni sevdiğini biliyorum. O yüzden sahnelerimiz ekranda hissediliyor.
Selin Şekerci ile çok sahnen var, bu yüzden onu sormak istiyorum. Kendisini çok eğlenceli bulurum, çekim hallerini merak ettim. Sahne çekimlerinde çok eğleniliyordur herhalde?
Çok eğleniyoruz! Yani set dışında da görüşüyoruz ve çok eğleniyoruz. Set içinde goy goya çok vaktimiz kalmıyor tabii ama güzel enerji alıyoruz birbirimizden.
Reytinglerle ne kadar ilgilisin?
Çok ilgili olduğumu söyleyemem. Reyting düşük geldiği zaman üzülüyoruz tabii. Bir gün maça denk geliyorsun, üzülüyorsun, bir gün başka bir şey olabiliyor.
Düşük geldiği zaman hemen bir araştırma hali oluyor mu, neler dönüyor, neden indi şimdi bu reyting diye?
Bizim reyting düşük geldiğinde diğer işlere bakıyoruz, onların da düşük geldiğini fark ediyoruz. Mutlaka bir şey oluyor. Mesela seçim döneminde biliyorsun, her yerde konuşmalar var. O yüzden insanların algısı elbette o tarafta.
Oyuncu ya da çekim ekibi, kiminle konuşsam hep bir vakitsizlikten şikâyetçi. Dizilerin son bölümlerine doğru daha fazla mı oluyor bu aksamalar?
Yok, gerçekten sezon sonuyla ilgisi yok. Bizim hayatımız böyle. Ben yarın karşıda sete gideceğim mesela ama senaryo daha yeni geldi, okuyamadım bile. Yeni geldiği için yönetmen programı çıkaramıyor, biz kaçta gideceğimizi bilmiyoruz. İşte bazen senaryo geç geliyor, bazen mekânsal bir problem çıkıyor. Her an bir B planına geçmek zorunda kalabiliyoruz.
Bu kadar düzensizliğin içinde sosyal hayatını nasıl yönetiyorsun? Eğer çekimin varsa hiçbir şey yaşanmıyor mu mesela? Randevu bile veremezsin.
Gerçekten öyle. Bunu artık deliliğe vurduk. Mesela arkadaşımın doğum günü, gece geç bir saatte kutlayacağım. 12’den sonra bile olsa gitmek istiyorum. Ama belki de çekim o gün sabaha karşı 5’te bitiyor. O yüzden yapamıyoruz bu organizasyonları.
İşten çıkıp hemen gitmek de zormuş.
Bir de o durum var, çok yorgun oluyorsun bu arada. Yani setten çıkıp oraya gitmek zor ama gidiyorsun artık. Çünkü ertesi gün de setin var, bu sefer yorgun argın sete gitmek istemiyorum tabii. Sosyal hayatın pek kalmıyor.
Peki, saatlerin sürekli değiştiği için karşı tarafı inandırmak da zor olmaz mı? Uyduruyor da olabilirsin çünkü. Özel bir ilişki yaşayacaksın mesela. Ben öyle düşünürdüm şahsen.
Öyle randevularım çok olmadığı için çok sorun olmuyor. Nasıl cevap verdim ama! (Gülüyor)
Yeni nesilden herkes çok mülayim, anlamadım ben. Oyuncular eskiden çok çapkındı, çok eğlenceli röportajlar yapıyorduk. Şimdikilerin sosyal hayatı bile yok mu yani, buna inanmamız mı gerekiyor?
Var tabii sosyal hayatım, yok demiyorum. İşte çıkıyorum, geziyorum. Ama gerçekten bunun zamanı ne yazık ki belli olmuyor. Setten çıkıyorum, setteki arkadaşlarımla da sosyalleşmek istiyorum ama mekânlar 12’de kapanıyor gibi sorunlarım var.
Tanındıkça hayatında iyi kötü neler değişiyor sence? Gün geçtikçe daha popüler bir hale geliyorsun. Çok da güzel bir yola girdin.
İşe ilk başladığımda da tesadüfen böyle üniversite işiyle başlamıştım. Beş arkadaş, genç bir kadromuz vardı. Okulda da bir anda ünlenmiştik aslında. O kadar da hoşuma giden bir durum olmadı. Sonrasında, hayat işte, rutin olarak çalışma hayatım devam etmeye başladı. Evet, tanınırlık artıyor ama bu kötü anlamda bir yere sürüklemiyor seni. İnsanların güzel tepkilerini alıyorsun dışarı çıktığın zaman. Dışarı çıktığınız zaman kimse kolundan tutup ne kadar kötü oynuyorsun, demiyor. Genellikle güzel tepkiler alıyoruz ama benim için değişen çok şey yok. Ben de herhalde çok dışarı çıkmıyorum. Bu dediğini sık sık yaşamıyorum mesela.
