Bu Diziye Bu Oyun #6: The Crown’dan Suzerain: Kingdom of Rizia’ya
Bu köşeye, The House of Cards ve Borgen gibi politik dizileri sevenler için Suzerain oyununu önererek başlamıştım. Şimdi The House of Cards ve Borgen’in yanına The Crown’ı da ekleyerek biraz Suzerain: Kingdom of Rizia DLC’sini öveceğim. Niçin? Çünkü neredeyse yeni bir oyun kadar kapsamlı olan bu ek paket, ana oyuna yeni mekanikler ve yeni bir hikaye ekleyerek, bizi bir kralın gözünden siyasetin tekinsiz dünyasına davet ediyor; bizi The Crown dizisinin tüm o geriliminin ortasına bırakıyor.
Kingdom of Rizia: Hassas dengelerin terazisi olmak
Suzerain’in ana oyununda, fena halde Türkiye’ye benzeyen Sordland isminde bir ülkenin başbakanlığına geliyorduk. Statükoyu korumak veya değişimin yolunu açmak arasında yapacağımız seçim, birtakım dengeleri yeniden tesis etmek için kendimizi çeşitli politik çatışmaların ortasında bulmamıza yol açıyordu. Bu interaktif kurgu/rol yapma/strateji oyununda vereceğimiz her bir karar, söyleyeceğimiz her bir cümle, House of Cards’ın Frank Underwood’u ya da Borgen’in Birgitte Nyborg’un yaşadıklarını deneyimlememizi sağlıyordu.
Şimdi ise meşruti monarşiyle yönetilen bir ülkenin kralıyız. 25 Mart’ta çıkan Suzerain: Kingdom of Rizia DLC’si başımıza Elizabeth’in tacını takıyor ve The Crown hayranlarına, o çok sevdikleri diziyi tahtı sallanan bir Elizabeth olarak deneyimleme fırsatı veriyor. Ülkenin vilayetlerini paylaşmış soylu aileler, reformcu ve statükocu politikacılar, iç ve dış sorunlar arasında bizi iktidarda tutacak güç dengesini arıyoruz. Aslında halimiz Abdülhamid Düşerken filmini de andırmıyor değil: birileri üflese devrilecek bir tahtın sahibiyiz. Babamızdan, yani tahtın eski sahibinden bize kalan miras, kaybedilmiş bir savaş. Vereceğimiz her karar, bu tahtı devrilmeye biraz daha yaklaştıracak ya da onu, ülkenin topraklarına bir daha sökülmemek üzere mıhlayacak.
Yeni mekanikler, daha fazla strateji, daha fazla savaş
Suzerain’in ana oyunu, strateji ve rol yapma öğeleri içeren bir interaktif kurgu/kendi maceranı seç oyunuydu. Alacağınız kararlarla ülkenizi yıkıma sürükleyebiliyor, kendinizi ve çevrenizi zengin edebiliyor, bir askeri darbenin hedefinde kalabiliyor veya halkınız için daha adil, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü bir hayat yaratabiliyordunuz.
Kingdom of Rizia DLC’sinde de durum farklı değil ancak bu kez işin içine yeni mekanikler ve dinamikler giriyor. Öncelikle, tahtınızı korumak için sadece halkınızın ve siyasetçilerin değil, hanedanınızın ve diğer soylu ailelerin taleplerini, hırslarını, alavere dalaverelerini de göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Siyasi partilerin ve siyasetçilerin etkisi ise bu ülkede Sordland’e göre daha az. Ana oyunda, Sordland’in başkanı Anton Rayne olarak, bir yandan muhalefet partileriyle bir yandan da kendi partimiz içerisindeki muhalefetle tabiricaizse satranç oynuyorduk.
Rizia’da ise Kral Romus Toras olarak, bir tür danışma meclisi işlevi gören parlamentoya karşı çok daha güçlü bir konumdayız. Üstelik elimizi kolumuzu bağlayan statükocu bir yargı oligarşisi de yok. Bu sayede Kingdom of Rizia DLC’si daha köşesiz, ecnebilerin “smooth” dediği türden bir iç siyaset deneyimi sunuyor. Bu iyi ya da kötü bir özellik değil, bir tercih meselesi: Kingdom of Rizia’nın asıl odaklandığı şey, uluslararası ilişkiler ve bir monarşiyi yöneten aileler arasındaki dengeler.
