Röportaj: Başarılı Yönetmenler Durul Taylan & Yağmur Taylan
Türkiye’de tür yönetmeni denince aklıma ilk onların ismi geliyor. Türkiye sinema ve dizi tarihimizde çok önemli ilk işleri yaptılar. Korku, polisiye gibi uzak durulan, “izlenmez” denilen türlerde çok izlenen, ezberleri bozan işlere imza attılar. Evet, Taylan Biraderler’den bahsediyorum. Disney+’ın sadece ülkemizde değil, tüm dünyada aynı anda yayınladığı ilk işi, OGM yapımı Ben Gri için Durul ve Yağmur Taylan’la bir araya geldik. Disney+’ta an itibarıyla ilk iki bölümünü izleyebileceğiniz ve her hafta bir bölümü yayınlanacak Ben Gri, yaptıkları işleri seven bir seyirci olarak benim açımdan o çok özlediğim Taylan Biraderler’e kavuşma işi oldu. Durul ve Yağmur Taylan’la birkaç saat süren çok keyifli buluşmamızda Ben Gri’yi, Ben Gri’ye dair beklentilerini, bundan sonra yapacaklarını ve elbette günümüz dizi sektörünün durumunu konuştuk.
Disney+’ın tüm dünyada aynı gün ilk iki bölümü yayınlanan Ben Gri dizisinden başlayalım. Dizinin hem yönetmenlerisiniz hem de yapımcıları arasındasınız. En başa dönelim, nasıl başladı Ben Gri süreci?
Yağmur Taylan: Ben Gri, bizim ortaya çıkardığımız bir proje değil. Banu Kiremitçi’nin yazmış olduğu bir hikâye üzerinden okuduk ve sonrasında çok ilgilendik. Yani hikâye bizim ilgimizi çok çekti ve bu projeyi yapmak istedik. Aşağı yukarı 4-5 ay senaryo çalışması yaptık farklı senaristlerle, pek çok senaristle çalıştık. Genel olarak hem hikâyeyi hem de hikâye aracılığıyla anlatılan temaları ve hikâyenin altındaki o dokuları çok sevdik ve çok güncel bulduk. Dünyanın şu anki durumuyla ilgili epey şey anlatan bir hikâye olduğunu düşünüyoruz.
İlk bölümde Fuat karakterini, sert bir tartışma programında mağdur yakınlarının adaleti kendi başına aramaması gerektiğini, bunun adalete aykırı olduğunu çok sert ve kuralcı bir biçimde savunurken görüyoruz. Ve aynı bölümde Fuat da benzer bir çıkmazın içine giriyor. Dolayısıyla suç nedir, suçlu ve insanın suça mesafesi nasıl tanımlanır, hukuk neye yarar, hukuk, adalet mümkün mü gibi soruların peşinden gidiyoruz.
Durul Taylan: Hukukla adalet çok farklı şeyler ve bu bizim çok ilgimizi çekiyor. Bir yerde hukukun olması bir şey ifade etmiyor aslında önemli olan adalet sağlanıyor mu? Çünkü hukuk aslında bir araç. Amaç adalet yani aslolan adalet. Bu adalet meselesi de çok ezeli bir mesele. Ve ideolojilerle, devlet kuramlarıyla, dinlerle çok iç içe geçmiş bir şey. Ben Gri, bu konularda bir şeyler söyleyen bir hikâye.
Bizim rahmetli babamız avukattı, Fuat gibi bir avukat karakteri o yüzden de ilgimizi çekti. Çünkü avukatlık zaten zor bir meslekken şu anda ülkemizde daha da zorlaştı diyebiliriz. Türkiye gibi bir ülkede bir avukatın karanlık tarafa geçmesi, kendi adaletini araması çok daha kolay. Fuat da karanlık tarafa yakınlaşan bir adam, bu nedenle de çok ilgimizi çekti. Bizim böyle sınırda karakterler çok ilgimizi çekiyor.
Yağmur Taylan: Hayal kırıklığı yaşamayacaksınız.
Evet, ilk iki bölümü izledim ve devamı için de beklentim yüksek.
