Röportaj: İnter Medya’nın Kurucusu Can Okan

 Röportaj: İnter Medya’nın Kurucusu Can Okan

Sektörde 26 yılını süren İnter Medya’nın kurucusu Can Okan, Türkiye’nin en büyük ihracat kalemlerinden dizi satışı alanının öncülerinden. Türk dizilerinin sadece prodüksiyon kalitesi açısından değil anlatılan hikâyeler bakımından da küresel ölçekte çok başarılı olduğunu vurgulayan Okan’ın geleceğe yönelik tespiti önemli: “Yeni dönemde dijital platformlar için çekilen ve çekilecek işler, bizlere mutlaka yeni kapılar açacaktır.”

Yerli diziler, sadece ülkemizde değil Latin Amerika, Ortadoğu ve Balkan ülkelerinde de izleniyor, malum. Peki, neden ve nasıl? Bize çok uzak görünen bu coğrafyalardaki izleyicilerin gün birincisi yaptığı yerli dizilerin yurtdışı satışları nasıl organize ediliyor, Ortadoğu pazarında yasaklamalar sonrası ticari ilişkiler nasıl düzenlenecek? Önümüzdeki yıllarda Türk dizilerinin satışında bir düşüş
bekleniyor mu, sinema filmleri ya da format satışları gündeme gelebilir mi? Dijital platformlar için üretilen diziler, Avrupa ve ABD’nin kapılarını açacak kuvvette mi? Sektörde 26. yılını süren Inter Medya’nın kurucusu ve CEO’su Can Okan’la tüm bunları ayrıntılarıyla konuştuk…

Fotoğraf: Murat Tepe

Inter Medya’nın kuruluşundan, faaliyet alanlarından başlayalım… Bu sene 26. yılınız…

Evet, geçen yıl 25. yılımızı kutladık. Inter Medya 1992’de kurulduğunda asli işi, o dönemde Türkiye’de yeni kurulmakta olan özel televizyon kanallarına yurtdışından içerik tedarik etmekti. 1992-2000 yılları arasında tamamen Türk kanallarına içerik tedarik ederek iş hayatına başladı şirket. 2000’den itibaren Türkiye’deki ekonomik olumsuzluklardan dolayı yayılmak, farklı ülkelerde de şansımızı denemek istedik. Orta ve Doğu Avrupa’yla başlayıp daha sonra Birleşik Devletler topluluğu ülkelerini de içine katan coğrafyada da yine yurtdışından tedarik ettiğimiz içerikleri satmaya başladık. Böylelikle yaklaşık 30-35 ülkelik bir portföy oluştu elimizde. 2007-2008’de Ortadoğu’da Türk dizilerine ilgiyle birlikte, madem yurtdışına satış yapıyoruz, niçin Türk içeriği de satmayalım, diye düşündük. Aile şirketimizden dolayı birçok Türk yapımcıyla teşrikimesaimiz olmuştur, onlarla görüşüp onların temsilciliğini alıp öncelikle o dönemde çalışmakta olduğumuz Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden başlayarak şu anda bütün dünyaya servis veren bir şirket haline geldik.

Amcanız Tuncan Okan’ın kurduğu aile şirketiniz Fono Film’in size katkısı ne oldu?

Rahmetli Tuncan Amcam, babamla ve diğer amcamla 1967 senesinde kurmuş Fono Film’i. Fono Film, kurulduğu dönemde film ithalatı yapmanın yanı sıra Türkçe seslendirme stüdyosu da kurmuş. O dönemin teknik koşullarında Türkiye’nin en iyi seslendirme stüdyosu olmuş. Akabinde stüdyo işinde biraz daha çıtayı yükseltip kopya baskısı, kopya çoğaltma, Türk filmlerine yönelik olarak negatif yıkama, montaj, Türk filmlerinin seslendirmesi derken seneler içindeki gelişmelerle tüm post-prodüksiyon faaliyetlerinin bir çatı altında toplandığı bir şirket olarak devam etti, hâlâ ediyor. Abim Cemal Okan, o işin başında. Babam ve amcam vefat ettiler, ben işin dağıtım kısmındayım. Abim hem Fono Film’de post-prodüksiyon hem de ortağı olduğu Taff Pictures’ta prodüksiyon işleriyle ilgileniyor, onların dağıtımını da biz yapıyoruz.

