Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Türk Dizilerinin “Mutsuz Gelinleri”* | Çağla Üren
“Son dönemde televizyon ekranlarında gelin dizilerine çok sık rastlıyoruz,” demek isterdim. Ancak diyemiyorsam bunun nedeni, gelin dizilerinin 2000’lerin başından beri her dönem popülerliğini koruması ve tekrar tekrar yazılıp çizilmesi. Gelin dizilerinden kastım ise bir karakterinin gelin olmasıyla hikayenin başladığı, genellikle yöresel tatlar ve ağızların süslediği diziler. Asmalı Konak’tan sonra önünü alamadığımız bu furyaya bizler de bazen kapılıyor bazen de “Bu neymiş be!” diye isyan ediyoruz.
“Gelin dizilerini” bu şekilde adlandırmamdan dahi anlarsınız: Bu dizilerde kadın karakterler oldukça ön planda ve oldukça da güçlü karakterler. Ancak onların gücünü gölgeleyen bazı olaylar ve durumlar da var. Bu gelinlerin birçoğu her ne kadar güçlü karakterler olsalar da boyun eğdikleri noktalar, biz kadınlar için “hassas” noktalar. Bunların bir kısmı dizilerin gereksiz uzunluğuyla ilgili olsa da bizleri ekranlardan uzaklaştıran şeyler.
Bu nedenlerden dolayı bu yazıda Türk dizilerinin “gelinlerine” ve onların kadın mücadelesi açısından yarattığı olumsuzluklara bir göz atmak istedim. Tabii ki olumlu örnekler de verdim. Onlar da yazının sonuna kalsın.
(Bence göz atmakla kalmayıp annemizi, ablamızı, anneannemizi ve arkadaşlarımızı da bu konuda “fiştekleyebiliriz.”)
Esas Kızlar ve Kötü Kadınlar Burada. Kız Kardeşlik Nerede?
Öncelikle ülkemiz televizyonlarında yayınlanan neredeyse her dizi gibi bu dizilerde de gelinlerin içine bol miktarda fitne fesat serpildiğini ve her dizinin kıskanılacak bir “rakip” kadını olduğunu söylemek mümkün. Genç kızlarımızın büyük çoğunluğunun sevgililerinden “Kısa giyme kırarım bacaklarını!” demesini beklediği ülkemizin en çok izlenen dizilerinde kıskançlık yaratacak bir “kötü kadın” olmasın da ne olsun?
Neyse… Zaten bu gelinlerimizin çoğu, çok eşli kocalarla evlendiği için senaristlerin rakip kadın karakter yaratması da zor olmuyor.
Hatırlar mısınız? Yavuz Bingöl ile Ece Uslu’nun başrollerini paylaştığı Zerda adlı bir dizi vardı. “Hükümet nikahı (resmi nikah) olmadan gerçek karı koca olmayız.” diyen bir kızımız Şahin Ağa ile evlenip bir konağa gelin gidiyordu. Zerda’nın üzerine kuma gelmesi çok da umurunda değildi aslında. Çünkü Şahin Ağa ona kuma getirdiğinde kendisi hala resmi nikah yaptırma derdindeydi. Ayrıca bir Ağa’nın karısını boşaması ya da onu beş parasız şekilde bir kenara bırakması “erkekliğe” yakışmayacağına göre nafaka derdinde de değildi bu kızımız. Bu yüzden resmi nikah ısrarındaki amacın ne olduğunu pek anlayamasak da dizi bir noktada tıkanınca kumalar da gelmeye başlamıştı. Füsun Kostak’ın canlandırdığı Akgül isimli kumamız da dizi tarihimizin en fettan en kötü kalpli kadınlarından biriydi. Nefret etmiştik ondan. Ya ne yapsaydık?
Ayrıca bu dizilerden bazılarının kadınlar arası rekabeti “tatlıya” çevirerek erkeğin çok eşli olmasını zaman zaman akladığını da iddia edebiliriz. Bir örnek verelim: Son dönemde yine çok popüler olan Yeni Gelin dizisi, erkeğin çok eşli olmasını; konak hayatı, geniş aile motifi ve komedi unsurları ile epey “tatlılaştırıyor.” Avrupalı bir annenin kızı Çukurova’ya gelin gidince kadıncağız “Bu ne böyle? Bir adamın beş karısı var!” deyiveriyor. Ancak cevabını da kendi eşinden alıyor: “Alan razı, veren razı. Sana ne ayol!”