Sana bakınca iyi aile çocuğu izlenimi geçiyor insana. Biraz geçmişe dönelim mi? Nasıl bir aile, nasıl bir çocukluk geçirdin? Tek çocuk musun?
Aynen. Tek çocuğum. Ailem Adapazarı’nda. Ben sadece üniversite için Kocaeli’ne gitmiştim. Mühendislik okudum orada. Yedi buçuk senede bitirdim. Sekizinci senede atılıyordun zaten. (Gülüyor) Yani okulla pek ilişkim yoktu. Bir de üçüncü sınıftayken çalışmaya başlamıştım. İstanbul’a taşındım.
Çocukluk peki?
Çok keyifli bir çocukluk geçirdim gerçekten. Ocak ‘88 doğumluyum. Ben o 90’lar çocukluğunu tam olarak yaşadım. Bahçelerde büyüdüm. Bizim hayatımıza bilgisayar 97’de falan girdi. O yüzden hiç böyle evde takılıp da bir şeyler yapmıyorduk. Biz dışarıda bisiklete binerdik, paten kayardık, top oynardık. Çocukluğumuz çok keyifliydi. Annem, babam da bana çok düşkün hatta fazla düşkün. Yani bazen arıza olabiliyor aramızda. Tek çocuk olduğum için biraz düşkünler. Ben de onlara düşkünüm.
Evden ayrılman zor olmuştur o zaman?
Kocaeli Üniversitesi’nde okurken orada bir ev tuttum kendime, tek kalıyordum. Yalnızlığı severim.
Tek çocukların ayrı eve çıkması büyük olay olur da, o yüzden sordum.
Aslında iki arkadaş çıktık biz eve. Fakat ben anlaşması bir hayli zor bir adamım. Arkadaşımla da çok yakın iki arkadaş olmamıza rağmen bir buçuk ay dayanabildik birbirimize. Daha sonra o gitti, ben ondan sonra yalnız kalmaya başladım. Bundan da çok keyif aldım yani. Tabii ki hep sosyaldim, başka arkadaşlarımda kalırdım, onlar bende kalırdı… Yine üniversite de çok keyifli geçti.
Okul döneminde çocuğun Aslan gibi zorbalığa uğramış mıydın? Rolüne hatıralarından bir şeyler kattın mı? Günümüzdeki çocuklar çok acımasız!
Aynen öyle. Yaşayan çocuklara da şahit oldum. Bunu bildiğim, tanıdığım ailelerden de gözlemlediğim şeyler vardı. Evet, ne yazık ki bu akran zorbalığı günümüzde bilhassa çok fazla. Biz bunları okulda yaşamadık çünkü belki bu kadar ayrıştırılmış değildik.
Folik asit nesli diyorlar ya, bizden çok farklılar.
Bilemiyorum ama benim hayatımda bu olmadı. Ben devlet okullarında okudum. Bizde her yerden gelen insanlar vardı. Herkes bizim gibiydi çünkü. Daha doğrusu biz böyle dedik. Sonra artık bu sosyoekonomik dengelerin de değişmesiyle ya da okulların değişmesiyle, mahallelerin, ailelerin de değişmesiyle çocuklara aşılanan bazı şeyler oluyor muhtemelen.
Okul döneminde oyunculuk aklına düşmüş değil mi? Bu hep bir tesadüf eseri diye anlatmışsın diğer röportajlarında. O nasıl bir tesadüf?
Aslında o gerçekten komik de bir olay. Bir arkadaşım ajansa kayıt olmak için gidiyordu, ben de yanındaydım. Oradaki görevli, bilgisayara bir şeyler giriyordu. Bana dedi ki, sen de kayıt olsana! Dedim olmaz çünkü hiç öyle bir şey yok kafamda. Ajans da Uğurkan Erez’in. Ben biraz geri kaçtım. Çünkü manken olabilmek için 1.85 boy arıyorlar ama ben 1.81’im. Fotoğrafım yok o anda. Yani saçma sapan bir fotoğrafım vardı, onu göndermek zorunda kaldım. Ve aradılar enteresan bir şekilde, gittim.
Heyecanın arttı tabii.
Aslında pek öyle olmadı. (Gülüyor) Dediler ki senden manken olmaz! Beni niye çağırdınız o zaman? Ben İzmit’ten geliyorum! “Ben cast olayına girmek istiyorum,” dedi Uğurkan Bey. “Seçtiğimiz öğrencilere ders aldıracağız, bu grubun arasına girmek ister misin?” Ben de aileme sordum, ama dedim, eğitimler İstanbul’da! Ben dedi gitmek isterim yani ne bileyim bir değişiklik olur, dedim. Hatta babam, aman gitsin, oyuncu olacak hali yok ya, demiş. En azından arkadaşlarıyla takılır…
Ah, bu babalar!
Sorma. Böyle başladı işte. Üç aylık bir eğitimdi. Daha ikinci ayın sonunda deneme çekimlerine gitmeye başladım. Çakıl Taşları’ydı hatta ilk işim. Yönetmen Çağatay Tosun ile çalışmıştım. Tesadüf işte, böyle adım attım sektöre.
