‘The Allegation’: Çocukların Gözyaşlarıyla Yıkanmaya Hevesli Bu Kirli Dünya
Küçük ve sevimli kasabalarda geçen, izledikten sonra zihinde bulanık bir tortu bırakan, adına mini dizi denilen, kalbe zulüm, akla ziyan hikâyelerin yıkıcı gücünü kabul ettim ben. İşte etkisi cüssesinden büyük, hikâyesiyle insanı ziyadesiyle ezen dizilerden biri de The Allegation. İnsanın kemiklerini telaşsızca eze eze ilerleyen dizi, yedi bölüm ve her bölüm sadece 30 dakika. 2021 Canneseries Festivali’nde en iyi senaryo ödülü alan The Allegation bir Alman yapımı.
Küçük bir Alman kasabası olan Ottern’de bir kız çocuğunu muayene eden çocuk doktoru Dr. Liessen, çocuğa “cinsel istismar” teşhisi koyar ve korkunç boyutlarda bir adli vakaya dönüşen olaylar başlar. Uzmanların çocuklarla yaptığı uzun görüşmeler sonucunda çocukların istismara uğradığı tespit edilir ve çocuklar hemen koruma altına alınır. Bu suça karıştığı tespit edilen 25 kişi tutuklanır. Olay toplumda çok büyük yankı uyandırır ve sosyal medyada, basında çok büyük öfke patlaması yaşanır. Organize suç çevresinden Azra (Narges Rashidi) tutuklananlar arasında bulunan Ernesto Perez’i savunması için ceza avukatı Richard Schlesinger’e (Peter Kurth) teklifte bulunur. Ernesto Perez, sahibi olduğu barda küçük çocuklarla porno kayıt yaptığı gerekçesiyle tutuklanmıştır. Kumar bağımlısı, huysuz ve hayatla bağ kurma çabasında olmayan ceza avukatı Schlesinger, Azra’nın teklifini kabul eder. Böylece izleyici için de bir tetikçinin teklifiyle bir çocuk istismarcısının avukatlığını kabul eden başrol oyuncusunu anlama çabası başlar.
Avukat Schlesinger uzun diyaloglar boyunca eylemi değil insanı savunduğunu, failin değil sanığın avukatı olduğunu söyler. “Ortaçağda bütün mesele eylemdi. Elma çalanın eli kesilirdi, aç olduğuyla ilgilenilmezdi. Ya da elma çalmayı seven bir deli olduğu düşünülmezdi,” diyerek bir çocuk istismarcısını savunmasını anlamamız gerektiğini düşünür. Suç ile kabahati ayırt etmek, değişen ahlak anlayışına göre hukuk inşa etmemek üzerine izleyicinin dikkatini kaşıdıkça kaşır. İşte tam o anda aklınıza gelen tek şey, bir başrol oyuncusu ancak bir masumu savunur, tesellisi olur. Her ne kadar o an karşısında oturan terapist Ina Reuth (Katharina M. Schubert) bizim aklımızdaki soruların benzerlerini sorsa da, siz yine de işin bu kısmına göz atın derim.
1994-1997 arasında 25 sanığın, çocukları istismardan yargılandığı ve 300 mahkemenin görüldüğü Alman hukuk tarihinin savaş sonrası en büyük skandalı olarak görülen “Worms Davaları”ndan esinlenilerek yazılan The Allegation kolektif öfkenin hem nedenlerine hem de korkunç sonuçlarına dikkat çekiyor. Önyargının yarattığı körlükle ve intikam açlığıyla hukukun uygulanmasının doğru olmadığına vurgu yapıyor. Hukuk ve ahlak ilişkisi üzerine yazılmış uzun diyaloglu birkaç sahne ile felsefeye de göz kırpıyor. Davanın gerçekleştiği 90’lı yıllarda dizginlenemeyen nefreti yaratan medyanın yerini günümüzde sosyal medyanın ve onun algoritmasının aldığını söylüyor. “Gerçek çoğunlukla ilgi değildir,” diyor.
