Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan sancılı bir dönemin tam ortasında bir aile hem siyasette hem sanatta derin izler bıraktı: Şakir Paşa ailesi. Onların hikâyesi yalnızca devletin modernleşme serüvenini değil, aynı zamanda aşkların, sürgünlerin ve sanat tutkusunun da öyküsünü barındırır. Çünkü Şakir Paşalar, imparatorluğun ihtişamından Cumhuriyet’in sancılı dönemlerine, Avrupa salonlarından Bodrum’un mavi kıyılarına uzanan bir hikâyeyi gözler önüne serer. Dolayısıyla bu ailenin hikâyesi, sıradan bir dizi olmanın ötesine geçerek izleyiciyi o dönemin ruhuna taşımaya çalışan sanat tarihi açısından önemli bir izlence olmayı vaat ediyor.
Şirin Devrim (2003) ailesini şu sözlerle betimlemiştir: “Ailemin hikâyesi altı yüz yıllık Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini ve imparatorluğun küllerinden doğan yeni Türkiye’nin yetmiş yıllık sürecini kapsar. Osmanlı devrinde dedelerim âlim, asker ve idareciymiş. Fakat annem, babam ve benim kuşağım daha çok sanata yönelmiş; yazar, ressam, gravürcü, müzisyen, seramikçi ve tiyatrocu olmuşlar.”

Şakir Paşa başta olmak üzere, ailenin hemen her bireyinde sanatsal üretime yönelik bir yatkınlık görülür. Sanat ve kültür alanında kalıcı izler bırakanlar dışında, gündelik yaşamlarında da resim, el işi gibi üretimlere hobi olarak ilgi göstermişlerdir. Oral’ın (1972, s. 8) ifadesiyle, “bünyesinde 7 sanatçı yetiştirmiş aile dünyada azdır, Türkiye’de ise tektir.” Aynı aileden dört sanatçının (Fahrünnisa, Aliye, Füreya ve Cevat) aynı anda, aynı mekânda düzenlenen sergileri de nadir görülen bir sanat olayı olarak aileye özel bir konum kazandırmıştır (Zerey Koç, 2019). Özellikle Cevat Şakir, Fahrünnisa ve Aliye kardeşler, yayınları, eserleri ve sergileriyle ulusal ve uluslararası sanat çevrelerinde adlarından sıkça söz ettirmiştir. Sonraki kuşaktan Füreya Koral, Nejat Devrim, Şirin Devrim ve Cem Kabaağaç da ürettikleri yapıtlarla sanatsal anlamda önemli başarılar elde etmiştir.
Şakir Paşa ailesi, farklı kuşakları boyunca sanata yönelmiş yetenekli bireyleriyle adeta olağanüstü bir örnek oluşturur. Osmanlı’nın son yıllarına ve Cumhuriyet’in kuruluş sürecine tanıklık etmiş, yüksek kültürel birikime sahip bu ailenin bir dizi aracılığıyla temsil edilmesi ise günümüz izleyicisine bu mirasın aktarımı açısından büyük önem taşır.

Ailenin büyükleri Cevad Paşa ve kardeşi Şakir Paşa, dönemin Osmanlı bürokrasisinin en parlak isimlerindendir. Devletin kritik meselelerinde görev almış, yazılı eserler bırakmış, modernleşme hareketlerinin taşıyıcı figürleri olmuşlardır. Ancak bu resmî başarıların ardında, köşkün salonlarını dolduran farklı bir atmosfer bulunur: Batılı mürebbiyeler, disiplinli eğitimler ve sanatla iç içe geçen bir gündelik hayat. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise aile bambaşka bir yöne evrilir. Şakir Paşa’nın çocukları ve torunları, Türkiye’nin kültür ve sanat tarihinde kalıcı izler bırakmıştır. Ressam Fahrelnissa Zeid, modern resmin öncülerinden biri olarak Paris ve Londra’da uluslararası başarı kazanır. Oğlu Nejad Devrim, Avrupa’da soyut resim akımının önemli temsilcilerinden biri olurken kızı Şirin Devrim, tiyatro sahnesinde dikkat çekici bir oyunculuk sergiler. Ailenin diğer fertlerinden Aliye Berger, Türkiye’de gravür sanatının kurucuları arasında yer alırken Füreya Koral seramik sanatına getirdiği yeniliklerle adını duyurur. Ailenin kuşkusuz en tanınan ismi olan Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) ise sürgün edildiği Bodrum’u, edebiyat ve düşünce dünyası aracılığıyla bir kültür merkezine dönüştürür. Onun “Mavi Anadolu” anlayışı, yalnızca bir edebiyat akımı değil, aynı zamanda Anadolu kültürünün yeniden keşfi anlamına gelir.

