Konağın göz kamaştıran parıltısının ardında, hikâyenin asıl kalbinin attığı yer olan mutfağa iniyoruz. Beni Sev‘de ailenin tüm sırlarına tanıklık eden, kendi hayallerini, korkularını ve mücadelelerini yaşayan Haroula, Styliani ve Makis’e hayat veren Alina Kotsovoulou, Adrianna Andreovitch ve Giorgos Triantafillidis, karakterlerinin derinlikli analizlerini ve o karmaşık dünyaya dair samimi gözlemlerini Episode’a anlattı.
Beni Sev oyuncuları ve yönetmeniyle yaptığımız özel röportajlara buradan ulaşabilirsiniz.

Adrianna Andreovitch-Styliani (Canan): Canan karakteri beni çok etkiledi çünkü o fakir bir kadın ve onun kökenini, mücadelesini çok iyi anlıyorum. Zenginlerin, iyilerin ve kötülerin arasında hayatta kalmaya çalışıyor. Hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da o kadar çok “Canan” var ki… Kendimi karaktere çok yakın hissediyorum çünkü ben de Yunanistan’ın kuzeyinden, Türkiye sınırına çok yakın bir bölgeden geliyorum. Bu yüzden onun yaşadığı koşullar bana çok tanıdık geliyor. Ayrıca kocasını (Bünyamin) çok seven, ona göz kulak olan, onu yönlendirmeye çalışan bir kadın olması da karakterin en sevdiğim yanlarından.

Alina Kotsovoulou: Harula, konağın kökleriyle en derin bağı olan karakter. Orfeas’ın sütannesi olduğu için aileyle çok özel ve yakın bir ilişkisi var. Senaryoya göre, mutfak ekibi içinde sözünü sakınmayan, gerektiğinde karşı çıkan tek kişi o. Aile mantıksız ve yanlış kararlar alırken, o evin içindeki dengeyi korumaya çalışıyor. Gençlerin sürekli yükselmek, para ve makam kazanmak istediği bu dünyada Harula’nın tek isteği, ailenin iyi olması, geleneklerin ve dengelerin bozulmaması. Ben de orijinal dizinin birkaç bölümünü izledim ve büyülendim. Ama karakterimi taklit etmek yerine sıfırdan yaratabilmek için izlemeyi bıraktım. Etkilenmek istemedim.

Giorgos Triantafillidis: Beni bu rolde en çok cezbeden şey, zenginler ve fakirler arasındaki o klasik ama her zaman geçerli olan dinamik. Zengin insanlar için çalışanların dünyası, adeta bir arketip. Orwell’in Hayvan Çiftliği romanında dediği gibi, “Bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir.” Bu evde de böyle bir durum var. Zenginler tarafından ezilen hizmetliler, kendi aralarında da bir hiyerarşi kuruyor ve birbirlerini eziyorlar. Patronu memnun etmek için ne yaparsan yap, asla tam olarak başaramazsın. Bünyamin karakterini kurnaz veya fırsatçı olarak görmüyorum. O daha çok saf bir karakter ama yaptığı her şeyin bilincinde. “Ben sana yardım etmek istiyorum, senin yanında olmak istiyorum” diyen bir yapısı var. Benimle çok ortak noktası olmasa da onu çok iyi anlayabiliyorum.
KUTU: İstanbul’dan Atina’ya Uzanan Köklü Bağlar
Sohbetin sonunda, oyuncuların Türkiye ile olan şaşırtıcı ve bir o kadar da sıcak kişisel bağları ortaya çıkıyor. Röportajımızın ana konusu olan diziyi bir kenara bırakıp İstanbul, Haydarpaşa, eski mahalleler ve ortak aile dostları üzerinden tatlı bir sohbet başlatıyoruz. Hepsi, Doğu ile, Anadolu ile olan bağlarının Batı ile olandan çok daha güçlü ve derin olduğunu vurguluyorlar. Bu samimi anlar, iki yakanın hikayelerinin neden bu kadar iç içe geçtiğini ve birbirine bu kadar dokunduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Giorgos Triantafillidis: Babam İstanbul’da doğup büyüdü ve şu an Şişli’deki Ortodoks Mezarlığı’nda yatıyor. Ailemiz Haydarpaşa’dan. İstanbul’u çok iyi bilirim ve çok severim.
Adrianna Andreovitch: Benim babamın kökleri de Edirne’ye dayanıyor. Çok iyi bilirim oraları. Cem Yiğit Üzümoğlu çok sevdiğimiz bir arkadaşımız, çok iyi bir aktör. Buraya gelip tiyatro oyununa devam edememesi çok büyük talihsizlik.
