Turgay Korkmaz & Orkuncan İzan ile ‘Misket’i Konuştuk!
Geçtiğimiz ay Hann Sahne’de Turgay Korkmaz ve Orkuncan İzan’ın iki kişilik tiyatro oyunu Misket’i izledim. Turgay Korkmaz’ın yazdığı, Kayhan Berkin’in yönettiği oyun, daha önce karşılaştığımız bir hikâyeyi “içimizden bir yerden” anlatıyor. Eşcinsel iki erkek, Ersin ve Deniz’in aşkını konu alan oyun, oyuncuların dansıyla açılıyor ve katmanlı olarak derinleşiyor, sert gerçekleri izleyicinin yüzüne vuran bir hale evriliyor.
Oyunun son sahnelerine doğru, henüz oyundan çıkmadan Misket hakkında düşünmeye başladım. İzlediğim, bana birçok duygu hissettiren şeyi doğru okumayı ve yorumlamayı her zamankinden daha önemli buldum. Misket, eleştirdiği normlar kadar, gerçeği yansıttığı anlarla da hatırımda kaldı. Herkesin ucundan kıyısından yaşadığı, gerçekçi ve güncel bir aşk hikâyesi sunuyordu.
Oyuncular Orkuncan İzan ve Turgay Korkmaz ile Moda’da buluştuk; Misket’in hikâyesini, beraber kurdukları Faraza Tiyatro’yu, Türkiye’den LGBTİQ+ hikâyelerini ve günümüz ilişkilerine dair uzun uzun konuştuk.
Bu sene üçüncü sezonuna 19 Eylül’de Moda Sahnesi’nde başlayan Misket, aynı tarihte Amerika Philadelphia Fringe Festivali Connanball’da sergilendi ve dokuz temsile ulaştı. Cannonball için Balım Kar tarafından çevrildi ve Faysal Can Dakni tarafından yönetildi.
Misket, 100. oyunuyla 5 Mayıs’ta Alan Kadıköy sahnesinde seyirciyle buluşacak. Misket’i mutlaka izlemeniz önerisiyle…
Turgay Korkmaz: “Ben bir hikâyeciyim aslında. Bir sürü öykü ve hikâye anlatıyorum. Misket de onlardan biriydi.”
Misket tiyatro oyununun nasıl doğduğunu ve nasıl bir araya geldiğinizi sorarak başlamak istiyorum. Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden okul arkadaşısınız. Turgay, sen Misket’i yazarken ikinizin oynayacağını düşündün mü?
Turgay: Hayır. Metni yazdığım an tamamen hikâye odaklıydı. Tabii ki beraber tiyatro yapmak istiyorduk. Burada bazen yönetmen bazen de oyuncu oluyorsun. Yapımcılık gibi bir planımız da vardı. Yani Orkun ile bir “tiyatro” yapma fikrimiz vardı. Mezun olduktan sonra bunu düşünerek İstanbul’a taşındık ve aynı eve çıktık. Bu süre zarfında yazdığım birkaç oyun vardı. Acaba Misket’i yapsak mı, nasıl olur diye düşünürken birkaç farklı cast düşündük. En sonunda o “yapma” arzusu sadece Orkun ve bende olduğu için biz oynamaya karar verdik.
Orkun: Ankara’da ben Müjdat Gezen’de; Turgay, Ankara Sanat’ta birbirimizi tanımadan tiyatro yapıyorduk. Sonra Bilkent’te sınıf arkadaşı olduk. Ankara’da tiyatro yapıp, birlikte eğitim alıp aynı tedrisattan geçince ister istemez aynı dili konuşmaya başladık. Sürekli İstanbul’a gelip oyun seyrediyorduk. Bu oyunları birlikte izlediğimiz için ortak dili kolayca tutturduk. Mezun olduktan sonra biz de yapabiliriz galiba fikriyle İstanbul’a geldik ve Turgay’ın anlattığı süreç gerçekleşti…
Misket’in hikâyesi çok gerçekçi. Toplumun çok iyi gözlemlendiğini düşünüyorum ve Türkiye’de “homofobik eşcinsellik” denilen kavramı da çok iyi anlattığı kanısındayım. Misket iyi bir gözlem ürünü mü yoksa ilham aldığı bir hikâyeden söz edilebilir mi?