Dizi, titizlikle inşa edilen platoları, dönem ruhunu yansıtan kostüm ve sanat yönetimiyle övgüler aldı. Ne var ki aileyi günümüzde konuşulur hale getiren yalnızca sanatsal başarıları değil, Büyükada’daki görkemli köşklerinde yaşandığı varsayılan tartışmalar ve skandallarla gölgelenmiş aile içi ilişkileri olur. Şakir Paşa ailesinin hikâyesi yalnızca bir tarihsel biyografi olarak değil, aynı zamanda bir kültürel aktarım öyküsü olarak da değerlendirilmelidir. Aile fertlerinin sanatla, diplomasiyle ve edebiyatla iç içe geçmiş yaşamları, Türkiye’nin modernleşme serüveninde bireylerin ve ailelerin oynadığı rolü gözler önüne sermelidir. Bugün ailenin magazinel hikâyesi, dramatik anlatısı kuvvetli bir dizi olarak karşımıza çıkar. Bir televizyon dizisi formatında ele alındığında, bu hikâye izleyiciye yalnızca dramatik bir aile öyküsü sunmakla kalmaz; aynı zamanda arka planda sanatın, kültürün ve entelektüel birikimin kuşaklar arası nasıl aktarıldığını da gösterir. Şakir Paşa ailesi, bu anlamda yalnızca bireysel başarılarıyla değil, kültürel süreklilik ve dönüşümün somut bir örneği olarak Türk kültür tarihinde eşsiz bir yere sahiptir.
Onların hikâyesi, tarih meraklıları için olduğu kadar sanat tutkunları ve dizi izleyicileri açısından heyecanla karşılandı. Dizinin sanatsal yönleri takdir toplasa da gerçek hayattan uyarlandığı dile getirilen hikâyesi çeşitli cephelerden sert eleştirilere maruz kaldı. Aile üyelerinin bile kesin bir şekilde bilemediği, Cevat Şakir’in anı ve söyleşilerinde bahsettiği baba-oğul çatışmasının ana sebebi, dizide sansasyonel bir varsayım üzerinden hikâyeleştirildi. Bu konudaki en ciddi tepki, ailenin manevi mirasının zedelendiğini ve tarihin çarpıtıldığını iddia eden Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın torunlarından geldi. Aile fertlerinin yapımcı şirkete açtığı dava, İstanbul mahkemesi tarafından dizinin yayınını geçici olarak durdurma kararıyla sonuçlandı, bu durum Türk televizyon tarihinde nadir görülen hukuki bir emsal oluşturdu. Hukuki sürecin yanı sıra Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) da “mahrem alanların korunmadığı, çarpık ilişkiler ve cinsellik içeren sahnelerle milli manevi değerlere aykırı unsurlar içerdiği” gerekçesiyle NOW TV‘ye para cezası uygulandı.

Dizinin ana çatışma noktalarından biri olarak, Paşa’nın gelini Aniesi’ye duyduğu hisler ve bu durumun aile içinde yarattığı gerilim ön plana çıkarıldı. Yapımcı şirketin, zaten “skandallar” ve “mucizeler” temalarıyla anılan bir ailenin biyografisini uyarlama kararı, ticari olarak yüksek potansiyelli ancak etik ve sanatsal açıdan riskli bir strateji olarak değerlendirildi. Bu yaklaşım, bir yandan kültürel bir prestij sağlamayı amaçlarken diğer yandan sansasyonel öğeleri kullanarak izleyici çekmeyi hedefler. Bu ikili hedef, yapımın hem takdir hem de yoğun eleştiri almasının temel nedenini oluşturur.

Dizinin en dikkat çekici özelliklerinden biri de ailenin hikâyesinin önemli bir bölümünün geçtiği Büyükada’daki tarihi köşke benzer bir setin titizlikle inşa edilmesi oldu. Duvar kâğıtlarından perdelere, mobilyalardan aksesuarlara kadar her detay, dönemin atmosferini yansıtacak şekilde özenle seçildi, her karakter için özel kıyafetler tasarlandı. Hatta ailenin orijinal kıyafet ve aksesuarlarından bazıları temin edilerek çekimlerde kullanıldı. Bu kapsamlı hazırlık ve estetik yön, izleyiciler tarafından “film gibi” bir yapım olarak tanımlandı ve ışık açılarından müziğine kadar her detay karşılanmış göründü.
Şakir Paşa Ailesi etrafındaki tartışmalar, Türk televizyon sektöründeki dönem dizileri için önemli çıkarımlar barındırır. Yapım, gerçek tarihi figürlerin yaşamlarının dramatize edilmesinin ne kadar hassas bir konu olduğunu gözler önüne serer. Dizi, Türkiye’de tarihsel figürlerin ve ulusal mirasın nasıl temsil edilmesi gerektiği üzerine daha geniş bir kültürel tartışmanın sembolü haline geldi. Bu durum, modern medya ve tarihin sunumu arasında süregelen bir gerilimi yansıtır. Gelecekte, benzer yapımların tarihi gerçekler ile sanatsal özgürlük arasındaki dengeyi çok daha dikkatli bir şekilde kurması beklenmektedir.
KAYNAKÇA
Devrim, Ş. (2003). Şakir Paşa Ailesi (Semra Karamürsel, Trans.). Doğan Kitapçılık.
Oral, Z. (1972). Şakir Paşa Ailesinin Yedi Sanatçısı, Milliyet Sanat Sayı 03.
Zerey Koç, Ş. (2019). Şakir Paşa ailesinin sanatçı üyelerinin Türk sanatına katkıları [Yüksek lisans tezi, Çankırı Karatekin Üniversitesi]
Doç. Dr. Zeynep Gürer (Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü), Doç. Dr. Mert Gürer (Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü) ve Prof. Dr. İbrahim Şirin (Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü) tarafından kaleme alınan bu yazı, Episode Dergi’nin Eylül 2025 sayısında yayımlanmıştır.