CNP Film’in kurucu ortaklarından Sadi Canpolat’la bir araya geldik; sinema eğitimiyle başlayıp kamera asistanlığından yapımcılığa uzanan sektör yolculuğunu, ailesiyle birlikte kurduğu CNP Film’in ortaya çıkış sürecini ve Siyah Bere, Marnalı, 49 gibi projeleri konuştuk.
Sadi Bey, öncelikle sizi ve yapımcılık yolculuğunuzu tanımak, CNP Film’in kuruluşunu da sizden dinlemek isteriz. Nasıl başladı bu süreç?
Sektörle tanışıklığım, yapımcılık maceramdan çok daha önce başladı. Genç bir sinemasever olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde sinema eğitimi almaya karar verdim. Henüz öğrenciyken kamera asistanlığı yaparak sektöre adım attım. 3. sınıfa geldiğimde ise yapım asistanlığına başladım ve sinemaya ilgim giderek bir tutkuya dönüştü diyebilirim.
Yapım yolculuğumda klasik kalıpların dışına çıkan, anlatım biçimiyle farklılık yaratan içeriklere her zaman ilgi duydum. Bu doğrultuda, yaratıcı yapımcılığını üstlendiğim 46 Yok Olan dizisi, uzun yıllar sonra Türkiye’de televizyon ekranlarında 60 dakika formatında yayınlanan ilk yapımlardan biri oldu. İçerik olarak da özgün ve alışılmışın dışında bir anlatı sunuyordu.
CNP Film’i ise 2018 yılında babam Mehmet Canpolat ve kardeşlerim Hande ile Seda’yla birlikte kurduk.
Genç bir yapım şirketi olarak, rekabetin oldukça sert olduğu bu sektörde yer bulmayı başardınız. Bu süreçte karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Elbette, genç bir yapımcının sektörde üretim yapabilmesi ve tutunabilmesi oldukça zor. Pek çok şeyin art arda, adeta birer mucize gibi gerçekleşmesi gereken zorlu bir süreçten söz ediyoruz.
Ancak bu noktada kendimi şanslı sayabilirim; çünkü yapımcılık bizde adeta bir aile geleneği. Babam Mehmet Canpolat, 2004 yılında Pana Film’in kurucu ortaklarından biri olarak sektöre adım attı. Dolayısıyla yeni projeler üretirken bu 20 yıllık birikimden ve sektörde ailece edindiğimiz güvenilirlikten faydalanma imkânımız oldu. Bu da sektörün yoğun rekabet ortamında ayakta kalmamıza büyük ölçüde katkı sağladı.
Sadi Canpolat: “Bir hikâyede beni en çok etkileyen şey, karakterin taşıdığı içsel çatışmadır. Seyirci o çatışmayı sezdiği anda bağ kuruyor.”
Son dönemde uzun metraj filmlerinizin yanı sıra Siyah Bere ve Marnalı gibi dikkat çeken dijital dizilere de imza attınız. Bu dizilerin ortaya çıkış hikâyesini ve yapım süreçlerini bizimle paylaşır mısınız?
Yapım şirketi olarak zorlu projelere gönül verdiğimizi söyleyebilirim. Siyah Bere ve Marnalı, yapım tasarımı açısından bizi oldukça zorlayan işlerdi. Ancak sektörel geçmişimiz ve birikimimiz düşünüldüğünde bu tarz projelere neden cesaret ettiğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Televizyon tarihimize damga vuran Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde 150 bölümden fazla uygulayıcı yapımcılık yaparak bugünlere sağlam bir hazırlıkla geldim diyebilirim. Bu deneyim, bizi özellikle yüksek prodüksiyon gerektiren projelerde tercih edilen bir yapım şirketi haline getirdi.
Projeleri hayata geçirirken sektörel ihtiyaçları ve seyircinin beklentilerini mutlaka göz önünde bulunduruyoruz. Marnalı için yola çıkarken yıllar sonra Gürkan Uygun’u yeniden bir kabadayı karakteriyle izlemenin seyirci için oldukça heyecan verici olacağını düşündük, biz de bu hissiyata güvenerek projeyi şekillendirdik.
Aynı şekilde, göz bebeğimiz olan Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde büyük fedakârlıklarla görev yapan tankçı kahramanlarımızın mücadelesinin de toplumda derin bir ilgi ve hayranlık uyandıracağını düşündük ve bu inançla Siyah Bere’yi hayata geçirdik.
