‘The Regime’ Dizisini Yönetmenleriyle Konuştuk!
Son dönemin merakla beklenen HBO dizilerinden The Regime, nihayet bugün (3 Mart 2024) izleyicilerle buluştu. Kate Winslet’in otoriter ve popülist bir lideri canlandırdığı mini dizi, Türkiye’de de BluTV üzerinden izlenebiliyor.
Bir kara komedi dizisi olan The Regime, isimsiz bir Avrupa ülkesinde geçiyor ve biz izleyiciler, bu ülkenin eğlenceli olduğu kadar tanıdık politik gündemine tanık oluyoruz. Senaryosunu Will Tracy’nin kaleme aldığı 6 bölümlük mini dizide Kate Winslet’ın yanı sıra Andrea Riseborough ve Hugh Grant gibi isimler de yer alıyor. Dizi, dünyanın her yerinde yükselen aşırı sağcı popülizmi tiye alırken, Kate Winslet’in canlandırdığı Elena Vernham karakteri özelinde otoriter devlet başkanlarını hicvediyor.
Episode yazarlarından Onur Bayrakçeken, dünyanın dört bir yanından gazetecilerle birlikte, dizinin yönetmenleri Stephen Frears ve Jessica Hobbs ile söyleşti. 1960’lardan bu yana yönetmenlik yapan Frears, aynı zamanda The Regime’in yapımcıları arasında yer alıyor. Emmy ödüllü Hobbs ise son yılların en iyi dizi yönetmenlerinden biri.
Keyifli okumalar dileriz!
“The Regime, aynı anda hem komik hem de ciddi bir iş!”
Dizinin absürt bir dünyası olduğu aşikar. Ancak pek çok harika politik an da var. Belki Kate [Winslet] için bu bir komedi dizisidir ama kameranın arkasındaki sizler için de öyle mi? Yoksa daha derin, politik bir iş mi?
STEPHEN: The Regime aynı anda hem komik hem de ciddi bir iş. İşin iyi tarafı da bu. Hepimiz bu diziyi bunun için yaptık. Onu ilginç kılan da hem komik hem de ciddi olması.
JESSICA: Eğlence ve mizah, insanların dikkatini çekmenin harika bir yolu. Ayrıca, şu anda içinde bulunduğumuz dünyanın saçmalığını anlamak için bazı şeyleri belki de daha makul kılıyor.
İkiniz de çok iyi aktörler ve aktrislerle çalıştınız. Ama biraz Kate Winslet’ten bahsedelim istiyorum. Belli ki bu karakteri sıfırdan inşa etmek için çok şey yaptı. Sizin bundaki payınız neydi? Bir de, bu sorum Stephen’a: Kate, bir sahnede ondan karakteri ortaya çıkarmak için kötü şarkı söylemesini istemişsin. Bu deneyimi de anlatır mısın?
STEPHEN: Putin’in “Blueberry Hill” şarkısını söylediği ünlü bir klip var. Kötü söylüyor, en azından Fats Domino kadar iyi söylemiyor. Sonuçta Kate’in hakkını vermelisiniz. Karakteri kafasında yarattı. Tek yapmamız gereken doğru yolda ilerlediğinden ve halletmesi gereken her şeyi hallettiğinden emin olmaktı. Bu yüzden tüm övgüyü hak eden o. Harikaydı, olağanüstü oynadı. Söylediğiniz gibi, birçok harika oyuncuyla çalıştım ve o da bu listede yer alıyor.
JESSICA: Kate ve Will [Tracy], aslında karakteri birlikte yarattılar diyebilirim çünkü Will’in yazdıklarının ve Will’in karaktere kattıklarının büyük bir kısmı Kate’e ait.
Ama Kate bunu gerçekliğe ve doğruluğa dayandırdı. Her zaman şakanın parçası olmamak gerektiğini konuşurduk. Karakter şakanın parçası olduğunda ya da oyuncu şakanın parçası olduğunda yürümez. Bu yüzden bu çılgın durumların onun için her zaman inandırıcı ve oynanabilir olduğundan emin olduk.
Ve o olağanüstüydü, gerçekten harikaydı. Çünkü senaryoyu okuduğunuzda dudaklarınız uçukluyordu. “Pekala, bunu nasıl yapacağız?” diyordunuz. Ama bilirsiniz, sizi korkutan şeylerin peşinden gitmek her zaman iyidir.
Soğuk Savaş dönemi, Doğu Bloku ya da Afrika veya Orta Doğu’daki Üçüncü Dünya rejimlerini ima eden bu tür anlatılara alışkınız. Ancak sizin gösterinizde bir Avrupa ülkesi yer alıyor, bu seçim Avrupa’da aşırı sağın yükselişiyle ne kadar ilgili ve özellikle Elena için ilham aldığınız gerçek kişiler var mı?
STEPHEN: Elena gibi biri yok, değil mi? Marine Le Pen de öyle değil, İtalya’daki Giorgia Maloni de. Yani belirgin bir benzetme yapamam. Garip bir şekilde, tüm diziyi ve dünyayı icat eden Will, tek bir ülkeye özgü olmamak konusunda çok istekliydi. Dizinin Rusya ya da benzeri bir ülkeyle çok güçlü bir şekilde özdeşleşmesinden çok korkuyordu. Dolayısıyla, ülkeyi maksatlı olarak muğlak bıraktı.
JESSICA: Ben de şunu söyleyebilirim: maalesef aşırı sağ sadece Avrupa’da yükselmiyor. Bu yüzden pek çok farklı yerden faydalandık. Kesintisiz bir otokratik davranışlar ve diktatörlükler tarihi var. Bu yüzden faydalanacak bir şeyler bulmak zor olmadı. Temel fikrimiz ise bu konuya hicivli bir ışık tutmaktı.
STEPHEN: Charlie Chaplin’in The Great Dictator filmi gibi.
“Bu dizi aynı zamanda belki de hiç tanışmaması gereken iki insan hakkında”
Sizi hikayeye çeken şeylerden birinin politik olarak ciddi ve aynı zamanda mizahi olması olduğundan bahsettiniz. Size ilk teklif yapıldığında, senaryoyu okuduğunuzda dikkatinizi çeken ve dizinin yaratım sürecinde de sürdürmek istediğiniz başka yönler de var mıydı?
STEPHEN: Senaryoyu okuyup onları görmeye giderken Duck Soup’taki “Hail, Hail Fredonia” şarkısını mırıldanıyordum. Yani en başından beri aklımda Marx Kardeşler vardı. Ama hayır, başka bir yönden bahsedemem; sadece, senaryo hoşuma gitmişti. Olayları ele alışındaki genişliği sevmiştim. Spesifik değildi. Bilirsiniz, konu Rusya ya da başka bir şey değildi. Tüm dünya sinemasından yararlanabiliyordunuz. Diziyi yaparken filmlerini çok sevdiğim kişileri çok düşündüm. Yani sorunuza cevap vermek gerekirse, pek sayılmaz. Hangi yöne gideceğimi bilmiyordum.
Stephen, sen birinci, ikinci ve dördüncü bölümleri; Jessica ise üçüncü, beşinci ve altıncı bölümleri çekmişsiniz. Bölümlerin sorunsuz şekilde akması için bir araya gelip konuştunuz mu?
STEPHEN: Jessica’nın benim müdahalem olmadan işine devam etmesi gerekiyordu. Ama tabii ki diziyi çeken tek bir ekibimiz, tek bir tasarımcımız ve kostümcümüz vardı. Sanırım devamlılık onlar aracılığıyla sağlandı.
JESSICA: Bir de Stephen, bence birbirimize cuk oturduk. İşlerimiz birbiriyle konuşuyordu.
Tek bir şeye indirgersek, The Regime ne hakkında? Ana odağında ne var?
STEPHEN: The Regime, her şey hakkında. İşin iyi tarafı da buydu. Sadece şununla ya da bununla ilgili diyemezsiniz. Tabii odağında çok ama çok güçlü ve aynı zamanda çok kırılgan, çok nevrotik bir kadın var. Onu ilginç kılan da bu.
