Ipse Venit (“O” Geliyor) | Nevzat Akdere
Korku sinemasının efsanesi The Exorcist‘in aynı adı taşıyan TV uyarlaması, sağlam bir açılış yaptı. Fakat ilginçtir, dizi tempoyu artırırken kalitesinden ödün vererek noktaladı sezonu…
Geçenlerde 89 yaşında yitirdiğimiz yazar William Peter Blatty’nin kitlelere sunduğu The Exorcist‘in yayımlanmasının üzerinden 46 yıl geçmiş. Blatty’nin 1971’de piyasaya çıkan kitabı, iki yıl sonra sinemaya aktarılmıştı. Dolayısıyla öncelikle The Exorcist‘in yazarını anmak isterim. Kitap, hem beyazperdede kült bir yapım olarak yerini aldı hem de 14 yaşındaki Linda Blair’i bizlere tanıttı. Devam filmleri de çekildi ama ilkinin etkisini yaratamadılar. Yine de konu itibariyla ilgi çekmeyi başardılar.
The Exorcist‘in TV’ye uyarlanacağını ilk duyduğumda tam da bu yüzden burun kıvırmıştım. Fakat bir yanım, bütün diziler için hissettiğim “Lütfen kaliteli bir iş olsun” temennisiyle dolup taşıyordu.
Günümüzün Blair’i
Oyuncu kadrosunda yer alan peder rolündeki iki aktörü yakın zamanda izlemiş biri olarak daha da umutlandım üstelik. Zira Peder Tomas Ortega‘yı canlandıran Alfonso Herrera’yı Sense8, Peder Marcus Keane rolündeki Ben Daniels’ı da House of Cards‘da izleyip çok beğenmiştim. İkili, özellikle şeytan çıkarma sahnelerinde çok başarılı. Fakat dizinin ağır topu, Casey Rance‘e hayat veren Hannah Kasulka. Oyuncu, 1973’teki Linda Blair performansından aşağı kalmamış.
Diziyi, sürekli ertelemelerim yüzünden sezon finalini yaptıktan 1 ay sonra izleme fırsatım oldu. Bölümler ilerledikçe bu kadar geç izlediğime hayıflandım. Filme yaraşır sağlamlıkta etkili ve ciddi bir seri olmuş. Şeytan çıkarma sahneleri, Peder Tomas Ortega‘nın arafta durumu, şeytanın insanların zayıflığından yararlanıp onları birbirine düşürmesi, Casey‘nin annesi Angela Rance‘in özellikle kendisini iblise teslim ettikten sonraki rolü, izlemeye değer. Ama bana göre dizinin kendisini filme bağladığı sahne ve ilk bölümün sonundaki o klasik The Exorcist müziği, zirve oldu. Müziği keşke diğer bölümlerde de duyabilseydik…
Başkası Olma Kendin Ol
Dizi, bu güzelliklerin yanında filmin çizgisinden zaman zaman kayarak kalitesinde düşüşler yaşıyor. Tavan arasındaki sahne ne kadar iyiyse, metro sahnesini o kadar abartılı buldum ve 10 bölüm boyunca tempoyu artırdıkça, o defoyu hissettim. Casey, zincirli halde iki pedere kafa tutarken güzel. O yüzden o, The Exorcist. Ambulansı kola kutusu gibi bükerken Marvel kahramanlarına dönüşüyor. Ve başka bir şey oluyor.
Ayrıca dizideki iblis çetesi de The Exorcist‘in ruhuna aykırı. Anlıyorum; seriye tempo kazandırmaya çalışılmış ama biraz daha zorlasalar Supernatural‘e doğru yol alacaklar. Tüm bunlara rağmen The Exorcist, ilk 8 bölümüyle beni tatmin etti. Son 2 bölümündeyse çarpıcı bir sezon finali yapmak istemenin telaşı vardı. Tempo, arttıkça arttı. Bir tarafta şeytanın Rance Ailesi‘ne, diğer tarafta iblis çetesinin Peder Marcus ve Peder Bennett‘e yaptığı işkenceleri izlerken yoruldum, tükendim.
Mutlaka karşıt fikirler olacaktır ama şeytan, asıl istediğine gel gel yapmak için neden bir başkasının bedenine sahip olur? O kadar fanteziye ne gerek var? Bu soruyu kafamda sordum, durdum.
Sonuç olarak olumsuz fikirlerime rağmen The Exorcist‘i tavsiye ederim. Umarım 2. sezon onayını da alır ve şeytan çıkarmaya devam ederiz. “O”, yeter ki gelsin, biz buradayız.