Yağmur Taylan: Bir hikâyenin nasıl bir hikâye olduğunu anlatabilmek, o hikâyenin özüne mümkün olduğu kadar yaklaşmakla mümkün olabiliyor. Ben Gri’de biz ona biraz yaklaştık galiba. Yani ne anlattığımızın, nasıl bir hikâye anlattığımızın farkındaydık işi yaparken ve o bağlamda davrandık. Reji dili açısından bir yönetmeni hem zorlayan hem de çok keyif veren bir dizi.
Durul Taylan: Teknoloji meselesi de çok ilgimizi çekiyor. Teknoloji geliştikçe ve günlük hayatımızın dokusuna yerleştikçe bazı şeyleri saklamak çok daha zor oluyor. Teknoloji iyi insanların eline geçerse başka sonuçlar doğurur ama aynı teknoloji bir psikopatın elinde çok daha farklı şeylere yol açabilir. Biraz bu konulara da değiniyoruz dizide. Polisiye açısından da ilginç sonuçlar doğuruyor teknolojik gelişmeler bence, polisiyenin de yapısını, kimyasını değiştirebilir.
Elbette toplumsal yaşamın, ekonomik sistemlerin, bilimin, teknolojinin değişmesiyle polisiye de değişim yaşadı. Artık sadece katilin kim olduğuyla ilgili hikâyeler anlatmıyoruz. 2000’ler itibarıyla bilimsel gelişmelerle kolaylaşan takip sistemi, güvenlik-özgürlük tartışmaları da polisiyenin gündeminde.
Yağmur Taylan: Evet, bizim için de aslında tam olarak mesele bu. Hikâyenin görünen kısmından çok altındaki imalar, metaforlar bize çok cazip geldi. Altı dolu ve günümüzde çok geçerli bir hikâye. Adalet gibi çok eski bir kavramı tartışırken teknoloji gibi nispeten daha yeni bir alandaki meseleleri de gündeme alıyor. Çok fazla yere girip çıkıyoruz bölümler ilerledikçe.
Durul Taylan: Düşünsenize deepfake var artık, bunun olduğu bir dünyada eski polisiye yöntemler ne kadar işe yarayacak? Hatta bununla ilgili de bir BBC dizisi vardı.
İngiliz polisinin MOBESE kameralarındaki görüntülerle nasıl oynadığını anlatan diziden bahsediyorsunuz sanırım: The Capture.
Durul Taylan: Evet, The Capture. Oradaki mesele gibi, görüntüye bile, görüntünün gerçekliğine bile inanamıyorsunuz. Diğer taraftan da Twitter’da bir görüntü geliyor, kıyamet kopuyor o görüntüyle ilgili, sonra anlıyoruz ki o görüntü 20 yıl önce çekilmiş. Bütün manipülasyonlara da çok açık. Ve gerçek ne, neyi gerçek olarak kabul edeceğiz meselesi çok önemli. Hele bu algoritmalar daha zekileştikçe ve daha interaktif hale geldikçe çok başka yerlere gidecek dünya.
Yağmur Taylan: Bu deepfake olayı korkunç gerçekten. Hep devletler, istihbarat örgütleri bizi takip ediyor denirdi. Şu anda belki de en büyük tehlike, devletlerin bizi takip etmesi değil, inanın bana, en büyük tehlike, hiç tanımadığımız insanların bizi takip etmesi. Korkunç bir şey bu. Birisi sana takmış ve hiçbir şekilde anlayamıyorsun kim olduğunu ama o, senin her şeyini görüyor. Evinde bile kurtulamıyorsun ondan, evinde bile seni takip ediyor. İnsanların da büyük kısmının psikopat olduğu gerçeğini kabul edersek dünyada bu teknolojinin bu hızla ilerlemesi durumunda 5-10 sene içinde bizim size anlattığımız durumlara birebir maruz kalacağız. Hiç bilmediğimiz biri bize takacak ve ondan kurtardığımız bir hayatımız olmayacak.
Ayrıca Türkiye’de de böyle değil mi? Neredeyse tüm siyaset, kasetler, gizli kameralarla, cep telefonlarıyla çekilmiş özel görüntüler ve bunlar üzerine kurulan iftiralarla ilerliyor. Üstelik bu çok uzun zamandır böyle.
Durul Taylan: Fethullahçılar mesela. Türkiye’de 2000’lerde tüm istihbarat sistemleri ellerindeydi, on binlerce insanı izlediler, gözlediler ve bunları siyasi amaçları doğrultusunda kullandılar. Davalarının haklı olup olmamasını tartışmıyorum zaten, yöntemleri çok iğrençti. Genel olarak baktığınızda da bu teknoloji, şu andaki tüm totaliter yönetimlerin işine geliyor, bunu kabul edelim. Atomun içindeki enerjinin parçalanması olağanüstü bir buluş ancak o buluştan atom bombası yapıp insanların üstüne atarak onları katlederseniz iş başka yere gidiyor. Faydaları da saymakla bitmez, mesela metoo hareketi ile gelişen ifşa geleneği sosyal medyanın gelişmesi sayesinde de ilerledi. Teknolojinin hayatlarımızda iki ayrı ucu temsil eden, iki ayrı yüzü var. Ben Gri’de anlattığımız hikâye de öyle.
Yağmur Taylan: İşte bu her şeyin iki yüzü olması, karakterler için de düşündüğümüz bir tema. Hikâyenin genelinde her kompartımanda bu temayı işlemeye çalıştık. Karakterler, özellikle başkarakterimiz iki tarafı, iki yüzü olan birisi. Seyirciler, Ben Gri’yi izlediğinde sadece başkarakter değil tüm karakterlerin iki yüzü ile karşılaşacak.
Evet, sadece ilk iki bölümde bile bu yaklaşım çok net hissediliyor tüm karakterlerde.
Durul Taylan: Evet, o anlamda Ben Gri’nin hayatımızda yaptığımız en “dark” iş olacağını ve bu dizinin bu “dark”lıkta yapılması gerektiğini en başta söyledik. Disney+ da tamam dedi. Özellikle 3. ve 4. bölümden sonra ana karakter, yerli dizilerde pek de görmediğimiz acayip noktalara gidecek.
Yağmur Taylan: Mesela dizinin 7. bölümünün neredeyse tamamı siyah beyaz. Bu ülkede 25 yıldır yönetmenlik yapan bir insanım, emindim bunu kabul etmeyeceklerine ama kabul ettiler, çok şaşırdım.
Disney+’ta sürecin nasıl ilerlediğini ayrıca soracağım, bu kısmı detaylarıyla konuşmanızı da istiyorum ama biraz işin yönetmenliğini konuşmaya devam etmek istiyorum. Kamera açıları, kullandığınız renkler, atmosfer yaratımı, mekân kullanımları çok iyi gerçekten. Buradaki kararlarınızı anlatmanızı istiyorum biraz.
Yağmur Taylan: Bu soru için teşekkür ederiz çünkü bizim açımızdan görsel olarak bir stil üzerine en çok gidebildiğimiz, gittiğimiz iş oldu Ben Gri. Ve neyi fark ettik biliyor musun üzücü bir şekilde? Bunu yapamamamızın sebebi de üzerimizdeki insanların müdahaleleriymiş meğer. Çünkü Andropoz’dan sonra ilk defa aslında kreatif anlamda özgür olduğumuz için stilin nasıl olması gerektiğiyle ilgili oturup uzun süren çalışmalar yaptık. Yapım tasarımcımız, görüntü yönetmenimiz ve tabii onların ekipleriyle çok detaylı çalıştık, çok iyi bir hazırlık dönemi geçirdik. Bu işin stilinin, sesinin nasıl olması gerektiğini gerçekten çok uzun ve sıkı bir şekilde çalıştık. Çok iyi insanlarla çalıştık. Mesela bu işte ilk kez bir ses tasarımcısıyla çalıştık ve gerçekten işinde çok iyi. Bazı soundları sıfırdan ürettik. Dizinin sound kısmıyla da çok uğraşıldı ve teknik olarak da çok yüksek kalitede bir ürün çıktığını düşünüyoruz açıkçası.
Durul Taylan: Uluslararası Disney’den gelen tepkiler de çok iyiydi, çok beğenildi.
Yağmur Taylan: Türkiye’de şu ana kadar yapılmış en iyi teknik kaliteye sahip işlerden bir tanesi diyebilirim Ben Gri için. Belki de en iyisi olabilir. Bu arada diziyi izleyecek olanlara da kulaklıkla izlemelerini tavsiye ediyorum. Ses, bu dizide çok baskın kullandığımız bir aktör.