Turgay: Aslında tamamen tiyatrodan bağımsız bir düşünceyle buna giriştim. Mezun olduk, tiyatro yapacağız ve bize bir tekst lazım gibi yaklaşmadık. Orkun’un da söylediği gibi, biz eğitim sürecimiz ve sonrasında Türk tiyatrosunu yakından takip ediyorduk. Nasıl bir tiyatro yapacağımızı sürekli tartışıyorduk. O kadar çok denememiz oldu ki! Bunu, şükür ki okuldayken yaptık.
Bu meseleyi anlatma arzusu da şuradan doğdu: LGBTİQ+ hikâyelerini izlediğimiz zaman bize uzaktan bakan bir şey olduğunu gördük ve bunu eleştirmeye başladık. Aslında bu eleştiriyi de beraber yapıyorduk. Bu mesela böyle mi anlatılır, mesele seyirciye nasıl geçer diye… Bunun giderek kutuplaştırıcı, uzaklaştırıcı bir noktaya evrildiğini, bize değil de başka bir yere aitmiş gibi sunulduğunu fark ettik. Bu güzel bir tercih, sanatsal bir bakış açısı olabilir ama Orkun’la bizim düşüncemiz tiyatroda bir durum yaratmak gerektiğiydi. Biz aslında zorlanmadık çünkü zaten istediğimiz duygular üzerinden ilerledik.
Metni yazış sürecime gelirsek ben bir hikâyeciyim aslında. Bir sürü öykü ve hikâye anlatıyorum. Misket de onlardan biriydi. Misket’te Yunus diye bir yan hikâye var, o gerçek, çocukluktan beri bildiğim bir hikâyedir. Burada da aslında İstanbul’daki LGBTİQ+ hareketine bakış açım ortaya çıktı. Çünkü bu hareketle Yunus’un bağdaşmadığını gördüm. Maalesef acı ama gerçekten Yunus’un bunlardan haberinin olmadığını ve olmayacağını gördüm. Çünkü orası başka bir dünya gibiydi. Bu noktada karakterleri şekillendirdim, bu metni çıkarma aşamamda Yunus’u dahil etmek ondan özür dileme şekliydi. Sonrası tabii ki tiyatro bakış açısıyla gelişti. Gerçekçi olmasının sebebi kendi hissiyatımızla beraber şekillenmiş, oynamak istediğimiz bir tekst yaratmamızdı. Ben de böyle bir teksti oynamak isterdim, edasıyla yazıldı.
Orkun: Tiyatronun toplumsal ve çözülememiş problemleri anlatmasından yanayız. Bu tüm dünyada olan bir hikâye. Çevre problemleri tüm dünyada var, insanların teknolojiyle yozlaşması da evrensel bir problem. Biz bunları Netflix dizilerinden, Hollywood filmlerinden ya da Kadıköy’e, Cihangir’e, Beşiktaş’a sıkışmış hikâyelerden izliyoruz ama toplum o değil. Toplumun başka bir boyutu da var. Buradan niye bakmıyoruz noktasından hareket ediyoruz hep. Geçtiğimiz günlerde yaşanan Erzincan, İliç’teki olayı anlatmadan Everest dağını anlatmak istemiyoruz. Bizden hikâyelerle anlatmak istiyoruz. Misket’te de konunun hiç bu taraftan ele alınmadığını gördük. Kadıköy ve Cihangir’e sıkıştırıldı bu konu. Avrupa ve Amerika’nın bize öğrettiği stereotipler üzerinden hareket edildi. Aslında milyonlarca insan var burada.
Turgay: Bize bu bakış açısını okuldaki eğitim kazandırdı. Biz yabancı eğitmenlerle çok zaman geçirdik. Onların bize ilk sordukları soru, “Ne var sizde?” idi. Hiçbir zaman Shakespeare’den bahsetmediler, ki hepsi Shakespeare’i, Commedia dell’arte’i çok iyi bilen devised tiyatronun başat yönetmenleriydi. Bize hep, dışarıya bakmanıza gerek yok, estetiğinizi burada yaratabilirsiniz dediler ve bunu çok güzel tartıştılar. Batılı bir tekst çok cezbedici gelebiliyor bazen. Biz, orada da iki insan var, burada da, tema aynı diyerek ilerledik.
