Adaletin mi Yoksa Vicdanımızın mı Terazisi? – ‘Othello’ Bursa DT
XI. Klasikler Haftası Ankara Buluşması 16-22 Ocak’ta Ankara’nın çeşitli tiyatro salonlarında tiyatroseverlerle buluştu. Bu klasiklerden biri de Shakespeare’in Othello oyunu. Bu oyun Romen yönetmen Vlad Trifaş tarafından Bursa Devlet Tiyatrosu yapımı olarak sahnelenmekte… Ve işte Ankara Küçük Tiyatro sahnesinde karşımızda 🙂 Geçen yıl mart ayında, yine kendisinin yönettiği Molière’in Tartuffe oyununu seyretmiş ve çok beğenmiştim. Yine daha önce seyretmeye doyamadığım Tennessee Williams’ın kaleminden çıkan Sırça Kümes’in oyuncusu Öykü Esendemir’i bir başka oyunda seyredebilecek olmanın mutluluğuyla salondaki yerimi aldım.
Salona girer girmez, sahnede üç farklı salıncak üzerine oturmuş üç kadın görüyoruz. Sahneden sessiz sakin gözlemliyorlar gelenleri, birer tanrıça edasıyla… Kıyafetleri beyaz, açık renk gibi görünüyor uzaktan, makyajları ise oldukça belirgin… Üç salıncak dışında bir de sahnenin önünde duran boş bir salıncak var. Sahnede çok fazla-belki de bana biraz fazla gelen- kovalar ve onları yukarı çıkarıp aşağı indiren bir mekanizma var. Bu kovaların oyundaki işlevi ise, adaletin terazisine yapılan bir gönderme. Her ne kadar adaletin terazisi diye düşünülse de bunlar birer vicdan terazisi görevi de görüyor diyebiliriz.
Üç ayrı sandalyede oturan üç kadın, sahnede durdukları yer olarak, birer gözlemci olmaları ve oyunda temsil ettikleri “kişiler” itibariyle bana Antik Yunan’daki koroyu hatırlattı. Oyunun başında üçünün sessiz olduğunu görürüz, ancak bu sessiz bekleyişleri fırtına öncesi sessizlik gibi… Oyunda ortaya çıkacak olan felaketler, zaman zaman oyun kişilerinin bilinçaltında fısıldaşmaları, onları şaşırtarak vicdan terazisini şaşırtmaları, daha sonra Desdemona’nın yanında olmaları onlara bir koro görevi yüklüyor. Yönetmenin yaratıcı sahnelemesi de bu ilk sahneden itibaren kendini başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Shakespeare’in metninin çağdaş bir sahnelemeyle bir arada başarılı bir şekilde yer aldığını görüyoruz. Oyunun ilerleyen sahnelerinde Venedikli senatörlerin toplanmasını ve bu üç kadının farklı ses tonlarını kullanarak savaşa ve senatörlerin halka olan tutumlarına dair ironik bir söylemde bulunduklarını görüyoruz: sanki bir haber bülteni sunarmışçasına seslendirme yapıyorlar adeta. Çocuğu açlıktan ölen bir kadın ya da kocası bacağını kaybetmiş ama bu durumdan ötürü-elbette ki ironik bir şekilde- senatörlere teşekkür eden, şükran duyan bir kadın gösteriliyor… Halk mutluymuş gibi bir tablo çiziliyor! Örneğin, “markette ekmek yok, ama bu sayede fit kalıyorum” ya da “çocuğum vefat etti, bir boğaz eksildi” diyerek gülmeleri ve benzeri yorumlar hem seyirciyi güldürüyor, hem savaşın hem yoksulluğun trajikliğini gözler önüne seriyor. Zamanın bir anlamı yok, olaylar hep tekrar ediyor. Tanıdık olaylar, bilindik durumlar…
Sahneye ilk olarak Iago giriyor, kendi karakterine hiç uygun olmayan-metni önceden okumuş olan kişinin farkedeceği üzere- erdemli bir insan olma üzerine konuşuyor. Oyunda metninden farklı olarak burada Iago sahneye tek çıkıyor, seyirciye ahlaklı, erdemli olmak ve kölelikle ilgili birtakım konuşmalar yaparak ihtiraslarını açığa çıkarıyor bir nebze… Iago, Othello’dan bir intikam alma hevesi içinde. Bol entrikalı bir oyun metni olduğunu biliyoruz, bakalım bu durum sahnelemeye nasıl yansımış?
Öncelikle şunu söylemek istiyorum, sahneleme olsun, metin dışında yeni eklenen kişiler olsun-salıncaktaki üç kadın gibi- önce yönetmenin daha sonra oyuncuların ve elbette bütün ekibin titiz çalışması ve emeği. Bu kadar zor bir metne oyun kişileri dâhil ederek, büyük uyarlamalar yaparak, metne farklı eklemeler yaparak yönetmen Shakespeare’i hem güncelleştirerek hem de orijinaline sadık kalarak sahneye koymuş. Oyun metnine sadık kalmış, sahnelemede bütün özgünlüğünü ortaya koymuş. Yine- özellikle Shakespeare’in metninde yer almayan bu oyuncular- sanki sonradan eklenmiş değil de, en başından beri oyun metninin birer kişisiymiş gibi başarılı oynadılar. Yönetmenin oyuna eklediği bu kişiler, yan olay örgüleri, su kovalarından oluşan bir dekor gibi önemli detaylar oyuna hiçbir şekilde zarar vermemiş, aksine asıl konuyu zenginleştirmiş, beslemiş.