Müzikler de çok başarılı. Ama ikinci bölümde müzik kullanımı biraz fazla mı öne çıkıyor? Tekinsiz bir bölüm, herkese şüpheyle yaklaşıyoruz ve sanki müzik bize ne zaman kimden şüpheleneceğimizi, ne zaman gerileceğimizi fazla fısıldıyor.
Yağmur Taylan: İkinci bölümdeki kullanımla ilgili haklı olabilirsin, bunu başka bir arkadaş daha söylemişti galiba. Aslında biz müzikle diğer sesleri bir bütün olarak düşündük bu dizide. O yüzden bir müzik editörümüz de var ve müzik, soundun bir parçası olarak hep olsun istedik hikâyede. Yani biraz bizim de tercihimiz buydu ama belki 2. bölümde fazla kaçmış olabilir.
Durul Taylan: Çok az kullandığımız bölümler de var. Bir de çok iyi müzikler yapıldı Ben Gri için. Bir müziği de sevince daha fazla kullanırsın ya, onu da yaşamış olabiliriz. Sonuçta biz sinemada müzik kullanımına da takmış insanlarız ve gerçekten bir filmi batırabilir ama muhakkak müzik bizim için çok önemli.
Oyuncuları da mutlaka konuşmak gerekiyor; Timuçin Esen, Ebru Özkan Saban çok iyiler, tüm cast çok doğru seçilmiş.
Yağmur Taylan: Hepsi çok iyiler gerçekten. Bir başka özelliği daha var Ben Gri’nin: Biz hayatımızda ilk kez bu işte hiç tanımadığımız teknik ekip ve oyuncularla çalıştık. Görüntü yönetmeni, ses tasarımı, yapım tasarımı… Hepsiyle ilk kez çalıştık ve sonuçtan çok memnunuz.
Durul Taylan: Evet, Ben Gri’deki hiçbir oyuncu daha önce çalıştığımız oyuncu değil. İlk buluşmamız ve işimiz oldu hepsiyle. Başrolde ve yardımcı rollerdeki tüm oyuncular. Bizim için de bir tazelik oldu, güzel oldu. Sette oyuncularla ilişkilerimiz çok çok iyiydi.
Yağmur Taylan: Bu nedenlerle de her açıdan Ben Gri’yi yönetmenlik maceramızda önemli bir nokta olarak görüyorum.
Yaptığınız tüm işleri yakından takip eden bir izleyici olarak söylemek istiyorum, Ben Gri’yi izleyince çok özlediğim Taylan Biraderler’in geri döndüğünü hissettim ve sevindim.
Yağmur Taylan: O kadar mutlu oldum ki bunu duyduğuma. Çünkü biz bundan sonra gerçekten çok sevdiğimiz suç draması, bilimkurgu gibi türlerde işler yapacağız.
Buna daha da çok sevindim…
Yağmur Taylan: Evet, şu anda bu türdeki projeler üzerine çalışıyoruz. Bizim açımızdan Ben Gri aslında yeni bir dönemin ilk işi. O yüzden biraz önemli bir iş olacak, hissiyatım o yönde. Çok fazla zihinsel ve psikolojik yatırım yaptık bu işe, çok emek verdik, çok çalıştık, çok beğeniyoruz da açıkçası. Yani işi seviyoruz, umarım seyirciler de sever.
Durul Taylan: Postpandemi işimiz Ben Gri. Andropoz’u pandemide çektik. O dönem herkeste konsantrasyon sorunu vardı, çok zor bir dönemdi.
Yağmur Taylan: Andropoz, bir dönemin son işi gibi geliyor bana.
Durul Taylan: Evet, doğru. Üst üste komedi yaptık, tabii ki komediyi de çok seviyoruz ama ihmal ettiğimiz ve çok sevdiğimiz diğer türlere eğilmek istiyoruz.
Yağmur Taylan: Ama biz suç dramasını, bilimkurguyu komediden daha çok severiz. Biz hayatta felsefesi şu olan yönetmenleriz: Tarantino’nun lafı, “En önemli kriter ben neyi seviyorum, ben neyi izliyorum?” Niye daha az izlediğin şeyleri sürekli yapmaya çalışıyorsun? Ama Ben Gri öyle değil, en sevdiğimiz türlerden biri.