JESSICA: Bence bu dizi aynı zamanda belki de hiç tanışmaması gereken iki insan hakkında. Zaten tarih bu hikayelerle doludur. Bu da onu eğlenceli kılıyor.
Böyle bir dizi epey rahatsız edici olabilir çünkü onu hiçbir yere yerleştiremiyorsunuz. Ne politik olarak ne coğrafi olarak ne de tarihsel olarak. Ama yine de, bu karakterlerin ne kadar akıl hastası olduğunu, ne kadar yaralı olduklarını yansıtabiliyor ve işleri gerçekten çok kişisel hale getirip dünyayı ve politikayı bu karakterler etrafında döndürebiliyorsunuz. Güç bu kadar yaralı insanların elindeyken ortaya çıkan bu tür rahatsız edici bir duyguyu mu aktarmak istediniz mi?
STEPHEN: Şimdi geriye dönüp baktığımda bunu söylemek o zaman söylemekten daha kolay ama filmi çekerken şunu fark ettim: çoğu zaman politikacılara bakar hem ne kadar güçlü hem de ne kadar zayıf olduklarını düşünürsünüz. Bu kesinlikle benim ülkem için de geçerli. Putin’in zaaflarının ne olduğunu Tanrı bilir ama umarım vardır. Bu dizi de öyle biriyle ilgili, özellikle Kate’in oyunculuğuyla.
“Politik hiciv, olayların nasıl dönüp dolaşıp aynı yere geldiğini anlatır”
Spoiler sayılabilir ama biraz dizinin finali hakkında konuşalım. Sonunda neden Elena tekrar gücü eline geçirdi?
JESSICA: Bu çok önemli bir nokta. Politik hicvin tam da bu olduğunu düşünüyorum. Politik hiciv, olayların nasıl dönüp dolaşıp aynı yere geldiğini anlatır. Aksi takdirde, ne işin esprisini ne de dehşetini anlatabilirsiniz. O insanlar korkunç şeyler yapıyor, korkunç! Ama tüm ülke dönüp dolaşıp tekrar onlara geliyor. İşte diktatör budur. Bu şekilde hayatta kalırlar. Hikayenin özü de bu. Biz de bunu göstermek istedik. Bence asıl zorluk da insanların damarına basmak ve Elena karakteriyle biraz empati kurmalarını sağlamaktı. Böylece gücü tekrar eline geçirmesinin nedenlerini sorgulayabilirsiniz.
Dizide çok absürt replikler var. Senaryo, bağlılık ve disiplin açısından nasıldı ve hiç doğaçlama var mıydı? Örneğin Kate, “Patates buharı arındırıyor, sonunda nefes alabiliyorum!” ya da Emile’e söylediği “Cüzdanın için mi endişeleniyorsun, açgözlü bağırsakların için mi?” gibi replikleri doğaçladı mı? Bu tür replikler ekranda çok spontane tınlıyor.
STEPHEN: Eğer bir replik tuhaf geliyorsa onu değiştirirsiniz. Kate hazırlanırken çok titiz davrandı. Kendi yolunu buluyordu. Mantıklı olması için değiştirilmesi gerekiyorsa da değiştirirdi. Buna çok dikkat ederdi. Ama The Regime, doğaçlama bir dizi değil.
JESSICA: Will çok zeki, çok komik bir yazar. Senaryoyu okurken kahkahalarla güldüm. Evet, bazı süreçlerden de geçtiler ve bazı harika doğaçlama parçaları ortaya çıktı. Ama genel olarak, Will ve Kate’e ve birlikte yaptıkları işe hakkını vermeliyim. Gerçekten çok zekice bir iş ortaya koydular.
Bu sorum Stephen’a. 1960’lardan beri yönetmenlik yapıyorsun. 1971 tarihli Gumshoe filmini biliyorum. O zamanlardan bu yana bir yönetmen olarak nasıl bir değişim geçirdin?