Aslında Zerda ve Yeni Gelin’den önce burnumuzun ucunda çok daha önemli bir örnek var: Muhteşem Yüzyıl: Hürrem. “Tarihimizde var çok eşlilik. Sansürlesinler mi?” demeyin hemen. Hürrem’in Mah-i Devran tarafından çektiği zulümleri, kadınların padişah üzerinden birbirine nasıl hava attığını, hatta birbirinin yüzüklerinden kolyelerine kadar çalıp çırptığı o “renkli” sahneleri nasıl görmezden geliriz? Yani bu rekabet sahnelerinin yukarıda bahsettiğim izlenme kaygısı ile hiç alakası yok mu?
Sadece çok eşliliğin olduğu konak dizileri değil, Yaprak Dökümü gibi klasik edebiyat eserlerinden uyarlanan diziler de aynı olumsuz etkiye sahip. Çünkü Reşat Nuri’nin Ferhunde ve Fikret karakterlerini yaratmakta televizyonlara yansıtılandan farklı bir amacı vardı. “Batılılaşabiliriz ama Anadolu kültürü ve kimliğinden kopmayalım.” demek isteyen yazar, çok kabaca “Çok batılılaşırsak Ferhunde, çok doğululaşırsak Fikret oluruz.” diye yazıyordu. Diziye baktığımızda ise 2000’lerin getirdiği modernliğin de etkisiyle bu fikirlerin uçup gittiğini görüyoruz. Geriye eline erkek eli değmemiş Fikret’ler ile “kötü gelin” Ferhunde’ler kalıyor. (Vallahi bana kalırsa Fikret olacağıma Ferhunde olmayı tercih ederim.)
Ekranların Vazgeçilmezi: Stockholm Sendromu
Birçok insanın aksine ben, dizi yapımcılarının ya da senaristlerinin tacizi meşrulaştırmak amacıyla dizi çektiğini düşünmüyor ve iddia etmiyorum. Kaldı ki bu dizilerde bizler için çok değerli isimler de yer alıyor. Ancak toplum nezdindeki yansımaları ne yazık ki bu şekilde olmuyor. Sizlere belki de hiç beklemeyeceğiniz bir örnek vereyim: Aşk-ı Memnu. Evet, Halit Ziya Uşaklıgil’in romanından uyarlanan meşhur dizi… Birçok izleyici gibi ben de diziyi defalarca ve severek izledim. Tabii ki Adnan’ın Bihter’e tecavüz etmesi üzerine yapılan yorumlara kulak tıkayarak…
Kabaca özetlemek gerekirse görücü usulüyle ve ekonomik kaygılarla yaşlı bir adamla evlenen bir genç kadının kendini, cinselliği ve aşkı keşfetmesini anlatan kitabın dizi uyarlamasında Adnan, Bihter’e tecavüz edince aynen şu şekilde yorumlar yapıldı: “Başka bir kadına olsaydı bizde (“de” ayrı yazılmadı.) kızardık ama Bihter de kocasını aldatmasaydı. O hak etti.” Sanıyorum ki bu alıntı ne demek istediğimi benden daha iyi anlatıyor.
Aşk-ı Memnu’nun yanı sıra yine bir konak dizisi -hatta onların öncüsü- olan Asmalı Konak’ta da gördük aynı sahneleri. Bahar ile Seymen Ağa’nın aşkı birçok izleyici gibi beni de çok etkileyebilirdi. Ancak Seymen, Bahar’a tecavüz edip de kadını banyoda ağlattıktan sonra Bahar’ın aşkına bir türlü anlam veremedim. Tıpkı Şehrazat’ın Onur’a olan aşkına, Fatmagül’ün Kerim’e olan aşkına ya da Sıla’nın Boran’a olan aşkına anlam veremediğim gibi kafamın almadığı türlü türlü aşkla karşılaşmaya devam ediyorum ne yazık ki.