Bir de polisiye, suç draması, korku, bilimkurgu çok yükselişteyken, çok iyi ve özgün örnekleri yapılırken bizim ülkemizde de bu türlerde daha çok ve özgün eserlerin üretilmesi gerekiyor bence. Sizin zaten hâkim olduğunuz bir tür, polisiye.
Yağmur Taylan: Haklısın. Hakikaten Ben Gri’yi çekerken deplasmanda değil de kendi evimde oynuyormuşum gibi hissettim. Çünkü türü biliyorum, örneklerini biliyorum. Hâkim olduğum bir alan ve çok sevdik, çok seviyorum. Yani polisiye, korku, bilimkurgu türlerinde bir tane iş çıkınca çıktığı gün izliyorum neredeyse.
Gerçi yıllardır dünyada bu türlerin yükselişi hızlanırken buradaki yöneticilere, yapımcılara, karar vericilere bu türlerde neden işler üretilmediğini çok sorduk Episode’da. Aldığımız genel cevap, “seyirci polisiye izlemez, seyirci bilimkurgu izlemez, tutmaz” oldu… Daha derinlikli bir cevap aldığımı hatırlamıyorum.
Yağmur Taylan: Ne kadar korkunç bir yalan. Türkiye’deki bazı yöneticilerin ne kadar vizyon sahibi olduğunu test ettik pek çok kez Durul’la.
Durul Taylan: Bir örnek vereyim: Vatanım Sensin’i zaten bir senedir çalışıyorduk. Çok sevdiğimiz bir projeydi, kanala teklif ettik, kanal da kabul etti. Ondan sonra hızlandırdık çalışmaları. Kanal bize sürekli diyor ki, “Yalnız burada aşk hikâyesine ağırlık verelim, ulusal mücadeleye o kadar girmeyelim çocuklar.” Tamam tamam diyoruz. Biz sizi anladık diyoruz. Ama bir yandan da düşünüyoruz, nasıl olacak ki? Sonuçta başkarakter asker, saf değiştirmiş bir asker. Konumuz bu yani. O zaman niye bu konuyu aldınız da diyemiyoruz. Tam bu krizi yaşarken ne oldu biliyor mu – sun? 15 Temmuz olayı oldu. 15 Temmuz’dan sonra ortalık birden müthiş politize oldu ve bu sefer bize tam tersini söylemeye başladılar. “Çocuklar aşk az olacak, kurtuluş mücadelesine odaklanalım…” Türkiye’de yönetme sanatı böyle icra ediliyor yani gelişine. Ardında hiçbir düşünce olmadan, tamamen günlük yani sabah kalkıyorlar o gün ne yaşanıyorsa ona göre karar veriyorlar. Ve inandığın, istediğin şey için mücadele ederken de genelde çevrendeki insanlar tarafından yalnız bırakılırsın. Gerçekten inatçı, biraz da kavgacı biri olmazsan çok zor bu ülkede istediğin filmi, diziyi yapmak. Mesela Yağmur benden daha kavgacıdır. Ben tek başıma yönetmenlik yapsaydım belki söylenen şeyleri kabul ederdim.
Benzer bir süreci sesli çekim konusunda da yaşadık. Bize bir televizyon yöneticisi şunu dedi: “Siz bu sesli çekme sevdanız yüzünden mesleğinizi kaybedeceksiniz çünkü bu ülke seyircisi sesli çekim izlemez, dublaj izler.” Düşünebiliyor musunuz, çok güçlü bir TV yöneticisi bunu söyleyen. Çevremizdeki insanlar bile sesli çekmesek mi demeye başladı. Hayır dedik, gerekirse mesleğimizi değiştiririz, bu iş dünyada sesli çekiliyor, dublaj istemiyoruz. Bu, 2002- 2003’te yaşanıyor. Ve o dönemde neler neler yaptık, inat ettik. Yapımcıya rest çektik. Sesli çekmek istemiyordu. Daha maliyetli olacağını sanıyordu. Dünya 1930’da sesli çekime geçmiş, bunu da bilmiyorlar. Cahil insanlara anlatmak zorunda kalıyorduk. Ve sonunda biz haklı çıktık. Şu anda sesli çekim mi dublaj mı diye konuşulmuyor bile. Yabancı Damat’ın çekildiği döneme bakın, dizilerin ne kadarı sesli, ne kadarı dublaj? Bir batılı yönetmenin, yazarın zaten doğalında kazandığı haklar için çok mücadele ettik. Her şeye rağmen, ülkenin durumuna rağmen dizi sektörü iyi bir noktaya ulaştı. Global platformlar geldi, burada bizimle iş yapıyor.