STEPHEN: Sanırım şu anda yaptığım her şeyi Gumshoe‘da da yaptım. Tekrar izlediğimde oldukça şaşırmış ve gerçek şu ki hiç değişmediğimi düşünmüştüm. Umarım daha iyi olmuşumdur ama sanırım her şeyin o filmde saklı. Gumshoe‘yu seviyorum. Bana Gumshoe hakkında soru sormanızdan çok memnun oldum. Çok komik bir senaryoydu. Neyse, umarım daha iyiye gitmişimdir. Filmi çektiğimde kısa pantolon giyiyordum. 1970’de çekilmişti. Böyle bir dönemin var olduğuna inanabiliyor musunuz?
Gabriel Garcia Marquez’in Şilili bir yönetmenle ilgili bir kitabını okumuştum. Faşist Pinochet darbesinden sonra ülkeden kaçmış, 12 yıl sonra dönerek diktatörlükle ilgili gizlice bir film çekmişti. Pinochet Şili’sinde ya da böyle bir diktatörlükte, mesela The Regime’deki ülkede film çekmek ister miydiniz? Muhtemelen epey malzeme verirdi.
STEPHEN: Uzun zaman önce Londra’daki Şilili bir sürgün hakkında bir film çekmiştim. Ama tamamen yazarlara bağımlıyım. Biri bana Şili hakkında iyi bir senaryo yazarsa neden çekmeyeyim? Ama bence çekeceğim senaryolar insani ve beklenmedik olmalı. Yani, sadece diktatörlüklerin kötü olduğunu söyleyen bir film çekmekte çok iyi olacağımı sanmıyorum. Diğer insanların bunu benden daha iyi yapacağını düşünüyorum.
Senaryodan, senaryonun mükemmelliğinden ve bunun sizi projeye nasıl çektiğinden bahsettiniz. Peki görsel unsurlar, mekanlar, stiller ve hatta kostümler açısından ne düşünüyorsunuz? Bunlar başlangıçta senaryoda sunulan dünyayı yorumlamanıza nasıl katkıda bulundu?
STEPHEN: Çok ama çok yetenekli insanlarla; kostüm tasarımcılarıyla, görüntü yönetmenleriyle, yazarlarla çalışıyorum ve onların kafamdakileri tasvir etme yeteneklerine her zaman şaşırıyorum. Mesela, 30 yıldır birlikte çalıştığım kostüm tasarımcısı. Yeteneğine her zaman hayran kalmışımdır. The Regime’de birlikte çalıştığım görüntü yönetmeni… Onunla daha önce de çalışmıştım ve çok zeki biri. Yani, süreç bir bakıma tüm bu insanlarla başlıyor. Onlarla sohbet ediyorsunuz. “Bunu sevdim”, “Bu iyi bir parça” falan diyorsunuz. Bu süreç düşündüğünüzden çok daha parçalı, teorideki gibi değil.
JESSICA: Bu sürekli devam eden, yavaş bir süreç. Size bir şeyler gösteriyorlar. İkimiz de geri bildirim veriyoruz. Sonra size başka bir şey gösteriyorlar. Yapım tasarımcısından kostüm tasarımcısına ve görüntü yönetmenine kadar herkes bu kurgusal ülkeyi nasıl yaratacağımızla çok ilgiliydi. Mekanları izleyiciye nasıl hissettirmesini istediğimize bağlı olarak seçtik. Kate’in kıyafetlerini de öyle. Elena karakterinin aniden vites değiştirmesi, birden askeri bir manevra yapmak istemesi gibi çok bariz şeyler vardı. Kostüm tasarımı bunları yansıtıyordu, bu dünyayı inşa etmemize yardımcı oldu. Bence gerçekten harika olan şeylerden biri de peruklardı. Kate, karakterin her zaman peruk takmasını istedi. Bence bu çok güzel bir dokunuştu çünkü karakterin kırılganlığını gösteriyor. Bir yandan da çok eğlenceli çünkü izleyicinin ya da ülkesinin görmek istediklerine uymak için görünüşünü sürekli değiştiriyor. Ancak tüm bunlar bir ekip çalışmasının sonucu. Çok ama çok zeki insanlarla yapılan bir ekip çalışması.
The Regime hangi platformda?
Bir HBO dizisi olan The Regime, ülkemizde BluTV platformunda yayınlanmaktadır. BluTV kataloğuna eklenen The Regime izlemek için buraya tıklayabilirsiniz.