Üstten bakmıyor, toplumdaki çoğunluğu, gösterilmeyen sıradanı görüyorsunuz.
Orkun: Bunu anlatacağın muhatabın da orası.
Bunu anlatman gereken kesim “o” zaten…
Orkun: Evet, anlatman gereken kesim orası. Zaten hepimizin fikri var bu konu hakkında. Fikrini söylemekten çekinen ve bunu gizli tutmaya çalışan insana bunu düşündürmek asıl mevzu. Tiyatronun amacı bu. Tiyatronun amacı, “bir dakika, bu bizden biri ama düşündüğümden bambaşka bir şey gösteriyor bana,” dedirtmek olmalı bence.
Orkuncan İzan: “Eşcinsel bir erkek dediğimizde gözümüzün önüne gelen o ilk karakteri oynamak kolay. Ben oyuncu olarak karakterin duygusal yönüne yüklenmeyi ve oraya çalışmayı tercih ettim.”
Buradan devam edersem Misket’te stereotipler beklediğimiz gibi değil. Olsaydı Deniz ve Ersin’in isimlerinin tam tersi olması beklenirdi. Düğün sahnesinde –eğer öyle bir şey varsa- Deniz, Ersin’e göre çok daha “feminen” dans ediyor. Bu, seyirciyi şaşırtan ve oyunu tek katmanlılıktan çıkartan bir durum bence. Bu tür nüanslar tekst boyunca tekrar ediyor. Bu bilinçli bir seçim mi?
Turgay: Evet. Çünkü biz yakıştırdığımız isimlerle insanları anmayı çok severiz. Bir şeyi temsil ediyorsa şu isim olmalı, daha hoş gelir gibi… Ben orada bir tercihte bulundum. Deniz isminin bir imajı var. Deniz’den homofobik biri veya bir kabadayı çıkmaz ya da bir devrimci çıkar gibi bir fikir vardır. Hayır, aslında orada yaşayan insanlar da çocuklarına Deniz ismini koyuyor. Bunun farkında değiliz. Ben çocukluğumda öyle bir yerde yaşadım ve Deniz adında bir arkadaşım vardı. Yazarken temsil ettiği şeye göre karaktere isim koyarsak bu bir şey inşa ediyormuş gibi olur. Bu da bir matematik. Bu matematik de hayatın matematiği ile bazen uyuşmuyor. O yüzden -tabiri caizsekabadayı Deniz olsun.
Son sahnedeki tercihimiz hakkında konuşmam gerekirse onlar için dans, özgürlük demek. Ersin karakteri açılış dansında yaptığı bir ayak hareketini son sahnede dans ettiklerinde de yapıyor. Bir ithafta bulunuyor aslında. Oradan sonra özgürleştiklerini görüyoruz. Bence dans bir özgürlük. Orada kendini bırakmakla ilgili bir derdi yok. Aslında Deniz’in feminen kalkışı o müziği başlatmasıyla başlıyor, mahalleyi görmüyoruz ama o müziği öyle kolay başlatamazsın. Başlattıktan sonra da kabul etmiş, özgür bir şekilde başlıyor zaten.
Orkun: Eşcinsel bir erkek dediğimizde gözümüzün önüne gelen o ilk karakteri oynamak kolay. Ben oyuncu olarak karakterin duygusal yönüne yüklenmeyi ve oraya çalışmayı tercih ettim. Fiziksel olarak daha efemine hareketler yapmaktansa duyguya odaklanmayı istedim. Oyunda gayet maskülen, heteroseksüel erkek tavırlarıyla oynuyorum ama seyirci ilk sahneden benim karakterimin eşcinsel olduğuna ikna oluyor. Orada doğru duyguyla oynamak önemli.
Stereotip dediğimiz konu hakkında da konuşmam gerekirse bunun iki sebebi var. Toplumun bana verdiği kalıpla seninki çatışıyorsa ya da iç çatışmam varsa ortaya bir çatışma çıkıyor. Turgay yazarken, ben de oynarken o iç çatışmaya odaklandık. Bu işin ilgi çekici olmasının nedeni de bu. Bu adam nasıl böyle olabilir dedirtiyor ama olabilir, niye olmasın ki? İkilemde bırakması çok hoşuma gidiyor.
Belli bir yaşa geldikten sonra yaşadığımız çevre bize birkaç stereotip seçeneği sunuyor. Biz de onlardan birini seçiyor ve öyle yaşamaya başlıyoruz. Peki, o kişi ne kadar biz oluyoruz? Bu soruları çok sordum kendime. Ersin karakterine çocukluğundan beri “kız Ersin” diyorlar. Ama Ersin top oynarken oyuna alınmadığında alınıp küstüğü için de ona “kız Ersin” diyor olabilirler. Oyuncu olarak eşcinsel bir karakteri oynarken tabiri caizse “kırıtmak, kibar hareket etmek” çok kolay bir yol, ben farklı bir yol izlemek istedim. Bu, oyuncu için çetrefilli ama hedefine ulaşırsan çok daha zevkli bir yol. İşi doğru ve ilgi çekici yapan taraflardan biri de bu.
Misket üçüncü sezonunu oynuyor. Sahnede birbirini çok iyi tanıyan iki oyuncuyu izliyoruz ve oyunda çok deneyimli görünüyorsunuz. İlk sahnelenmesinden bu yana Misket’in yolculuğunu özetler misiniz? İlk sahneye çıktığınızdan bugüne oyunda, pratiğinizde neler değişti?
Orkun: Metni ve karakterleri çok iyi biliyoruz. Oyunun içinde zaman zaman Orkun ve Turgay olarak eğlendiğimiz ama bunu Ersin ve Deniz olarak yaptığımız anlar var. Bu, kelimelerle anlatılabilecek bir şey değil, ilginç ve büyülü bir şey. Bunu büyük ihtimalle tiyatrocular daha iyi anlayacaktır.
Turgay: Bu, bakış açımızla da alakalı. Biz bazı noktalarda tabii ki ezbere gidiyoruz ama bir taraftan da karakterlerin dans ettikten sonra kulisteki sahnesi hep değişiyor. Orkun bazen hiçbir şey yapmadan giriyor, bazen dans ediyor… Aslında teksteki ilk replikten önce bir iki replik ediliyor. Biz orada o günkü seyircinin getirdiği hissiyatla başlıyoruz.
Oyunda insanın hatırında kalan, aklında dolaşan birçok sahne vardı… Deniz’in kaşıkları fırlatarak gittiği sahne ve Ersin’in kitabı Deniz’e bırakıp gittikten sonra Deniz’in tiradı… Sizin en etkileyici bulduğunuz sahneyi merak ediyorum.
Orkun: Ersin ve Deniz’in bağırıp çağırıp ne var ne yok döktükleri üçüncü sahne sanırım. Deniz’e göre Ankara’nın o kenar mahallesinde Ersin’in istediği çok büyük bir şey, Deniz çok haklı. Sonra bir anda Ersin anlatıyor ve bir bakıyorsun, o da haklı. Zaten o sahneden sonra beş altı dakikalık sessizlik var. Biz susuyoruz, seyirci de konuşmuyor ve sahnede beş dakikalık bir ölüm sessizliği oluşuyor. Eğer ben bu oyunu izleseydim, bu sahneyi etkileyici bulurdum.
Turgay: “Özür dilerim arkadaş,” repliği ve gitme sahnesi… Bu meselenin sevgili boyutunu geçersek onlar arkadaş olarak da uzun yıllardır beraber. Her gün görüyorlar birbirlerini. Bir daha görmeyecekleri bir an o “özür dilerim arkadaş.” Bir taraftan da Ersin’in sondaki, “Arkadaş olarak gül bari,” repliği. Orası benim için onursuzluğun son noktasıydı. Aslında biz “onur” diye ısrar ederiz ama bunun doluluğu nedir? Onurlu olmak ne demek? Orada Ersin’in sevgili olarak değil, arkadaş olarak gül bari demesi aslında insani bir ihtiyaç. Onurunu istemesi gibi geliyor bana.