Yağmur Taylan: Dizinin ne demek olduğunu anlamıyorlar gerçekten. Elbette tüm dijital platformlar için yapılan tüm işleri eleştirebiliriz, eleştirebilirsiniz. Ama sonuçta Amerikalılar gelip burada iş yapmaya başladılar. O yüzden de işlerin biraz düzeleceğine inanıyorum. Dijital platformdaki dizilerimizin de kalitesi daha da iyileşecek çünkü biz dizi yapmayı bilen insanlarız. Yıllarca saçma sapan 2 saatlik bölümleri çekmiş, ağır koşullarda, aksayan bir sistem altında çalışmış insanlar doğru düzgün sürelerle, doğru düzgün yönetilen dijital platformlarda neler neler çıkarır.
Kendimize güvenelim. Yeter ki özgür bir atmosfer olsun, yeter ki istediğimiz hikâyeleri anlatabilelim. Farklı hikâyelere, türlere kapalı olmayalım. Önyargılı olmamak lazım. Entelektüeller için de aynı şeyi söylüyorum: Türk dizilerini izleyip saatlerce haksız eleştiriler yapılıyor. İstemiyorlarsa izlemesinler, hiç kimse zorla bir şey izletmiyor. Ama lütfen konuşmasınlar, yani gerek yok ki böyle konuşmaya, niçin konuşuyorlar?
Şu an diziler üzerine konuşmak, tweet atmak en dikkat çekici, en önemli şeylerden biri.
Durul Taylan: Benim anladığım, sosyal medyada sağduyulu konuşunca kimse seni dinlemiyor. Evet, biraz sinirli konuşacaksın ki dikkat çeksin. Ne kadar tık alıyorlar onu bilemiyorum ama amaçlarının tık olduğu çok belli. Bir yapıtla karşılaşıp onu tamamen gömebilirsin ama bunun için yazmak, konuşmaktan çok daha önemli, etkili bir yol. Ben eski sinema yazarıyım, yazmak başka bir eylemdir, özdenetim gerekir, her cümleyi birkaç kez tartman gerekir ama konuşmak öyle değil.
Yurtdışındaki podcastleri dinliyorum, videoları izliyorum. Hiçbir yeri kesilmeden, atılmadan yayınlamak diye bir ilke var. Çünkü yanlış bilgi verdiysen ya da bir şey üzerine birkaç saniye düşünüp öyle cümle kurduysan tüm bunların kesilmeden orada durması gerekir. Bu bir kültürdür ama ülkemizde bu da yok. Eskiden biz bir şey çektiğimiz zaman acaba Fatih Özgüven ne yazmış ya da ne yazacak diye merak ederdik. Başka yazarlar da var. Rahmetli arkadaşım Murat Özer. Hâlâ yazmaya devam eden eleştirmenler de var. Ama onun dışındaki birçok insan gerçekten youtuber olmak, tık, beğeni almak için konuşuyor dizileri. Bence 10 yıl sonra falan bu videoları silmeye kalkabilirler.
Bir de artık galiba en çok konuşulan/tartışılan şey diziler. Bir film, bir roman, bir tiyatro oyunu bu kadar gündem olmuyor artık, hatta bir dizinin çeyreği kadar bile gündem olmuyor, geniş kitlelerce tartışılmıyor.
Durul Taylan: Şu anda Türkiye’de kuvvetli bir sinemadan herhalde bahsedemeyiz. Dolayısıyla sürekli üretim yapan bir tek diziler kaldı. Evet, kusura bakmasın kimse, bu ülkede sanat alanında bir tek dizi üretiliyor ve bütün dayağı diziciler yiyor. Başta biz olmak üzere. Gündemi de dizi dışında başka bir sanat dalı belirleyemiyor. Yani ne bir film gündem yaratıyor, ne bir roman, ne bir hikâye, ne bir şair, ne bir ressam ne de müzisyen.