Bununla beraber, Suzerain: Kingdom of Rizia, odaklandığı bu konuları bize deneyimletmekte belki Suzerain’in ana oyunundan bile daha başarılı oluyor. Bunu da getirdiği yeni oyun mekaniklerine borçlu. Bu mekaniklern başında, diyaloglar haricinde de yasa çıkarmamızı sağlayan bir sekme geliyor. Elbette Suzerain ana oyununa bunu eklemek, teknik zorlukları bir yana, hikaye açısından da güç. Kingdom of Rizia’da bir krallık ve yasalarla ilgili nihai kararı biz veriyoruz. Ana oyunun hikayesi ise özünde çeşitli anayasal değişiklikleri geçirmek için parlamentoyu, yargıyı, halkı ve orduyu ikna etmeye dayanıyor. Yine de anayasayı bizi Sordland’in Saddam Hüseyin’i yapacak şekilde değiştirebildiğimizde artık-sözde-parlamentoya yasa dayatmamızı sağlayacak bir mekanik ana oyuna da eklense mükemmel olurdu.
Kingdom of Rizia’nın getirdiği en önemli yenilik ise kuşkusuz sıra tabanlı savaş mekaniği. Ana oyunda kendimizi savaşta bulursak yalnızca generallerimize savaş stratejisine dair kararlarımızı bildirebiliyorduk. Kingdom of Rizia DLC’si, bunu değiştirmiş. Oyunda vereceğimiz kararlar bizi büyük bir savaşa sürükleyebiliyor ve bu savaşta askeri birliklerimizi tıpkı bir satranç oyuncusu gibi bizzat yönetebiliyoruz. Tur bazlı, yani sıra tabanlı bu savaş mekaniği, Suzerain’in sunduğu strateji deneyimini yeni bir boyuta taşımış.
Oyunun bir başka çekici tarafı da savaşı tıpkı gerçek yaşamdaki gibi diplomasiyle zenginleştirmesi. Girdiğimiz savaş birkaç bölüm sürüyor; yani biraz savaşıyorsunuz, sonra yine diyaloglara dayanan ana oyun mekaniği devreye giriyor, sonra yine savaşıyorsunuz. Bu aralıkta savaşın gidişatına göre büyük güçlerden destek almak ya da başka diplomatik hamleler yapmak için fırsatlarımız da oluyor.
Nitekim Kingdom of Rizia DLC’sinin en ilgi çekici tarafını uluslararası ilişkilere dair sunduğu derinlik oluşturuyor. Öncelikle, karşımızda birçok kriz var: dini bir arkaplanı olan bir göçmen krizi bunlardan biri, diğeri hukuken bize ait olan bir bölgenin ülkemize geri katılmasıyla ilgili bir mesele ve bir de Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sınırı sorunundan esinlenmiş bir krizimiz var. Bunlara daha küçük uluslararası problemler de eşlik ediyor. Hepsini de çözmek (ya da elimize yüzümüze bulaştırmak) için birden fazla yolumuz var.
Kingdom of Rizia DLC’sinin sunduğu deneyimi ana oyundan ayıran da aslında bu: ana oyunda da uluslararası krizlerle karşılaşıyorduk ve diplomasi önemliydi ama kaderimizi çizen aslen iç siyasetteki dengeleri nasıl idare ettiğimizdi. İçeriden dışarı doğru bir maceraydı bu. Kingdom of Rizia’da ise dışarıdan içeri doğru bir maceranın ortasındayız. Kaderimizi belirleyen daha ziyade diplomatik kararlarımız ve uluslararası krizlerin iç siyasete yansımasını yönetmedeki becerimiz. Kingdom of Rizia’yı The Crown dizisine benzettim ama bu bakımdan ana oyun Borgen’in birinci sezonuysa, Kingdom of Rizia ise Birgitte Nyborg’un başını döndüren uluslararası krizlere tanık olduğumuz ikinci sezonu sayılabilir.
Suzerain serisi, TV’de izlediğimizi bilgisayarda yaşatıyor
Kingdom of Rizia DLC’si ispat etti ki Suzerain, kült bir oyun serisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. 1989’da çıkan bir MS DOS oyunu vardır: Hidden Agenda. Siyasetin doğasını, gerilimini, tekinsizliğini ve üçkağıtçı dünyasını yansıtabilmek için yine interaktif kurgu türünü kullanır ve oyuncuyu bu kurtlar sofrasının ortasına, tek bir kişi olarak atar.
