“Missouri’de Kasırga Olmaz”: Trajik Bir Sarmalda Anne-Kız İlişkisi
Yazı: Deniz Turgay
Bu inceleme yazısı Episode’un 25. sayısında yayınlanmıştır.
Claudine “Dee Dee” Blanchard ve mütemadiyen hasta kızı Gypsy Rose’un ortak Facebook hesabında 14 Temmuz 2015 günü akşamüstüne doğru “Kaltak geberdi!” diye bir gönderi paylaşıldığında tüm arkadaşları endişe ve merakla yorum yapmaya başladı. Muhakkak kötü niyetli birisi hesabı ele geçirmiş ve anne-kıza kötü bir şaka yapıyor olmalıydı. Birkaç dakika sonra bir yenisi geldi: “O şişman domuzu kestim ve o tatlı masum kızına tecavüz ettim… O kadar yüksek sesle çığlık attı ki LOL!” Arkadaşları artık korkmaya başlamıştı. Blanchardların evi önünde toplanan mahalleliler, polisin arama izni çıkarıp evdekileri kontrol etmesini bekliyordu. Polis, saat gece 11’e yaklaşırken nihayet eve girebildiğinde herkesin korktuğu manzarayla karşılaştı: Dee Dee sırtında sayısız bıçak darbesiyle yatağında yüzüstü yatıyordu ve görünüşe göre öleli birkaç gün olmuştu. Tekerlekli sandalyeye mahkûm Gypsy Rose ise evde yoktu ama sandalyesi duruyordu. Yürüyemeyen genç kız, sandalyesi ve özel arabaları olmadan nereye gitmiş olabilirdi ki?
Yaklaşık altı sene önce Amerikan ulusal medyasında yankı bulan bu cinayet, ayrıntıları su yüzüne çıktıkça daha da medyatik hale gelmişti. Gazeteci ve eleştirmen Michelle Dean’in bir sene sonra Buzzfeed için yazdığı ve Blanchard kadınlarını konu alan makalesi ve 2017’de yayınlanan HBO belgeseli Mommy Dead and Dearest başta olmak üzere birkaç gerçek suç programı, davanın gündemde kalmasına fazlasıyla katkıda bulunmuştu. Ülkemizde en çok bilinen yapımlarından biri The Handmaid’s Tale olan çevrimiçi medya sunucusu Hulu da 2018 yılında Dean ile kendi makalesine dayanan bir dizi yazıp yapımcılığını üstlenmesi için anlaştı. İlk başta her sezonunda meşhur bir gerçek suç hikâyesini konu alması planlanan bu antoloji dizisi The Act. Görücüye çıktığı 2019’dan beri devam edip etmeyeceğine dair herhangi bir açıklama yapılmadı.
Gypsy Rose’a dönersek… Kendisi cinayetin ortaya çıkmasından kısa bir sonra, erkek arkadaşı olduğu öğrenilen Nick Godejohn’un farklı bir eyaletteki evinde sağ salim bulundu. Hatta ne kadar iyi göründüğü ve yürüyebilmesi, komşularından öz babasına kadar herkesi şaşırtmıştı. İddialara göre, Gypsy Rose iki sene öncesinde Hıristiyanlara yönelik bir çöpçatanlık sitesinde Nick ile tanışmış ve annesinden ayrılıp “beyaz atlı prensiyle” yeni hayatına başlamasının başka türlü mümkün olamayacağına inandığı için onu öldürmeye karar vermişti. Birkaç aylık planlamanın ardından da sevgililer bu planı uygulamaya koydu. Gerçek suç konulu bir yapıma dair yazıda bir cinayet gerçekleştiğini ve katilin kim olduğunu en baştan söylemek tüm sürprizi bozacak gibi gelebilir. Ama bu meşhur vakada (tabiri caizse) asıl can alıcı nokta Dee Dee ve Gypsy Rose’un karakterleri ve trajik ilişkisi.
Dee Dee makûs talihi son bulana dek ömrünü Gypsy Rose’un bakımına adamış. Bu fedakâr ve cefakâr annenin biricik hasta kızı için yaptıkları doktorlardan komşulara dek herkesin malumu. Gypsy Rose’un nesi yok ki? Kas distrofisi nedeniyle küçüklüğünden beri tekerlekli sandalye kullanıyor, lösemiden saçları döküldüğü için sürekli saçlarını kazıtıyor, uyku apnesi için geceleri oksijen maskesi takıyor, epilepsiden astıma bir dizi rahatsızlık için her gün avuç dolusu ilaç alıyor, ciddi derecedeki reflüsü yüzünden neredeyse sadece beslenme sondası aracılığıyla gıda tüketiyor… Üstelik bunlar hastalık listesinin yalnızca bir parçası. Öte yandan Gypsy Rose hapishanede geçirdiği ilk senede 7-8 kilo almış. Vekillik yaptığı mahkûmların genellikle nahoş yemekler nedeniyle kilo verdiğini söyleyen avukatı, bu durumu oldukça şaşırtıcı bulduğunu belirtiyor. Nedeni ise nadir görülen bir rahatsızlık ancak bu rahatsızlıktan mustarip olan Gypsy Rose değil, annesi Dee Dee. Yaygın şekilde “Munchausen by proxy” (vekâleten Munchausen) olarak bilinen ve “factitious disorder imposed on another” (FDIA – başkasına dayatılan yapay hastalık) olarak adlandırılan rahatsızlığın aşırı uçtaki bu örneği, anne ve kızının hayatlarında geri alınamaz yıkıma yol açmış.