Oyunda Iago rolünü Salih Cem Şener üstlenmiş, burada Iago karakterinin hırsı sadece sözlerle değil, oyuncunun beden dilinde de kendini göstermiş. Iago’nun Othello’yu Desdemona konusunda yanılttığı her hamle; Desdemona’ya aşık olan Roderigo’nun parasını aldığı ve onun aracı olduğu ancak fark etmediği Othello’nun yaveri Cassio’nun sonunu getiren her durum su kovalarının hareket etmesine sebep olmuş ve adaletin terazisinin de şaştığını göstermiştir oyun boyunca. Aslında o kovalar belki de bizim birer vicdanımızı temsil etmekte değil midir? Birinin hayatına dair bir karar aldığımızda, bu ölüm kadar uç bir şey olmasa da, hayatını etkileyecek, bilerek veya bilmeyerek onun için iyi sonuçlara yol açmayacak bir olayı bazen vicdanımıza sormadan gerçekleştirebiliyor ve karşımızdakine zarar verebiliyoruz. Belki de kovalar sadece adaleti değil, vicdanın da birer sesi. Yani Iago’nun vicdanının terazisinin ne kadar bozuk olduğunu bizlere gösteren bir dekor… Cassio’yu yok ederek Othello’ya ulaşıp onu da yok etmek istemesi; karısı Emilia ile Othello’nun bir arada olduğunu düşünüp-sadece düşündüğü- kanıtlamamasına rağmen Othello’dan intikam almak istemesi. Bu elbette sadece aldatma değil, aynı zamanda Iago’nun ırkçı tutumundan da ileri gelmekte. Sürekli olarak Othello’nun kimliğine gönderme yaparak “O Mağripli” yi sevmediğini dile getiriyor. Aynı zamanda, Othello’nun çok sevdiği yaverini ve karısını ölüme sürüklemesi Othello’dan alınacak bir başka intikam. Bunların hepsi Iago’nun etrafındaki herkesi tuzağa düşürüp Othello’yu yok etme planıydı. Nihayetinde Kıbrıs bir kan ülkesine dönüştü… Kıbrıs’ın kan ülkesine dönüşmesini en güzel soytarı anlatıyor bize. Shakespeare’in oyunlarında sıklıkla rastladığımız soytarı rolü Nergiz Acar tarafından oynanmakta. Kostümü oldukça ilginç, başarılı, oyunculuğu da bir o kadar etkileyiciydi. Shakespeare’in oyunlarındaki epik ögeyi sağlayan en önemli kişi olarak bilinen soytarı, burada yine savaşın yıkıcılığının altını çizmiş ve bize oyunun epik yönünü gösterebilmiştir. Zaferin üstüne ya da belki de ölülerin üstüne yapılan şenlik ne kadar da trajiktir aslında!
Desdemona’nın ölüme adım adım ölüme yaklaştığı o sahnede Rabia Tutal’ın göz yaşartan performansını unutmak mümkün değil, yazarken bile hala tüylerim diken diken oluyor. Kadın cinayetlerinin giderek arttığı ülkemizde ve dünyada, Desdemona’nın bütün kadınları temsilen oynamasını istemiş gibi yönetmen ve bunu Rabia Hanım çok güzel oynamış… Yatağa serilen temiz çarşaf, Desdemona’nın kırmızı elbisesi ve ona ölümü hatırlatan diğer şeyler yine de onun kaderinden kaçmasına izin vermiyor, adeta o kaderin içine kafese kapatılmış gibi hissettiriyor. Sonuç olarak da Othello’nun onu boğazlayan ellerinden kurtulamıyor. Ölmeden önce, annesinin kendisi için söylediği ninniye, Ötekiler rolüyle gördüğümüz, benim hem Tanrıçalara hem de Antik Yunan korosuna benzettiğim salıncaktaki üç kadın (Emine Irmak Bavkır, Öykü Esendemir Örük, Ceren Kayış) da eşlik ediyor. “Melek yavrum…” Kim çocuğunu başka birinin ellerinde ölü görmek ister ki… Desdemona, bir yandan annesini bir yandan çocukluğunu düşünürken çaresizce ölüme sürükleniyor. İnsanın tüylerini diken diken eden bir sahneydi. Aynı şekilde Othello’nun da Desdemona’yı öldürdükten sonraki çaresiz çırpınışları, daha sonra yaveri Cassio’yu Iago’nun dolduruşlarına gelerek öldürtmesine dair pişmanlıkları, Iago’nun dilini koparma sahnesi ve daha birçoğu, oldukça trajik ama çok etkileyiciydi ve gerçekten bütün bu oyunun sahnelenmesi büyük bir ekip işinin nasıl başarıya ulaştığını bizlere gösteriyor. Böylesine zor bir metnin yorumlanması, üç saat kadar oynanmasına rağmen seyirciden büyük ilgi alması, çalışmanın değerini, zahmetini ve titizliğini açıkça ortaya koyuyor. Emekleri için her birine sonsuz teşekkürler! 🙂 Bu başarılı oyunu mutlaka seyredin!
Fragman: