Beni Sev dizisinin setindeki yolculuğumuz, hikâyenin en karanlık ve bir o kadar da merak uyandıran iki erkek karakteriyle başladı. İş dünyasının acımasız kuralları, aile bağlarının getirdiği ağır yükler ve kişisel çıkarlar arasında sıkışıp kalmış Theofilos (Samet) ve Orfeas (Cihan)… Yetenekli oyuncular Stathis Stamoulakatos ve Mihail Tampakakis ile karakterlerinin karmaşık ruh hallerini, ahlaki ikilemlerini ve bu rolleri canlandırırken kendi iç dünyalarında çıktıkları zorlu yolculuğu konuştuk.
Beni Sev oyuncuları ve yönetmeniyle yaptığımız özel röportajlara buradan ulaşabilirsiniz.

Canlandırdığınız Theofilos karakteri, 1.5 milyon Euro’luk borcuyla adeta bir dönüm noktasında. Bu karakteri bir zalim olarak mı yoksa şartların kurbanı olmuş çaresiz bir adam olarak mı görmeliyiz?
Stathis Stamoulakatos: Samet yani Theofilos kötü bir adam değil, ancak içinde bulunduğu koşullar onu zor kararlar almaya itiyor. Onu bir insan olarak değil, bir iş adamı olarak anlamaya çalışıyorum. Çünkü bir insan olarak asla yapmayacağım şeyleri, o işini ve ailesini kurtarmak adına yapıyor. Seyircinin ona kızmasını değil, onu anlamasını tercih ederim. İçinde bulunduğu durum o kadar zor ki boğuluyor. Ailesi ve işi arasında bir denge kurmaya çalışırken aslında paramparça oluyor. Ben bu rolü oynarken o ince çizgide kalmaya çalışıyorum; ne tamamen kötü ne de tamamen iyi. Sadece hayatta kalmaya çalışan, yaralı bir adam.
Dizinin orijinal versiyonunu izlediniz mi? Bu durum rolünüze hazırlanırken sizi etkiledi mi?
Stathis Stamoulakatos: Birkaç bölüm izledim ama daha fazlasını izlemek istemedim, çünkü karakterden etkilenmek istemedim. Kendi yorumumu, kendi Samet’imi yaratmak istedim.
Hikaye, “aile” kavramını çok farklı açılardan sorguluyor. Klasik bir Yunan ailesiyle kıyaslandığında, bu hikayedeki aile yapısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Stathis Stamoulakatos: Bu kesinlikle sıradan bir aile değil. Ekonomik olarak çok üst düzeydeler. Sorunları “Kirayı nasıl ödeyeceğiz?” değil, milyonlarca Euro’luk borçlar. Ama temelde, özünde, bu da bir Yunan ailesi. İlişkiler, çatışmalar, sırlar… Her ailede olduğu gibi. Sadece her şey çok daha büyük bir ölçekte yaşanıyor. Bence bu hikayeyi bu kadar çekici kılan da bu.

Orfeas karakteri, ailesinden ve geçmişinden kaçmaya çalışan bir genç adam. Bu karakterle nasıl bir bağ kurdunuz? Ortak noktalarınız var mı?
Mihail Tampakakis: Sanırım en büyük ortak noktamız, kendi hayatını kurma ve aileden bağımsızlaşma arzusu. Ben de genç yaşta kendi yolumu çizmek, kendi kimliğimi bulmak için evden ayrıldım. Cihan da tam olarak bunu yapmaya çalışıyor. Berlin’de kurduğu hayatı bırakıp ailesinin yanına dönmek zorunda kalması, onun için en büyük çatışma. Ancak bu zorunluluk, onu aşkla, Foteini ile tanıştırıyor. Bu aşk, onun hayattaki tek tutunacak dalı oluyor.
Cihan’ın içsel dünyasındaki en büyük mücadele nedir?
Mihail Tampakakis: Cihan’ın hikâyesi aslında bir özgürlük arayışı. Ailesinin baskısından, geçmişin yükünden ve ona dayatılan hayattan kaçmak istiyor. Ama ne kadar kaçarsa kaçsın, sonunda yine kendini aynı sorunların içinde buluyor. Bu rolü canlandırırken, özellikle şiddet içeren sahnelerde çok zorlandım. Çünkü benim karakterimle hiç uyuşmayan bir durumdu. Ama o anlarda, rolün gerektirdiği o karanlık tarafa bürünmek ve o duyguyu hissetmek zorundaydım. Bu, bir oyuncu olarak benim için de bir keşif süreci oldu. İçimizdeki o karanlık ve aydınlık taraflarla yüzleşmek bu işin en iyi yanlarından biri.
Inter Medya başarısıyla yurtdışında birçok ülkeye satılan, birçok ülkede bilinen bir hikâyede yer almak nasıl bir duygu?
Mihail Tampakakis: Bu inanılmaz bir heyecan. Tıpkı bir Harry Potter hayranının yeni bir filmi beklemesi gibi, ben de bu projenin bir parçası olmaktan büyük gurur duyuyorum. Elbette çok başarılı bir işi devralmanın getirdiği bir sorumluluk var. Ama bu, aynı zamanda büyük bir motivasyon. Hikâyenin kültürel farklılıklara rağmen evrensel bir dili var. Çünkü anlatılanlar temelde insan hikayeleri. Bu yüzden seyircinin bu karakterlerle kolayca bağ kuracağına inanıyorum.