Can Okan

Siz bu sürecin içinde büyüdünüz…

Evet, babam bizim çalışmamızı isterdi yaz tatillerinde boş gezmeyelim diye. Tatilde arkadaşlar denize giderken biz stüdyoya çalışmaya giderdik. Gerçekten abartmayacağım, şortla film kutusu taşıdığım günleri biliyorum, 12-13 yaşından itibaren bütün yaz tatillerinde en az 1-1,5 ay orada çalıştığım oldu. Sonra yine yaz tatillerinde film seslendirmelerinde abim projeksiyon makinesine 16mm görüntü filmini, ben de ses kayıt cihazına 16mm ses bandını takardım. Seslendirme yönetmeninin önünde iki ışık vardır, biri görüntü hazır, diğeri ses bandı hazır ışığı. Ayağımızın altında pedal vardır, hangimiz daha hızlı takarız da ışığı daha çabuk yakarız diye abimle yarışırdık. En temelden, gerçekten çıraklıktan yetişip sinema işletmeciliği dahil sektörün birçok alanında ikimiz de çalıştık.

Inter Medya’ya dönelim tekrar, Latin Amerika satışları nasıl başladı?

Biz öncelikle Orta ve Doğu Avrupa’dan başlayıp diğer bölgelere doğru yayıldık. Latin Amerika’ya ilk satış yapan şirketlerden biriyiz. Latin Amerika’ya inandık, zor bir pazar olacağını biliyorduk. 5-6 yıl boyunca o pazara yönelik fuarlara gittik, kendimizi, Türk içeriğini tanıtmaya çalıştık, en sonunda da başardık. Şu anda Latin Amerika bölgesinde ve Kuzey Amerika’da İspanyolca konuşulan kanallar dahil adım atmadığımız ülke kalmadı.

Latin Amerika’da ne gibi zorluklar vardı?

Çocukluğunuzda belki Brezilya dizilerine yetişmişsinizdir; telenovela diye tabir ettikleri dizi prodüksiyonu inanılmaz derecede yoğun. Orada üreticiler, yapımcılardan ziyade TV kanallarının kendileri. Dolayısıyla onlara ciddi rakip olabileceğimizi biliyorlardı, prodüksiyon kalitemiz onların bir hayli üzerinde, çünkü telenovelalar daha ziyade stüdyolarda çekiliyor, dekorlar kuruluyor, ağırlıklı olarak yakın plan çekimlerden oluşuyor… Üstelik sadece prodüksiyon kalitesi değil, bence bütün dünyada, her coğrafyada çalışabilecek hikâyelerimiz var. Bu hikâyelerden dolayı da başarılı olduk. Sadece Latin Amerika ya da yakın coğrafyamızda değil, dünyada da satış yaptığımız tüm ülkelerde hikâyelerimizle iş yaptığımıza inanıyorum.

Can Okan

Kataloğunuzda 20 Dakika, Behzat Ç., Çukur gibi polisiye janrında değerlendirebildiğimiz örnekler de var. Mesela Behzat Ç. satıldı mı başka bir ülkeye? Ya da polisiye-aksiyon türündeki dizilerin satışları nasıl gidiyor?

Behzat Ç.‘yi çok yeni, İran’a sattık. Hatta alımı yapan müşterimizi de bu işin içinde içki vardır, sert bir iştir, sıkıntı olabilir size diye uyardık. Özellikle o içeriği almayı arzu ettiler. Netflix’e global haklarını sattık. Netflix’in yayın yaptığı 130 ülkenin birçoğunda Behzat Ç. yayında. 20 Dakika, yine yurtdışı satışları çok başarılı olmuş bir işimiz. 75-80 ülkede yayına çıktı, onu da yine Netflix’e verdik. Çukur‘un 15-20 gün sonra Cannes’daki MIPTV fuarında lansmanını yapacağız. İlk tanıtımını geçen ay Dubai’de yaptık, çok ilgi gördü fakat maalesef şu anda bildiğiniz gibi Ortadoğu’da satışlarda sıkıntı yaşanmakta. MIPTV’den sonra zannediyorum Çukur‘da da başarılı satışlara imza atacağız.

Şahsiyet‘in ilk yayınlanan bölümlerini izledim, Netflix‘teki birçok polisiye yapımdan daha iyi olduğunu düşünüyorum…

Çok doğru. Bunlar bize yeni birtakım ufuklar, ülkeler açacak diye düşünüyoruz. Şahsiyet örneğini çok güzel verdiniz, Kuzey Avrupa’da çok rahat satılabilecek bir iş olarak görüyorum onu. Bu tür işler bize Batı Avrupa’nın kapısını aralayacaktır diye öngörüyorum.

Can Okan

Hedef de oralar olmalı değil mi?

Evet. Kara Para Aşk dizisi 130’dan fazla ülkede yayına çıkmış bir işimiz. 164 bölüm olarak satıyoruz onu, bir Batı Avrupa kanalına, elimizde bir dizi var, 130 ülkeye sattık dediğimizde, kaç bölüm diye soruyorlar, 164 bölüm dediğimizde adamların gözü yerinden fırlıyor. Bu nedenle dijital VOD platformları için çekilen, 60-65 dakika uzunluğundaki bölüm adedi nispeten düşük dizilerle Batı Avrupa’ya girebiliriz diye ümit ediyorum.

Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki son sıkıntı sizi ne kadar etkiledi, süreç şu anda nasıl ilerliyor?

Dubai’deki fuarın bitimine bir gün kala, imzada olan bir sözleşmemiz vardı, sözleşmeyi beklerken telefonla haberi geldi, sözleşmenin imzalanamayacağı söylendi. Onun için sanırım bizim piyasadan haberi ilk alan ben oldum. Tabii ki bizim için çok önemli bir pazar Ortadoğu, toplam satış gelirimizin yüzde 30-35’i hatta bazı dönemlerde yüzde 40’ına varan kısmını oluşturuyor. Tamamen politik görüyorum bu hadiseyi, katiyen ticari değil. MBC’den bir yetkili, bölgedeki prodüksiyon kalitesi artsın diye böyle bir karar aldık, dedi ama sonradan ortaya çıktı ki Suudi Kraliyet Ailesi’nden gelen baskı neticesinde alınmış bu karar. Bana gelen ilk bilgi de öyleydi. Suudi Kraliyet Mahkemesi’nden bir yazı geldi, yazıyı sizinle paylaşamıyoruz ancak maalesef 1 Mart itibarıyla tüm Türk içeriğini yayından kaldırmak zorundayız, dediler. Bu MBC için de çok büyük bir mali kayıp, milyonlarca dolar ödeyip satın aldıkları, dublajını yaptırdıkları ve üzerinden çok ciddi reklam geliri elde ettikleri içerikleri bir anda kaldırmak zorunda kaldılar. Düşünün, İçerde gibi önemli bir dizi 6. bölümdeyken yayından kalktı mesela. Bu bir süreç, mutlaka birtakım çareler doğuracağız. Üzerinde çalıştığımız projeler var bu konuyla ilgili.

Can Okan

Ortadoğu pazarı daralır, batı pazarı genişlerse içeriğimiz daha fazla çeşitlenir mi acaba?

Kesinlikle çeşitlenecektir. Fi, Şahsiyet, Dip gibi işler, bence Batı’ya yönelmemize, girdiğimiz Batı Avrupa ülkelerinde daha sonra başka dizilerimizin de yayınlanmasına vesile olacaktır. Mesela çok yakın zamanda İspanya’da bir Türk dizisi yayına çıktı. Kanalın izlenme oranı ortalaması 2.2 iken, Fatmagül’ün Suçu Ne dizisinin yayınlandığı saatlerde 4.6’ya kadar çıkıyor. Bu, yavaş yavaş sirayet edecektir. Zamanında Binbir Gece önce Yunanistan’a, ardından Bulgaristan’a satıldı, hemen yanındaki ülkelere, oradan da tüm Orta ve Doğu Avrupa’ya yayıldı. Bulaşıcı diyorum ben Türk dizileri için. Girdiğimiz yerden hemen yayılmaya, etrafındaki ülkeleri almaya başlıyoruz. Afganistan’a giriyorsunuz, Pakistan geliyor. Pakistan iş yapınca Hindistanlılar ilgilenmeye başlıyor, oradan Endonezya’ya sıçrıyor, Malezya’ya geçiyor. Henüz İspanya’daki örnek haricinde Batı Avrupa’da başarılı olmuş bir işimiz yok ama çok yakında mutlaka orada da yayılmaya başlayacağız.

Peki, projeler hazırlanırken olası yurtdışı satışları için siz de dahil oluyor musunuz?

Birçok yapımcıyla dizinin ön hazırlık aşamasındayken oyuncular vs. hakkındaki görüşlerimizi bildiriyoruz. Hatta bir örnek vereyim; dizilerimizden birinin, Ortadoğu’da 3. sezon satışları yavaşlamaya başlamıştı. Yapımcısına o bölgede çok sevilen, çok maliyetli olmayacağını düşündüğüm bir oyuncuyu önerdim, yeni bir görsel hazırlarız, o şekilde 3. ve sonraki sezon satışlarına destek oluruz dedim. 3,5 sezon süren dizide o oyuncuya yeni bir karakter yaratıldı, girdi, bir anda Ortadoğu’daki satışları toparlandı.

Siz de ülkeye ya da bölgeye göre sürekli yöntem geliştiriyorsunuz, daha iyi satış yapabilmek için…

Elbette. Bugün satmakta olduğumuz birçok günlük dizi de var, Türkiye’de günlük olarak yayınlanan. Beni Affet, Aşkın Bedeli… Bu diziler, yurtdışında tanınan oyuncuları içermiyor, onları da satıyoruz ama nasıl? Özellikle gündüz kuşağında yayınlanmak üzere satıyoruz, sözleşmeye de prime-time’da yayınlayamazsınız şartı koyuyoruz çünkü bunlar tamamen evde olan kadın izleyiciye yönelik çekilmiş işler. Enteresandır, Beni Affet, Fas’ta 1 yıl içinde yüzde 64,5 share ile en çok izlenen program oldu. Prime-time’da yayınlanmadığı halde son iki yıldır yine yüzde 64-65 share ile en çok izlenen programlar arasında yer alıyor. Şu ana kadar 1300’ün üzerinde bölüm yayınlanan dizinin, Fas 7. sezon sözleşmesini, Bulgaristan 6. sezonu imzaladı, daha başka birçok ülke var böyle 3.,4.,5. sezon sözleşmeleri imzalanıyor ve ara vermeksizin yayına devam ediyorlar.

Oyuncular da dizinin satışlarını doğrudan etkiliyor bu durumda? Hangi oyuncular daha etkili peki?

Bölgeden bölgeye değişiklik gösterebiliyor ancak hepimizin bildiği uluslararası pazarda fenomen olmuş oyuncularımızın yer aldığı diziler elbette satışları kolaylaştırıyor veya daha yüksek fiyatlarla satılmasına vesile olabiliyorlar ancak şunu hiç unutmamak gerekir: İstediğiniz oyuncuyu koyun, hikâye iyi olmadığı müddetçe dizilerin gerek Türkiye’de gerekse yurtdışında çalışmadığına hepimiz şahit olduk. Yani temelde dizilerin satılmasını sağlayan şey, hikâyesi.

Yurtdışında Türk dizisi yayınlandığı sırada karşısındaki rakip iş ne oluyor?

Genellikle Türk dizisi olur. Mesela Slovenya’dan Kara Sevda‘nın karşılaştırmalı reytinglerini istedim, Anne dizisiyle aynı zaman diliminde yayınlıyorlarmış.

Kara Sevda‘nın Emmy Ödülü alması satışları olumlu anlamda etkiledi mi?

Etkiledi. Hiç satış yapmadığımız ülkelerden talepler almaya başladık. Yukarıda örneğini verdiğim Slovenya uzun zamandır Türk içeriği yayınlamıyordu. Özellikle bizim satış yaptığımız, ülkenin bir numaralı kanalı yayınlamıyordu, onlar aldılar ve Kara Sevda‘nın performansından son derece memnunlar. Bunun gibi daha birçok örnek verebiliriz.

Dünyada bu konuda en güçlü rakibimiz kim?

Tabii ki ABD. Şöyle bir istatistik var: 100’den fazla ülkede yapılan bir araştırmaya göre yabancı içerik gösteren TV kanallarının yüzde 30’u Türk içeriği gösteriyormuş. ABD yüzde 25 civarında, ondan sonra diğer ülkeler geliyor. Böyle bir istatistik geçenlerde elime geçti, hatta ticaret odası da yazılı olarak geçti bütün ihracatçı şirketlere. Böyle enteresan bir konum aldı Türk içerik ihracatı. Bunu tabii sadece diziler olarak düşünmüyoruz artık, sinema filmleri de çok ciddi şekilde satılmaya başladı.

Dizilerdeki bu yükseliş sinemaya katkıda bulunuyor yani…

Kesinlikle. Önceleri Avrupa’da Türk nüfusunun nispeten çok olduğu bölgelerde, o kişilere hitaben vizyona çıkıyordu filmler. Şimdi Azerbaycan başladı, tamam, onlar da Türkçeyi rahat anlayabiliyor, akabinde Kazakistan başladı, Kazakça dublajla vizyona giriyor, yakın zamanda Latin Amerika’da da orada bir firmayla ortak olarak Türk filmlerinin eşzamanlı veya birkaç hafta arayla İspanyolca dublajlı olarak sinemalara dağıtımına başlayacağız. Bunun sinema piyasasına her türlü katkısı olacağına inanıyorum. Sinemada çıkan, başarılı olan bir işin TV satış değeri her zaman artar. Dolayısıyla oradan bir katma değer sağlayacaktır yapımcılara. Normalde 10’a sattığınız bir işi, sinemada çıktıysanız 20-25’e satabilirsiniz, birim olarak. Bunu Latin Amerika genelinde, 8-9 ülkede yaptığınız zaman çok ciddi bir artı ciro sağlayacaktır. Biz de böyle bir işe girdik, Engin Akyürek’in başrolünde oynadığı Çocuklar Sana Emanet filmiyle çok yakın zamanda Latin Amerika bölgesinde sinema dağıtımına başlıyoruz.

Türkiye’de sinema, ağırlıklı olarak komedi-romantik komedi üzerinden gidiyor, Türk tipi komedi filmlerinin Latin Amerika’da izleneceğini düşünüyor musunuz? Bunlar bir açıdan da fazla yerel bir dili barındırıyor çünkü.

Evet, komedi filmlerinde espriler yerel kalabilir, biz de o endişeyle biraz geri durduk. Yoksa bizden Kocan Kadar Konuş 1-2’yi istediler. Murat Yıldırım, o bölgede tanınan bir oyuncu olduğu için onu istediler. Fakat öncelikle bir gerilim/dram filmiyle girmeyi tercih ettik. Onun için Engin Akyürek’in filmiyle başlamak istedik. Şimdi focus gruplar oluşturuluyor sinemada çıkacağımız belli ülkelerde. Bizim komedi, romantik komedileri de o focus gruplara izlettirip onlardan gelecek tepkilere göre ileride ne yapacağımıza karar vereceğiz.

Hangi ülkede hangi hikâyelerin, hangi oyuncuların ilgi göreceğini algılamak için o ülkenin kültürel, sosyolojik yapısını bilmek gerekiyor. Firma olarak nasıl besleniyorsunuz, bölgeye dair ön çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz?

Inter Medya’da, özellikle Latin Amerika’ya ilk girdiğimiz dönemde bir İspanyol, bir Perulu iki kişi satışta görevliydi. İspanyol olan eşim. Perulu olan arkadaşımız da işi devraldı zaten, yine annesi İspanyol olan başka bir arkadaşımızla birlikte yürütüyorlar. Perulu satış temsilcisinin bölgeyi öğrenmemizde çok büyük katkısı olmuştu giriş döneminde. Halkın, oradaki izleyicinin neler istediğini bize aktardı çünkü. Birleşik Devletler Topluluğu ülkelerine satış yapan arkadaşımız da Özbek. Orada doğup büyümüş, o kültürü çok iyi bilen, eğitimli ve disiplinli bir arkadaşımız. O da o bölgenin ne isteyeceğini çok iyi biliyor. Diğer önemli bir faktör de insanlar kendi lisanında iş konuşabilmeyi tercih ediyor, onun için biz de satış ekibimizi bölgenin önemine göre ve mutlaka anadili o ülkede ya da o bölgede konuşulan dilden olan insanlardan oluşturmayı tercih ediyoruz.

Genel olarak dizinin pazarlama çalışmaları için neler yapıyorsunuz? Fuarlar ne kadar etkili?

