Son yıllarda sektörün kimyası değişti. Eskiden her sette bir “akış dramı” olurdu, şimdi “iletişim krizi” başrolü kimseye kaptırmıyor. Ama asıl gözden kaçan karakter, kamera arkasının görünmez kahramanı değil, menajer.
Evet, artık oyuncular kadar, hatta bazen onlardan da fazla “duygusal yatırım” yapan yeni bir türümüz var. Bir menajerle çalışmak bazen sanat yönetmeniyle aşk yaşamak gibi. Çok estetik başlıyor, sonra herkesin beklentisi farklı bir tonda ilerliyor. “Bizim oyuncuya uygun bir şey yok mu?” cümlesi, “Bizi artık sevmiyor musun?” gibi duyuluyor.
Ben ise sadece kahvemi içip yeni bir yazı için kurgu denemesi yapıyorum: “Bu oyuncu şu rolle nasıl olurdu?”, “Şu sahnede kim hangi enerjiyi getirir?”, “Bu ikiliyi bir talk show’da eşleştirsem kim önce kaçamak yapar?”
Kısacası oyun oynuyorum. Ama bazen, o oyuna dışarıdan gelen bir not iliştiriliyor: “Bizimkine partner olarak onu düşündüğünü gördük ama o tür rollerle anılmak istemiyor.”
Oysa ben anılsın diye değil, gülümsesin diye seçiyorum.

Sektörün En Yeni Dram Türü: Temsili Gurur
Bir zamanlar “oyuncuların egosu” diye bir mit vardı. Şimdi o ego, menajerlerin elinde daha modern bir hal aldı: Hassasiyet yönetimi. Kimse alınmıyor ama herkes “yanlış anlaşılma ihtimaline karşı” gardını alıyor.
Her şaka, her alternatif cast önerisi içeren eğlenceli kurgu yazım (ya da bu tarz yazan, anlatanlar), bir basın bülteni kadar dikkatle inceleniyor. Sanki hepimiz dev bir “duygusal PR ajansında” çalışıyoruz.
Bir talk show’da biraz fazla eğlensem, bir podcast’te fazla dürüst konuşsam ertesi gün telefon çalıyor:
“Bizim oyuncunun ismi geçirmişsin?”
“Yok canım, sadece o tiplemeden bahsettik.”
“Ha, o zaman ben yine de bir açıklama yazayım da yanlış anlaşılmasın.”
İşte burada kopuyorum. Çünkü yanlış anlaşılmasın diye yapılan açıklamalar, genelde daha çok yanlış anlaşılıyor.

Hollywood Hayaliyle Aramızdaki Gerçek Fark
Biz hâlâ, “Hollywood’da olsa kimse bozulmazdı,” cümlesini kurmayı seviyoruz. Oysa orada da herkes bozuluyor, sadece daha pasif agresif bir profesyonellikle yapıyorlar. Orada menajer “We’ll pass, thanks,” der. Buradaki versiyonu ise, “Biz öyle şeylere girmiyoruz.”
İkisi de aynı anlama geliyor, sadece biri telefon konuşması rahatlığıyla, diğeri Instagram story’sine uygun tonla söyleniyor.
Fakat itiraf edeyim; Hollywood’daki mizah bizdeki kadar riskli değil. Burada şaka yaptığında sadece konuk değil, onun menajeri, PR’ı, markası, bazen kuzeni bile devreye girebiliyor. Bir anda kendini mini bir kriz masasının ortasında buluyorsun. Kriz de komik değil üstelik, çünkü herkes ciddi.
Cast Denemeleri, Ego Testleri
Bana göre oyunculuk sadece yetenek değil, bir frekans işi. İki insanın enerjisi çarpışıyorsa orada bir hikâye doğar. Hatta hikâyenin canlanması coşuyor. Ama bazen o enerjiyi ölçmeye çalıştığında menajer araya girip voltajı düşürüyor: “Bizimki onunla olmaz, markaları farklı.”
Yani oyuncular artık sadece karakter değil, algı setiyle cast ediliyor. Bu noktada mizahın işi zorlaşıyor, çünkü her şey temsil sorumluluğu altında eziliyor. Bende, “Acaba partner seçimini noter huzurunda mı yapsalar?” gibi bir fikir oluşuyor.

Sektörel İroni: Oyuncu Değil, İmaj Yönetimi Oynuyor
Eskiden “yönetmen-yapımcı” derdiydi yazan çizenler, şimdi “imaj yönetimi” diye bir tür çıktı. Menajer, oyuncunun kariyerini değil, duygusal dengesini korumakla da yükümlü artık. Bir yandan PR, bir yandan psikoloji, biraz da kriz iletişimi…
Sonuç: Herkes çok iyi niyetli ama kimse eğlenmiyor.
Şimdi herkes, “Yanlış mı söyledim? Birine dokundum mu?” diye kendini tartıyor. Ve o kadar tartıyoruz ki, sonunda herkesin içi çekilmiş bir mizah kalıyor elimizde.
Final Sahnesi: Kırılmadan da Anlaşabiliriz
Menajerler belki farkında değil ama biz onların işini yazılarla, anlattıklarımızla, sahnedeki şakalarla…romantikleştiriyoruz. Onlar “sözleşme takipçisi” değil, “duygusal tercüman.” Ama bazen bu çeviri fazla ciddiye alınıyor. Halbuki bazı şakalar sadece şakadır, bazı kurgular sadece oyundur.
Eğer hepimiz biraz gevşesek belki o eski keyif geri gelir. Belki de bir talk show’da biri birisiyle gerçekten flört eder, kimse “imaj zedelenmesi” diye düşünmez.
Çünkü hayatta da, sette de, sahnede de bir şey kesin: Düşündüğün kadar önemli değil! Bozulacak bir şey yok aslında.
*Yasemin Şefik’in yazısı Episode’un 62. sayısında yayımlanmıştır.