Deniz ve Ersin arasındaki yegâne engel toplum baskısı mı? Sizce bundan sıyrılsabilseler, mesela İstanbul gerçekten Ersin’in hayal ettiği gibi bir yer olsa ve Deniz de buna inansa aşklarını özgürce yaşayabilirler miydi?
Orkun: Toplum baskısından korktuğu için bunu yapmıyor Deniz. Toplum baskısı onu öyle bir kişiye dönüştürmüş ki, kendisi istemiyor bunu. Düzen kurma telaşı var. O düzeni birlikte kurması imkânsız olan biri var yanında. O kişi bir kadın da olabilirdi. Ona bir kadın, “Ben İstanbul’da yaşamak istiyorum, oraya gidip evlenelim,” dese Deniz aynı tepkiyi verirdi. “Gelemem, benim öyle bir ailem ve kültürüm yok,” derdi. Ersin de İstanbul’a gidelim diyor ama onun da İstanbul’la ilgili pek fikri yok, o bir hedef koymuş, bir rüya görüyor ve oraya gidince her şeyin düzeleceğini düşünüyor.
Turgay: Birisi hayalperest, birisi daha gerçekçi aslında.
Orkun: Deniz, kan davası olan bir kadınla da aynı şeyi yaşayabilirdi. Hatta aynı repliklerle, ufak düzenlemeler yapılarak bu bambaşka bir duruma çevrilebilirdi. Bir aşk hikâyesi anlatıyoruz.
Turgay: Orkun’un da dediği gibi bu bir aşk hikâyesi aslında, ikisinin arasındaki sevgili miyiz, değil miyiz tartışması bugün heteroseksüel ilişkilerde çok olan bir durum. (Gülüyorlar) Bugün kadın-erkek arasındaki bir ilişki de böyle. Her şeyi beraber yapıyoruz ama sevgili değiliz! Kurcalama işte!
Orkun: Biz şimdi neyiz?! 🙂
Orkuncan İzan: “Müzik, oyunun neredeyse iki oyuncu kadar önemli bir elemanı.”
Misket bir pavyon hikâyesi değil. Misket, hem Ankara’nın “Misket” havasından hem de çocukluk arkadaşı olan Ersin ve Deniz’in çocukken misket oynamasından, o misketin gökkuşağıyla bağlantısından geliyor. Metinde de bu belirtiliyor ama şunu merak ettim, son yıllarda Türkiye’de pavyon ve pavyon kültürüne dair gün geçtikçe artan bir merak var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orkun: Toplumun alıştığı eğlence kültüründen başka bir şey. Çok fazla insanın gitmediği, gidene burun kıvrılan, çoğu kişinin görmediği ve görmekten de imtina ettiği bir yer. O yüzden ilgi çekici. İnsanlar bunu gördüklerinde merak ediyorlar. Düğünlerde de Ankara havası oynanıyor, biz Kadıköy’ün ortasında oynuyoruz ve hemen omuzlar oynamaya başlıyor, herkesin kanını kaynatıyor. Görmediğimiz bir şey.
Turgay: Ben bir pavyon metaforu üzerinden gitmedim. Bunun sebebi de çocukluğumdan beri pavyon kültürünü biliyor oluşum. Buradaki gözlemim yıllara dayalı. Türkiye’de pavyon kültürünün üç dört farklı lansmanı vardır. Ankara’da da üçe ayrılır; Gaziosmanpaşa, Maltepe ve Rüzgarlı kültürü. Bizim Misket, Rüzgarlı ve Hamamönü’nün kültürüdür. “Misket” oyun havasının adı ancak “Misket” bir aşk hikâyesini anlatan türküdür. Kavuşamayan iki âşığı anlatan bir ağıttır. Diğer yandan da misket, çocukların oynadığı bir oyun. O oyunda renkli misketler en değersizleridir. Neden renkli olanlar, tek renkli olanlardan daha değersiz? Biz sadece bunu sorguluyoruz. Bu, çocukluğumuzda sorduğumuz sorulardan biri.
Deniz ve Ersin’in hikâyesi başka meslekler yapsalar da değişmezdi… Dans onların özgürlük alanı, aşklarını ifade etme biçimi.
Turgay: Pavyonların kenarlarındaki mahallelerde iş bulamayan kişiler düğünlerde oynar ve bunun karşılığında belli bir miktar bahşiş alırlar. Bu insanlar ben köçek olacağım gibi bir amaçla ilerlemezler. Sahnede gördüğünüz karakterler eniştelerinin yancısı olarak eğlenen tipler ve bahşişle geçiniyorlar. Bir gün köçek kıyafeti giyerler, bir gün kaşık oynarlar. Köçek Ersin, Köçek Deniz değil onlar, onlar oyun havasını bugünün popülerliğinde oynayan insanlar. Buradaki yanılgı onların köçek sanılması oluyor. Onlar o günün gerektirdiği, popüler olan şey neyse onu yapıyorlar. Bugün TikTok’ta dans eden insanlar neyse onlar da öyle. Sosyal medya kullanmazlar, kendi dünyalarında yaşarlar ama olsa TikTok’a da girerlerdi. Misket ikili bir oyun ve bu oyunda istediklerini oynayabilme özgürlükleri var.
Orkun: Evet. Bir bakkalda da çalışabilirlerdi, berber çırağı da olabilirlerdi Tabii dans sanatsal bir tercih.
Müzikleriniz ve danslarınızdan da bahsetmenizi istiyorum. Oyun havaları Misket oyunu için özel yapılmış…
Orkun: Müzik, oyunun neredeyse iki oyuncu kadar önemli bir elemanı. O yüzden çok özendik. Bilkent Opera Şan Bölümü’nden arkadaşımız Cem Değirmen müzik direktörlüğümüzü yaptı. Tüm Ankara havaları Hasan Balan tarafından oyuna özel şekilde bağlamayla çalındı. Müziğin üzerine konuştuğumuz yerlerde bağlama ve genel kompozisyonun ona uygun olması gerekiyordu.
Turgay: İlk giriş dansında Ankara oyun havasının arkasında “Bolero” çalıyor. Cem bir batı ezgisini, “Bolero”yu çaldı. Bazen pavyonlarda Beethoven çalınır, yapılır bu. Bu anlaşılmıyor tabii ama bizim keyif aldığımız bir şey. Seyirci anladığında da hoşumuza gidiyor.
Orkun: Oyun havasını biliyoruz, Ankaralıyız ama bu çok salaş bir şey de olabilirdi. Koreografımız Korhan bunu derleyip topladı ve karakterlerin dans aracılığıyla birbirlerine aşklarını anlatmalarını sağladı.
Turgay Korkmaz: “Ersin ve Deniz’in hikâyesi de bizimkiyle bazı noktalarda eşdeğer. Onlar özgür olmak istiyor, biz de özgür tiyatro yapmak istiyoruz.”
Oyununuzu Kayhan Berkin yönetiyor. Nasıl bir araya geldiniz, prova süreciniz nasıl gelişti?
Orkun: Ankara kültürüne hâkimdik. Oyuna hâkimdik, ne anlatmak istediğimizi çok iyi biliyorduk ama buna başka birinin bakmasına ihtiyacımız vardı. Hatta mümkünse bu kültürü bilmeyen birinin bakmasına ihtiyacımız vardı. Orada da Allah karşımıza Kayhan’ı çıkarttı. 🙂 Kayhan bizim göremediğimiz yerleri görüp ufak ufak dokundu ve oyunu izlemesi çok keyifli bir hale getirdi.
Turgay: Kayhan’la tanışıklığımız vardı, bir iki işini de görmüştük. Sahneye çıktığımızda ne beklediğimizle ilgili bizi en iyi anlayacak yönetmen olarak Kayhan’ı gördük. Kayhan’ın olması bizim için bir nimetti. Biz metni ona gönderdik, ilk okumayı yaptık. Hemen tamam dedi ve heyecanlandı. Bu heyecanın ötesinde, üç yıllık süreçte de Misket’i hep sahiplendi. İşin sanatsal kısmından çok, bir oyunun başına ne badireler gelir, onları nasıl aşması gerekir ve oyuncu arzusuyla nasıl devam eder, bunu gösterdi. Misket’i Orkun ve Kayhan’dan bağımsız düşünemiyorum.
Faraza Tiyatro’yu kurdunuz. Faraza Tiyatro’dan bahseder misiniz?
Turgay: Bu oyun özelinde zorlandığım nokta oyunculuktan ziyade Misket’e sahip çıkma olgusuydu. Biz şu an bu işin yapımcısı olduk. Misket seyirciyle buluştu, buluşmak için de uzun bir yoldan geçtik ve çok çaba sarf ettik. Ben Misket’in oyuncusu veya yazarından ziyade oyun devam etsin diye çabalayan biri oldum. Ta ki bu yaz Orkun ile karar verip bu oyunu özgürce kendimiz götürelim dediğimiz yere kadar. Çok daha rahatladığımı hissettim. Kötüyse de bizim, iyiyse de bizim.
Orkun: Şubat 2020’de Faraza’yı kurduk. Martta pandemi çıktı ve durduk. Ömür boyu tiyatro yapmayabilirdik, o kadar belirsizdi ki… Bu arada başka yerlerde başka şeyler yaptık. Sonunda bu yaz oturduk ve bu işi resmiyete döktük. Hata yapacaksak da biz yapalım, batacaksak da biz batalım dedik.
Turgay: Şu an hazırda benim yazdığım bir Romantik Rapsodi, bir de Amigolar isminde iki oyun var. Zamanı gelince çıkacaklar.
Turgay, yönettiğin de birkaç oyun var. Yazmak, yönetmek ve oynamak arasında seni en çok tatmin eden hangisi?
Turgay: İster istemez yönetmen, yazar ve oyuncu olarak ayırıyoruz. Bunun böyle gelişmesinin sebebi maalesef ülkemiz şartları. Ben sadece bir oyun yazarı olmayacağım çünkü benim öyle bir dünyam yok. Evde oturup sürekli oyun yazayım, yönetmen ve oyuncuları besleyeyim gibi bir duygum hiçbir zaman olmadı. Ben Misket’i ve diğer oyunları yazarken işin mutfağında ve provasında olmak istiyorum. Türkiye’de oyuncular istedikleri oyunu istedikleri şekilde oynayamıyor. Biz şanslıyız ki bir şey ürettik, sahnede zevk aldığımız ve 90 temsile ulaştığımız bir oyun var. Bunu her mezun oyuncu yapamıyor. Geri dönüp baktığımızda Ersin ve Deniz karakterlerini oynamıştık diyebileceğiz. Benim bakış açım bir proje yaratmak üzerine.
Ersin ve Deniz’in hikâyesi de bizimkiyle bazı noktalarda eşdeğer. Onlar özgür olmak istiyor, biz de özgür tiyatro yapmak istiyoruz.
Orkun, Yılmaz Erdoğan’ın İnci Taneleri adlı dizisinde rol alıyorsun. Daha önce Güzel Günler’de rol aldın ve dizi oyunculuğuna aşinasın. Tiyatro oyunculuğu ve dizi oyunculuğu hakkında neler söyleyebilirsin?
Orkun: Kamera önü ve tiyatroyu birbirinden çok farklıymış gibi görmüyorum. Oynamam gereken bir karakter ve onun bir hikâyesi var, o hikâyeyi oynuyorum aslında. Önümde kamera veya seyirci olması çok fark etmiyor. Tabii ufak tefek farklar var ancak hazırlık anlamında çok büyük bir farkı yok benim için. Yoğun bir tempodayım ama tiyatro benim için iş gibi değil, o beni deşarj eden ve motive olup arınarak çıktığım bir yer.
Yağmur Çöl’ün Misket oyunu üzerine Orkuncan İzan ve Turgay Korkmaz ile yaptığı bu röportaj, Episode’un Nisan 2024 sayısında yayımlanmıştır.