Peki, gerçekten çekici bir dünya mıymış sence?
Bence çalışması çok zor bir sektör. Gerçekten herkesin kabul edebileceği bir şey değil. Hatta biriyle birlikte yaşıyorsan ona da zor gelebilecek bir sektör. Çünkü günün gecen belli değil. Saat kaçta geleceksin eve, o belli değil. Kaçta gideceğin belli değil. Düzenli bir hayatın yok. Çok uzun zamandır evde yemek yemiyorum. Bu arada yemek yapmayı bilmiyorum. Evet, çok saçma sapan bir şey, kabul ediyorum ama çok uzun zamandır evde yemek yapmıyormuşum. Bu sabah mesela kalktım kahvaltı edeyim dedim ama kahvaltılık yok. Hayattan biraz kopuk yaşıyorsun. Sonuçta her şeye alışıyoruz. E, alıştıktan sonra yapılamayacak bir şey değil bu tabii. Fakat onun dışında bir şaşaası olduğunu zannetmiyorum. O senin elinde olan bir şey. Yani o şaşaalı dünyanın içerisinde yer alabilirsin ya da almayabilirsin.
Çok oyuncu arkadaşın var mı bu sektörde?
Oyuncu arkadaşım elbette var ama oyuncu olmayan arkadaşım daha çok. Çekimler sırasında da güzel bir bağ kuruluyor. Başka işlerden arkadaşımla da görüştüğüm oluyor. Mahalleden arkadaşlarımla da görüşüyorum. Hatta onlarla beraber bazen kampa gidiyoruz, erkek erkeğe mangal yapıyoruz. Çok keyifli oluyor yani.
Kamp insanısın demek?
Hiç değilim! Bak, aşırı titizim bir kere, kamptan hiç keyif almıyorum. Ama arkadaşlarımla birlikte olmayı seviyorum. O yüzden gidiyorum. Her şeyim ayrı olur ama kampta. Kendi çadırım, kedim matım! İçini tertemiz tutarım, kimseyi sokmam. (Gülüyor)
Eve gelenlere de mi böyle titizsin peki?
Eskiden öyleydim, artık değil.
En abartı durumların nelerdi? Benim bir arkadaşım evine gittiğimizde koltuğa bir kırıntı döksek elektrikli süpürgeyi çalıştırırdı mesela.
Şöyle söyleyeyim, misafir çağırıyorsun, gelip koltuğuna oturacak değil mi? Ama dışarıdan geliyor, gelirken nereye oturmuş, banka mı oturmuş? O banka daha önce kim oturmuş gibi düşüncelere dalacağıma hemen arkadaşıma sorarım; sana rahat bir şeyler vereyim mi, ister misin? Ya da o gidince silerdim falan koltuğu, o derece. Ama şimdi hiç öyle bir şey yok. Askere gittim, düzeldim.
Oyunculuk dışındaki tutkuların nelerdir? Mesela çekimin olmadığı bir gün seni yürüyüşte görüyorum sürekli. Hatta röportaj yapmak için bir gün yolunu keseceğimi falan söyledim.
Sonunda yaptık, evet. Çok seviyorum yürüyüş yapmayı. Mesela birkaç arkadaşımızla buluşacağız, Kalamış’ta çok sık görüşüyoruz. Yazım neredeyse orada geçiyor. Suadiye’den başlar yürürüm. Bir saat sürer ama çok keyifle yürürüm. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, müziğimi dinleyerek yürürüm. Onun dışında film izlemeyi çok severim ama evde izlerim. Çünkü durdurarak izlerim. Filmde gördüğüm bir şeyi hemen araştırırım. Bazen bir buçuk saatlik bir film benim için üç saat sürüyor. O yüzden kimseyle film izlemem, benimle film izlenmek istenmesini de sevmem! Ne kadar zor bir adammışım ben!
Hakikaten ya, ne kadar zorsun! Peki, ne izliyorsun bu aralar?
Şu an hiçbir şey izlemiyorum. Sette bazen bekleme dönemlerinde çerezlik şeyler olsun istiyorum. İzlediğim şeyin içine girmek istemiyorum. Drive to Survive’ı izledim. Altered Carbon’a başladım mesela ama iki bölüm izleyebildim. Dark’ı uzun süre beklettim, şu an onu izliyorum evdeyken.
Son olarak, tiyatro yapmak istediğine dair bir röportajını okudum. Aradığın metni bulabildin mi?
Henüz bulamadım. Çok kararsızım bu arada, başarısız olmaktan çok korkuyorum nedense. Yani başarısız olmak dediğim de o sahne beni biraz korkutuyor aslında. Bir yandan istiyorum da anlık tepki alabilmeyi. Fakat bilmiyorum, belki okuduğum şeylerden o duygu geçmedi henüz.
Bu röportaj, Episode’un 49. sayısında yayımlanmıştır.