Bugüne kadar tankçıların hikâyesi ülkemizde hiç anlatılmadı. Bu anlamda Siyah Bere, bir ilki temsil ediyor. Tankçı askerlerimiz büyük özveriyle görev yapıyorlar. Biz de onların bu görünmeyen fedakârlığını ekranlara taşımanın sorumluluğunu hissederek projeye başladık.
Kısa sürede her iki dizimizin de gördüğü yoğun ilgi, bu projeleri neden yapmamız gerektiğini bize bir kez daha gösterdi. Dolayısıyla CNP Film’den önümüzdeki dönemde bu gibi çok daha fazla proje göreceğinize emin olabilirsiniz.

Hikâye seçiminde en çok hangi noktalara dikkat ediyorsunuz? Sizi bir projeye çeken unsur ne oluyor?
Bana göre sinema sanatı doğarken büyük ustaların ortaya koyduğu temel bir kural bugün hâlâ geçerliliğini koruyor: Seyirciyi ekran başında tutmanın tek yolu, merak duygusunu daha ilk sahneden itibaren canlı tutabilmek.
Özellikle günümüz izleyicisi geçmişe kıyasla çok daha sabırsız ve seçici. Hikâyeyle hızla bağ kurmak istiyor. Bu yüzden lafı dolandırmadan meseleyi doğrudan ortaya koyan projeler bizim için çok daha dikkat çekici oluyor. Merak duygusunu güçlü tutan, tempo açısından izleyiciyi hemen içine çeken hikâyeler bizim için her zaman önceliklidir.
Ayrıca bir hikâyede beni en çok etkileyen şey, karakterin taşıdığı içsel çatışmadır. Seyirci o çatışmayı sezdiği anda bağ kuruyor. Bu nedenle projelere başlarken önce bu duygusal çekirdeği netleştirmeye çalışıyoruz. Hikâye sağlam bir zemine oturduğunda ise tempo, gerilim ve dramatik yapı kendiliğinden oluşuyor.
Daha çok aksiyon ve askeri temalı yapımlarla öne çıkıyorsunuz. Bu türlerin prodüksiyon sürecinin oldukça maliyetli olduğunu ve büyük bir hazırlık gerektirdiğini biliyoruz. Prodüksiyon sürecinizi sizden dinleyebilir miyiz?
Bu tür projeler gerçekten ciddi hazırlık ve büyük bir özveri gerektiriyor. Bazen eksi 20 derecede, en yakın yerleşim yerine saatlerce uzaklıkta, sabaha karşı bir dağın zirvesinde çekim yaptığımız oluyor. Ya da yüzlerce yardımcı oyuncuyla büyük bir çatışma sahnesini koordine etmek zorunda kalıyoruz. Fiziksel olarak yorucu, maddi açıdan da oldukça riskli işler.
Günümüzde en küçük bir planlama hatasının bile çok büyük maliyetlere yol açabildiği bir sektördeyiz. Bu nedenle prodüksiyon sürecimizi titizlikle planlıyor, her aşamada ekip olarak maksimum özeni göstermeye çalışıyoruz.
Kolay mı? Elbette değil. Ama biz zorluklardan korkan değil, onlardan motive olan bir ekibiz. Bu tür projeler bizim için sadece bir iş değil, aynı zamanda büyük bir tutku. Günün sonunda, tüm bu zorlu koşullara rağmen ortaya çıkan işin kalitesi ve seyircide bıraktığı etki, harcadığımız tüm emeğe fazlasıyla değiyor.

Son işiniz Siyah Bere’den bahsetmek isteriz. İlhan Şen’in başrolünde yer aldığı dizi büyük ilgiyle karşılandı. Nasıl bir ön hazırlık süreci geçirdiniz? Çekimler nasıl geçti?
Siyah Bere için 12 haftalık, oldukça yoğun bir ön hazırlık süreci yürüttük. Çekimler, 4 farklı şehirde ve toplamda 2000 yardımcı oyuncunun katılımıyla gerçekleştirildi. Aksiyon sahnelerinin büyük bir kısmı gerçek patlayıcılar kullanılarak çekildi, bu da prodüksiyonun gerçekçiliğini artıran ama aynı zamanda büyük sorumluluk gerektiren bir tercihti.