Dee Dee yaşarken psikolojik değerlendirme yapılmadığı için bu tanı aslında bir varsayım ama toplanan tüm kanıtlar Occam’ın usturasından geçtiğinde FDIA’ya işaret ediyor. Bunlardan en önemlisiyse Gypsy Rose’un aslında hiçbir hastalığının olmaması. Hapishaneden verdiği röportajda aslında tek rahatsızlığının göz tembelliği olduğunu söylüyor. Katrina kasırgası, 2005’te Louisiana’yı vurduğunda Blanchardlar, Gypsy Rose’un tıbbi geçmişine dair belgeler de dahil olmak üzere her şeyini kaybetmiş. Oradaki doktorların yönlendirmesiyle daha kuzeye, Springfield, Missouri’ye taşınmışlar. Habitat for Humanity derneği, bölgedeki yardımseverlerle birlikte bu küçük ama güçlü aile için bir ev inşa etmiş. Dee Dee bu şekilde bir kurumu, yetkiliyi veya yeni tanıştığı insanları ikna edip elde ettiği forsla diğerlerini de ikna edebilmiş. Ancak anne-kız seneler boyunca hastane hastane gezerken durumdan şüphelenen bir iki doktor olsa da durumu yetkili makamlara aktaracak kadar ciddiye almamışlar.
Biraz yukarıda belirttiğim gibi The Act, sansasyonel görüntülere veya duygu sömürüsüne varabilecek ajitasyon çabalarına girişmiyor. Anne-kızı canlandıran Patricia Arquette ve Joey King’in incelikli oyunculukları diziyi sırtlayan temel unsur. Arquette’in karikatüre kaçmadan kotardığı Güneyli aksanı ve yalnızca bir el hareketi veya bakışlarıyla aktarabildiği duygusal salınımlar ile Gypsy Rose’un gerçek sesini duymayanlara King’in tuhaf bir tercihi olduğunu düşündürebilecek çocuksu ve tiz ses tonu dizi finaline dek etkisini sürdürüyor. Set tasarımı ve kostümler de bir o kadar büyüleyici. Blanchardların yemyeşil bahçesi ve evinin tozpembe boyalı cephesi ile içinin karanlık, kasvetli ve dağınık hali arasındaki tezat, sahne geçişlerinde zaman zaman tokat gibi çarpıyor. Hikâyenin az çok nasıl bağlandığını bilmek izleyiciye 8 bölümün biraz fazla olduğunu düşündürebilir ama başrollerin etkileyici oyunculuğu ile yalın, insani ve vurucu diyaloglar ilginizin dağılmasına müsaade etmiyor. Ancak Gypsy Rose Blanchard’ın rızası alınmadan, muhtemelen Michelle Dean’in makalesine dayanarak çekilen bu dizinin, kendi deyimiyle “ilk defa özgürleşmiş” bu genç kadının iradesini başka şekillerde yok saydığı üzücü bir gerçek.
Adli Psikiyatr Anna Motz, The Psychology of Female Violence: Crimes Against the Body (Kadın Şiddetinin Psikolojisi: Bedene Karşı İşlenen Suçlar) kitabında şöyle diyor: “Çoğu şiddet girişimi erkekler tarafından erkeklere veya kadınlara karşı yöneltiliyor ama kadınlar şiddet eylemine başvurduğunda bunu genellikle özel alanlarda, evde, kendilerine veya çocuklarına yapıyor.” Herhangi bir sebepten kendileri ve çocukları arasındaki mecazi göbek bağını kesemeyen kadınlar, saldırganlıkları dışsallaştığında kendileri yerine çocuklarına yönelebiliyor. FDIA da bu psikozun annelikle kesiştiği ciddi bir kriz. Dizide muhtemelen hikâyenin dramatik akışına uyması için eklenen ve gerçeklikle paralelliği şüpheli olan geçmişe dönüş sahneleri var. Bu sahnelerde yeni anne olmuş Dee Dee’yi ve ağzıyla kuş tutsa onu beğenmeyecek annesini izliyoruz. Sürekli kötü annelik yaptığını dinleyen Dee Dee’nin aksini kanıtlamak için kızının üstüne titrediğini görüyoruz. Psikologlar, FDIA’nın en yaygın nedenlerinden birinin, hastanın (çoğunlukla annenin) baktığı kişiyi (çoğunlukla çocuğunu) hasta ederek veya hastaymış gibi göstererek kendilerini “kahraman” pozisyonuna yükseltmek ve bu şekilde sürekli olumlu ve onaylayıcı ilgi toplamak istedikleri olduğunu söylüyor. Sevgisini göstermede bu kadar cimri bir annenin kızı olarak Dee Dee’nin davranışlarının sürekli onay ve ilgi odaklı şekillenmesi kaçınılmaz.
Kendine yönelik bir şiddet türü diyebileceğimiz ve yine genellikle kadınlarda görülen anoreksia deneyimini kitaplaştırmış Marya Hornbacher şöyle diyor: “Bazılarımız, kelimelerle ifade etmeyi bilmediğimiz şeyleri anlatmak için bedeni kullanırız.” Yalnız kalma ve sevilmeme korkusuyla başa çıkamayan ve bunu kelimelere dökemeyen Dee Dee’nin telaşı, kızını onu terk etmemesi için kendine muhtaç hale getirmesi ve bedenini gaddarca hırpalamasına yol açıyor. Missouri’ye kasırga gibi bir doğal afet, dışsal bir güç uğramayabilir ama kendi zindanını sırtında taşıyan Dee Dee’nin fırtınasız bir hayatı olması zaten imkânsızdı.