Yağmur Taylan: Bir de genel olarak ülke her alanda çok geriye gitti, kopuşlar yaşadı. Tüm bunlar olurken en azından üretim anlamında dizi dünyası çok da kopukluk yaşamadı. Dizi dünyasında olan insanlar iyi paralar kazandı, uluslararası alana açıldı. Bence bu da çok önemli bir faktör. Bir eser üretmeniz için ya da herhangi bir şeyin olmasını sağlamak için ihtiyacınız, motivasyondur. Eğer dünyanın en güzel romanını yazacağım diye bir motivasyonunuz varsa bir şeyler yazarsınız. Büyük ihtimalle pek çok alanda ciddi bir motivasyon eksikliği var. Bu, Türkiye’de insanların genel bir depresyon içinde olmasıyla ilgili. Zihin olarak depresyona girdiğinizde hem yemek yapmaktan, hem bakkala gitmekten, hem yemek yemekten vazgeçersiniz. Bu bir süre sonra artık sizi içine alır ve ondan sonra zaten yaşamaktan da vazgeçmeye başlarsınız. Türkiye’de insanlar bence depresyondalar ve o yüzden bazı şeyleri yapamıyorlar, motivasyon kaynağı da bulamıyorlar. Çünkü kendimden biliyorum, bir işi yapmak için önce hayaller kuracaksın. Vazgeçmemek için, daha iyisini yapmaya çalışmak için hayal kurman lazım. Zihinsel özgürleşme lazım. Tüm bunlar çok zorlaştı Türkiye’de. Ama dizi sektöründekilerin hâlâ motivasyonları var, hayalleri var. Bak, bizim de var. Şu anda Ben Gri gibi bir iş yaptığım için mutluyum mesela.
Peki, uzun zamandır sektörde üretenler olarak nasıl görüyorsunuz durumu? TV’deki son işiniz Vatanım Sensin, ardından dijital platformlar için diziler ve film çektiniz. Azizler, Andropoz ve şimdi Ben Gri.
Durul Taylan: İyileri var, kötüleri var. Bizim bir şeyi beğenmememiz de kötü olduğu anlamına gelmiyor. Ama tabii çok beğendiğimiz şeyler var, hikâyesini beğenmediğimiz ama tekniğini beğendiğimiz işler var ya da tam tersi. Olay aslında şu, pandemi tabii biraz da hızlandırdı, sinemayı biraz diskalifiye etti, sadece Türkiye’de değil bütün dünyada ama ben bir gelişme görüyorum açıkçası. Ülke geriye gidiyor, iyi durumda değil ama dizi dünyası açısından gelişmeler var. Disney+, Netflix yapımlar yapıyor, HBOMax gelecekti. Şimdi Amazon Prime da yerli işler yapacak. BluTV, GAİN, Exxen de önemli. Oralarda da ilginç işler oluyor. Gibi’yi söyleyeyim, bizi çok heyecanlandıran bir iş. Ve belki de sadece Türkiye’de yapılabilecek, çok özgün bir iş aynı zamanda.
Yağmur Taylan: Gibi gerçekten bence gelmiş geçmiş en iyi Türk dizilerinden, çok sevdim. Ondan daha çok sevdiğim bir dizi herhalde Ateşten Günler olmuştur. Bir de Halit Refiğ’in yaptığı Aşk-ı Memnu.
Durul Taylan: Okan Uysaler’in de bazı dizilerini hâlâ unutamam. Çok önemsediğimiz, çok sevdiğimiz bir yönetmen, genç yaşta öldü. Genç kuşakların bu dizileri mutlaka izlemesini öneriyorum.