Çekimler boyunca 40 tank, 18 zırhlı araç ve 2 Atak helikopteri kullanıldı. Oyuncularımız, gerçekçi bir performans ortaya koyabilmek adına, profesyonel askerler tarafından bir tank personeli gibi özel olarak eğitildi. Hatta Doğukan Polat, tank ehliyeti alarak dizide yer aldığı tüm sahnelerde tankı kendisi sürdü.
Bir önceki sorunuzla da bağlantı kurarak söyleyebilirim ki Siyah Bere, gerçekten de büyük bir tutkuyla yola çıkılmadan altından kalkılamayacak bir projeydi. Böyle zorlu ve iddialı bir işin başarıyla tamamlanabilmesi için sadece teknik değil, aynı zamanda ruhsal bir motivasyon da gerekiyor. Biz de o motivasyonu en başından beri fazlasıyla hissettik.
Siyah Bere’ye gelen tepkilerden de söz eder misiniz? Nasıl dönüşler aldınız?
Bu tarz zorlu projeleri bizim için katlanılır kılan en önemli unsur, seyircimizin verdiği kıymetli geri dönüşler. Böyle işlerde izleyicilerimiz adeta ortaya konan emeğin karşılığını vermek istercesine ilgi ve takdirlerini esirgemiyorlar. Siyah Bere özelinde de bu kadar büyük bir prodüksiyonun altına girerken hissettiğimiz heyecanı ve sorumluluğun karşılığını seyircimizin gösterdiği ilgi ve destekle fazlasıyla bulmuş olduk.
Ayrıca bu projeyi hayata geçirirken kendimizi tankçı Mehmetçik’e karşı da sorumlu hissediyorduk. Onlardan gelen olumlu yorumlar ve içten geri dönüşler sadece bizi mutlu etmekle kalmadı; aynı zamanda bu işi ne kadar doğru bir şekilde yaptığımızı bize gösterdi ve bizi daha da motive etti. Bu destek, daha ağır koşullarda daha zorlu işler yapma konusunda bizleri kamçılıyor.
Aynı zamanda sektör içinden de genel anlamda çok olumlu yorumlar aldık. Bu da ortaya koyduğumuz çabanın farklı kesimlerde karşılık bulduğunu görmek açısından bizim için oldukça kıymetliydi.
49 filminde aslında ülkemiz için oldukça önemli ve hassas bir konuyu ele aldınız. Ayrıntılarını ve yapım sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Sırtını gerçeğe yaslayan politik hikâyeler üretmek elbette bazı riskleri beraberinde getiriyor. Bu tür yapımlarda, yaşanmış olayların gerçek kahramanlarını incitmemek bizim için en önemli öncelik oldu.
Hikâyenin hem mağdurlarına hem de kahramanlarına karşı kendimizi borçlu hissederek başladık bu projeye. Takdir edersiniz ki vatandaşlarımıza, istihbaratçılarımıza ve diplomatlarımıza karşı böyle bir sorumlulukla yola çıkmak hiç kolay değil. Bu hassasiyetimizi yalnızca senaryo sürecine değil; oyuncu seçiminden mekân tercihlerine kadar tüm aşamalara yansıtmaya çalıştık.
Ne mutlu bize ki, özellikle uluslararası arenada gördüğü takdirle bizi ziyadesiyle mutlu etti. 49, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere pek çok ülkede gösterildi. Bu projeyle ilgili bizi en çok mutlu eden şey de bu oldu: Hem bu ülkenin hikâyesini anlatmak hem de dünyanın farklı yerlerinden saygı görmek.

CNP Film’in gelecek projelerinden bahseder misiniz? İpucu verebileceğiniz yeni bir işiniz var mı?
Şu anda üzerinde çalıştığımız birkaç proje var, her biri farklı bir dünyaya kapı aralıyor. Sürprizleri bozmamak adına şimdilik perdeyi aralık bırakıyoruz diyelim.
Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Anlatmaya değer bulduğumuz hikâyeleri aynı hassasiyet ve titizlikle hayata geçirmeye devam edeceğiz. Zoru seven bir ekip olarak izleyiciyi şaşırtacak, duygusu ve derinliği olan yapımlarla yola devam etmeye kararlıyız.
Bu röportaj, Episode Dergi’nin 60. sayısında yayımlanmıştır.