Hidden Agenda’dan sonra bunu yapan çıkmamıştı. Örneğin, en iyi politika oyunları arasında gösterilen Democracy serisinin aslında politikayla ilgisi yok. İyi bir mikro-yönetim oyunu olarak Democracy, tamamen rasyonaliteye dayanıyor; halbuki siyaset bazen çok irrasyoneldir. Büyük strateji oyunları ise daha çok politikanın bir yanını ele alıyor. Üstelik bunların hiçbiri, bir insanın siyaset sahnesinde yaşadıklarını deneyimleme fırsatını bize vermiyor; bize ülke yönettiriyor. Cilalanmış bir satranç oyununa benziyorlar. Pek bilinmeyen ama çok keyifli olan The Political Process ise siyaseti profesyonel bir kariyer olarak sunuyor. Ne kara para aklama var, ne başka bir şey… Bizi sırtımızdan bıçaklayan kimse de yok veya düzeni değiştirmemiz imkansız. Sonuçta, seçim mücadelesine girme heyecanını yaşatsa da, Football Managervari yönetim unsurlarına sahip bir politikacı simülasyonu olmaktan öteye geçemiyor.
Bana kalırsa, siyasi mücadeleyi tüm yönleriyle bir oyunda deneyimlemenin yegane yolu, bir oyuncu olarak bir politikacının ceketini sırtımıza geçirmekten ve etrafımızdaki dünyaya sınırlı müdahale edebilmekten geçiyor. Ancak bu şekilde Frank Underwood’un karanlığını, Birgitte Nyborg’un çelişkilerini veya Kraliçe Elizabeth’in çok güçlü görünen tacının kırılganlığını gerçekten anlayabiliriz. Hidden Agenda, bunu başarmış bir oyundur. Hidden Agenda’dan beri bunu başaran ilk oyun ise, üstelik bu eski oyunun sunduğu deneyimi çok daha derinleştirerek, Suzerain oldu.
Oyunun tasarımcısı İlke Karademir (Torpor Games), hangi kitapları okudu ya da hangi dizileri, belgeselleri, filmleri izledi veya Hidden Agenda’yı oynadı mı bilmiyorum ama siyasetin tamamen rasyonel olmadığını ve gerçek bir politikacı simülasyonu yaratmanın en iyi yolunun interaktif kurguya dayanmak olduğunu kavradığı anlaşılıyor. Bu şekilde oyuncunun etrafındaki dünyayla ilişkisi sınırlandırılabiliyor ki bu da oyunu alelade bir “tycoon” oyunu olmaktan çıkarıyor. Bir politikacı her şeye hakim değildir ve siyasi mücadele, mantıklı planlar kurmaktan ya da doğru hesaplamalar yapmaktan fazlasıdır. Attilâ İlhan’ın dediği gibi, “an gelir şimşek yalar / masmavi dehşetiyle siyaset meydanını” ve her şey bir anda altüst olur. Gerçek bir politikacı deneyimi sunmak isteyen bir oyun da oyuncuyu elinde bir fenerle karanlık bir mağaraya sokmalıdır. Suzerain işte bunu yapıyor: planlarımız var, öngörülerimiz var, ideallerimiz var, gerçekler var ve kararlarımızı bunlara göre alıyoruz ama bir de bihaber olduğumuz ya da fark etsek de müdahale edemediğimiz türlü ayak oyunları var. Atacağımız her adımda, ensemizden sırtımızda soğuk ter damlaları damlıyor.
Kingdom of Rizia DLC’si ise bu deneyimi bir adım öteye taşıyor. Ana oyunun sunduğu deneyime yeni boyutlar katarken yeni mekanikler ve yepyeni bir hikaye getiriyor. Doğrusu, bu ek paketi Suzerain 2 diye ayrı bir oyun olarak çıkarsalar, kimse Torpor Games’e kızmazdı. Öylesine kapsamlı bir ek paketle karşı karşıyayız. Allameicihan oyun şirketlerinden bile görmediğimiz bir hareket! Biz oyuncular, yıllardır, gerçekte hiçbir yeni deneyim sunmayan ek paketlere onlarca dolar bayılmaya alıştık. Sırf bu yüzden bile Torpor Games kocaman bir alkışı hak ediyor!
Umarım bu şahane seriden asla vazgeçmezler. Belki de seriyi bitirmeyi düşündükleri gün bir referandum yapar, biz oyunculara sorarlar. Sandıktan “Devam edin!” oyu çıkacağına kalıbımı basarım!
Suzerain’in Steam sayfasına erişmek için buraya, Epic Games sayfasına erişmek için buraya tıklayabilirsiniz.