Yağmur Taylan: Son dönemde tabii ki Bir Başkadır. Ama Gibi’yi ayrı ve özel bir yere koyuyorum. Gibi, Türkiye’yi çok iyi anlatan bir iş, çok iyi yazılan, çok iyi realize edilen bir iş. Durul’la hep konuşuyoruz; sinemada, edebiyatta gerçekten köklü geleneklerimiz var, çok iyi işler yaptık. Çok büyük sinemacılarımız, şairlerimiz, yazarlarımız var tarihte. Yani üzerimizdeki şu ölü toprağını bir atabilsek, bir özgürleşebilsek gerçekten çok daha iyilerini yapabiliriz. Şu önyargıları bıraksak, yıkıcı değil yapıcı bakabilsek, karşımızdakini anlamaya çalışsak… Empati duygumuzu kaybettik, toplum bölündükçe bölündü. Şu an en büyük meselemiz bu.
Durul Taylan: David Lynch’in bir lafı vardır; negatiflik, yaratıcılığın düşmanıdır. Negatiflik hiçbir şeyi üretmez. Ama bu inanılmaz arttı ülkemizde, sosyal medya da insanların daha karanlık taraflarını yükseltti. Sakince bir şey yazsan kimse okumuyor, dikkat çekmiyor. Bu, o kadar önemli bir problem ki anlatamam. Nükleer silahlar kadar önemli bir problem bence. Başkasını anlama ihtiyacı, tolerans, dur ya ben burada yanılıyor olabilir miyim acaba, bir dakika ya ben bunu söylemeden/yazmadan önce biraz daha düşüneyim duygusu… Bunlara acilen dönmemiz gerekiyor.
Ben Gri’de, 7. bölümün siyah beyaz olmasını konuşurken, “Emindim bunu kabul etmeyeceklerine ama tamam dediler,” dediniz. Biraz bu süreçten bahsetmenizi istiyorum. Dijital platform işlerinde de yönetmenler, yazarlar bazı dayatmalara maruz kalabiliyorlar. Siz neler yaşadınız?
Yağmur Taylan: Biz çok rahattık ama söylediğin şeyi anlıyorum, pek çok işte bu kadar rahat bırakılamıyor insanlar. Ama kişisel deneyimimizi soruyorsan, gerçekten Ben Gri’de hiçbir müdahaleye maruz kalmadık.
Durul Taylan: Andropoz da öyleydi. TV dizilerinde her zaman bir reyting meselesi var; bu, yapımcıların ya da kanal yöneticilerinin senin üstünde salladıkları Demokles’in kılıcı haline gelmiş. Burada öyle bir sorun yok. Dijital platformlarda da tabii ki izlenme oranları, saatleri tutuluyor ama bu, bölümler yayınlandıktan sonra oluyor, reytingle aynı anlamı taşımıyor. Çünkü zaten sen bir kanala para veriyorsan yeni çıkmış işleri şu ya da bu şekilde seyrediyorsun, bitiriyorsun ya da bitirmiyorsun, orada da bitirmek önemli.
Hem Andropoz’da hem Ben Gri’de ne yapacağımızı en başından direkt anlattık platformlara. Onlar da tamam dediler, bu iyi bir şey gerçekten.
Yağmur Taylan: Sonuç itibarıyla aslında genel bir tavır olarak dijital platformlar yaratıcıların işlerine karışmıyorlar önermesi doğru değil. Bizim işimize karışmadılar evet, ama genelleyemeyiz bunu. Bir de olayın iki tarafı daha var, sen yapmak istediğin projeyi savunmazsan herkes konuşmaya, müdahale etmeye başlar. Önce senin savunman lazım. Ayrıca karışmaktan ya da müdahale etmekten ne kastediyoruz, ona da bakmak lazım. Netice itibarıyla kolektif bir iş bizim yaptığımız yani herkesin katkısı olabiliyor. Yaratıcı, kreatif, yönetmen, senarist, oyuncu dik durmak zorunda. Ne istediğini her zaman bilmek ve ifade etmek, açık olmak zorundasın.
Durul Taylan: Gerçekten bütün dünyada herkes birbirine karışır. Eğer çok ekstrem bir yönetmen değilsen yani David Fincher değilsen ve Netflix’e bir işi yapıyorsan karışılır sana. Mesele neye, ne kadar müdahale edildiği, bu kısımları önemsiyoruz. Bazen Türkiye’de öyle saçma sapan müdahalelerde bulunuluyor ki işin yaratıcısı olarak da projeyi korumak için sert durman gerekebiliyor.
Bu röportaj, Episode’un 45. sayısında yayımlanmıştır.