Bir Toplumun En Hassas Noktası: Çocuk Gelinler
Yazı kapsamında konusunu açmayı hiç istemediğim bir başlık çocuk gelinler. Zaten dizilerin birçoğu da bu konuya dikkat çekmek için yapılıyor. Ancak ne ölçüde başarılı olabildikleri merak konusu.
“Çocuk gelin” dizilerinin en bilineni Mahsun Kırmızıgül’ün yönettiği “Hayat Devam Ediyor” adlı diziydi. Kendisinden neredeyse 40 yaş büyük biri olan Abbas ile evlendirilen küçük Hayat’ın hikayesi birçok izleyiciyi ekrana bağladı. Ancak Abbas diziden çıktıktan ve Hayat gelin olmaktan kurtulduktan sonra dizi nedense (!) aynı rağbeti göremedi. Bir toplum olarak acı çekmeyi ve acı çekenleri izlemeyi öyle seviyoruz ki… Hele söz konusu olan kişiler çocuklarsa…
Bunun yanı sıra 2013- 2015 yılları arasında Samanyolu TV’de yayınlanan ve bir çocuğun tecavüzcüsüyle evlendirilmesini anlatan dizi, ne yazık ki 90 küsur bölüm yayınlanmış ve kanal Türksat’tan kaldırılana dek yayınlanmayı sürdürmüştü. Uruguay’da Monte Carlo TV’de ekranlara gelen dizinin yayından kaldırılması için Birleşmiş Milletler Kadınlar Birimi, UNICEF ve devlet kuruluşları da talepte bulunmuştu. Tabii ki Türkiyeli kadınların, daha doğrusu insanların birçoğu da aynı talebi dile getirmişti.
Mutlu Aşk, Mutlu Gelin Yok mu?
Sevgili okurlar, hepsinin özünde artık televizyon ekranlarında güçlü kadınlar görmeyi daha fazla istiyoruz. Bu demek değil ki Bihter, Bahar, Fatmagül ya da diğerleri güçlü karakterler değil. Onlar da her şeye rağmen yılmayan ve tek başlarına ayakta kalabilen karakterlerdi. Ancak artık istiyoruz ki kadınlar ekranda sürekli tacize uğrayıp, heder olmasın ve bir güruh da bunu ağzı sulanarak izlemesin. Bir kadın da dayanamayıp kocası olacak o deyyusa dönmesin, Stockholm sendromları yaşamasın ve dizi boyunca “rakip” kadından erkeğini korumaya çalışmasın. “Böyle dizi hiç mi yok?” diye soracak olursanız tabii ki var. Hatta en “mutlu gelini” seçecek olursak jeneriğini hala flütle çaldığımız efsane dizi Yılan Hikayesi’ni ve onun Zeyno’sunu işaret edebiliriz. Düğün gecesi terk edilen bir köylü kızının “Seni vuracam!” diye İstanbullarda “kocasını” aradığını görmek, biz kadın izleyicileri, peşindeki belalı kocadan kaçarak İstanbul’a gelmiş acıların kadınlarını görmekten daha mutlu ediyor ve kendimizi daha güçlü hissetmemizi sağlıyor.
Aynı şekilde kocasından ayrılmanın travmalarıyla boğuşan ve onun başkasına aşık olmasını entrikalarla engellemeye çalışan zavallı “eski karılar” yerine Ayrılsak da Beraberiz’in hakkını yedirmeyen Bernalarını, İkinci Baharların “başkasına aşık olan” Hanımlarını görmek istiyoruz. Çok eskide kalmış gibi görünseler de hala gördüğümüzde oturup izlediğimiz diziler bunlar.
Kısacası Orphan Black ya da The Fall gibi dizleri izlediğimizde “Azcık da yerli dizi izleyin.” diyeniniz hala varsa bizim için bu gibi dizileri diriltebilir mi lütfen?
* “Mutsuz Gelinler” ile işaret etmek istediğim, aynı adı taşıyan bir film var. 1930’ların savaş sonrası Sırbistan’ında geçen filmde küçük bir köyde savaş nedeniyle hiç erkek kalmıyor. Köyün etrafında yine savaş nedeniyle mayın döşeli olduğu için burada kapana kısılan kadınları anlatan film, oldukça eğlenceli ve dramatik. Tavsiye olunur.
[hr style=”solid”]
Ayrıca bakınız:
1 Yorum
Tebrik ederim, başarılar.