Hukuk ve toplum ilişkisi konusunda bu düşündürücü diyalogları yazan senarist Ferdinand von Schirach aslında onlarca kitabı olan bir yazar ve eski bir ceza avukatı. The Allegation ise yazarın ilk senaryosu. 12 yaşından beri yazılar, oyunlar yazan Ferdinand von Schirach yoksul olma kaygısının yarattığı depresyonla baş etmek için hukuk okumuş. 20 yıl ceza avukatlığı yaptıktan sonra 40’lı yaşlarda, avukatlık yıllarına dair deneyimlerinden esinlenerek yazdığı ilk kitabı Crime’ı çıkarmış. Sevilen yazarın büyükbabası, Viyana’da Hitlerci Gençlik hareketinin başında olan ve daha sonra Nuremberg Mahkemesi’nde yargılanarak ceza alan Baldur von Schirach. 17 yaşındayken dedesinin bir Nazi olduğunu öğrenen ve yıllar boyunca bu konu nedeniyle her türlü davranışa maruz kalan Ferdinand von Schirach, sanki bu sebeple hukuk konusuna daha fazla kafa yormuş gibi gözüküyor. 2011 yılında Spiegel gazetesinde yayınlanan, dedesine yazdığı o ilk ve tek mektubu okumanızı öneririm. İçeriğiyle çok fazla anlam yüklü bir mektup. Suçun kişiselliği üzerine yaptığı vurgu da çok belirgin. 16 yaşındaki intihar girişiminden beri intihar eğilimiyle mücadele eden Ferdinand von Schirach, kendisini bundan alıkoyan tek şeyin sevdiklerini üzmemek olduğunu söylüyor.
The Allegation’daki oyunculuklar konusunda söyleyecek tek bir kelimem yok, çünkü ortada hakkında konuşulacak bir oyunculuk performansı yok. Soğukkanlı bir tetikçiyi asık suratla dolaşmak olarak yorumlayan Narges Rashidi epey gülünç. Dizi boyunca repliği olmayan, gizemi suratında saklı sanık Ernesto Perez’i canlandıran Michael Pink’in, pandomimi bir tık aşan mimik performansı ibretlik. Yazılmış birkaç sağlam diyalogla paçayı kurtaran şanslı kişi ise başroldeki Richard Schlesinger. Herkesten espresso kahve isteyerek, karikatür karakterler olan garson ve tezgâhtarla muazzam lüzumsuz metaforlar içeren diyaloglar kurarak sahte bir huysuzluk performansı sergileyen ceza avukatımız Richard Schlesinger, sırtını hikâyenin sağlamlığına yaslamanın keyfini sürmüş. Olsun. Oyuncunun yazıma anlamlı bir katkı sağlayacak tek bir röportajına denk gelmedim. Bir nebze olsun nasipleneceğim tek cümle kurmamış dizi hakkında. Lakin Peter Kurth’a bir röportajda sorulan, “Diziyle ilgili en çok neyi hatırlıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevabı yazmadan duramayacağım çünkü evlere şenlik. Bir sahnede Azra ile restorana gidip istiridye yemeleri gerekiyor. İstiridye sevmeyen Peter, günde 16 tane istiridye yemek istemediği için ona istiridyeye benzeyen bir şey hazırlanıyor ama Peter ona da hayır diyor. Çünkü bunu dürüst bulmuyor ve replik değişiyor. Peter o sahnede, “Ben istiridye sevmem,” diyor Nasıl ama? Hikâyenin adeta ekseni kayıyor! Lütfen sen anılarını yazma Peter Kurth!
Dizinin renkleri, sahne planları, ışıkları dudak uçuklatacak kadar iyi. İlgiyi konudan alıp başka bir evrene taşıyacak kadar rol çalan bir güzelliğe sahip. Kalbi ezen hikâyenin ağırlığından bunaldığınızda bu görsellikte soluklanabilirsiniz.
Davanın sonucunu, dizinin sonunda kurulan o son cümlede anlayacaksınız. Kalbiniz sıkışacak ve size iyi gelecek tek bir sözüm yok. Bu büyük skandalı bir cümleye sıkıştırmak haksızlık olsa da böyle bir olayın varlığı, umarım hepimize ders olur.
Suç işleyerek adalet sağlayan ve bunu bize sinsice empoze etmeye çalışan hikâyelerden hoşlanmıyorum. Ünlü ve yetenekli oyuncuların müthiş oyunculuk performansıyla katil güzellemesi yapmasına alışmayacağım. Sosyal medyanın gücüne “histerik gevezelik” deyip ciddiye almayanların niyetlerine dönüp bakmayacağım. Zira bu gerçek bir hikâye ve bize çok şey anlatıyor.
İyi seyirler…
Bu yazı, Episode Dergi 35. sayısında yayımlanmıştır.