Fuara göre strateji değişebiliyor. Biz büyük dış giydirmeleri seviyoruz. Bazı fuarlarda yeni dizilerimiz veya formatlarımız için özel gösterim yapıyoruz. Mesela Kara Para Aşk, pırlanta temalı bir işti, lansmanını yaptığımız fuarda toplantı masalarının ortasına sahte pırlantalar koymuştuk. Müşterinin aklında kalabilecek küçük temalar. Yani o dizi hakkında algı yaratma ve akılda kalmasını sağlamak için çalışıyoruz. Çukur dizisinin daha gerilla bir tanıtım metodu gerektireceğini düşündüğümüz için MIPTV’de Çukur‘un iki ok üç noktadan oluşan sembolü, fuar alanının girişinden itibaren bütün yol boyunca döşenen halının üzerine 8 metrede bir yer alacak, her üç sembolde bir sefer de The Pit yani Çukur‘un İngilizce adı yazacak. Bir de sembolün kaşesini yaptırdık dövme gibi, isteyene yapacağız. Düşünsenize, dünyanın onlarca ülkesinden gelen yüzlerce insan fuar alanında Çukur‘un sembol dövmesiyle gezecek, toplantılarına girecekler.

Peki, satışı zor olur dediğiniz ama sizi çok şaşırtan, çok iyi satış yakaladığınız diziler oldu mu?

Harem dizisi vardı, Muhteşem Yüzyıl‘ın çıktığı dönemde biraz onu tiye alan bir iş gibi lanse edilmişti başlangıçta. Gerçek olmayan bir ülkenin kralı ve onun hikâyesi, güldürü şeklinde anlatılıyordu. Onu dahi sattık. Ortadoğu’da Farsça haklarını sattık ama bunu Farsçaya tercüme ettireceksiniz, sonra içindeki bütün esprileri Farsçaya adapte edeceksiniz, aksi takdirde bunun çalışması mümkün değil şartını koyduk satarken. Müthiş başarılı oldu. Müşteri çok memnun kaldı işin performansından.

Türkiye’de TV yayınının 50. yılındayız, nereden nereye geldi sizce?

Türkiye’nin çok çok ilerlediğini söyleyebiliriz bu konuda. Geçenlerde, Şili’de işlerimizin çoğunu alan Mega TV’nin müdürlerinden Juan Ignacio Vicente buradaydı. Beraber Çukur‘un çekimlerine gittik. Yönetmenlikten geliyor, daha sonra masanın arkasına geçmiş. Hayran kaldı ve dizileri, sinema filmi gibi çekiyorsunuz dedi. Hem o sürat, hem o süreler, 6 günde çekilen, 170 dakikaya varan bölümler, iki sinema filmi gibi. Makul bir sinema filmi 95-105 dakika arasıdır; gerçekten bazı bölümler iki sinema filmi uzunluğunda ve müthiş bir dinamiği var. Bir de başka açıdan bakalım. Yurtdışında yüzde 80 ülkede bir işin başı sonu bellidir, bizde öyle bir şey yok. Bizde dizi başlar, gidişatına göre yan karakterler sokulur, o karakterler iş yapıyorsa hikâye ona yönlendirilir, 15 dakikalık reytinglere göre bakarlar, sevilmeyen bir karakterde reyting düşüyorsa o karakterin rolünü azaltırlar veya onu öldürürler. Çok interaktif ve zekice yapılıyor bence dizilerimiz. Teknoloji ve yaratıcılık açısından Türkiye son derece hızlı ilerledi ve çok başarılı oluyor.

Yurtdışına dizi satışı artık düşüşe geçecek, fuarlar pek parlak değil görüşleri de var… Siz ne dersiniz, yıllardır bu işi yapan biri olarak?

Önümüzdeki 5-6 yıl içinde bu işin bu şekilde devam edeceği kanaatindeyim. Farklı yönlerden de büyüyeceğini düşünüyorum, sinema dağıtımı büyüyen alanlardan olacak bence. Türkiye’de çok ciddi bir format işi başladı. Çok başarılı olan format üreticileri var. İşin o yönü de bence çok başarılı olacak. Bugün Acun Medya’nın yaptığı program Romanya’da, Meksika’da rekorlar kırdı, Yunanistan’da, Brezilya’da çok izlendi. Şimdi ABD’de yapıyorlar, Kolombiya’da yakın zamanda yapacaklarmış. Bunları düşündüğümüzde işi sadece dizi ihracatı olarak değil, genel içerik ihracatı olarak görmemiz gerekir. Dizide biraz gerileme olursa format satışları ve prodüksiyonu, film satışları onu destekleyecektir. Yeni dönemde dijital platformlar için çekilen ve çekilecek işler, bizlere mutlaka yeni kapılar açacaktır. Daha büyük ülkelere hatta hiç hayal diye görmemek lazım ABD’de İngilizce yayına çıkabilecek kalitede işler yapılmaya başlandı artık. ABD’de, Kuzey Avrupa menşeli işler nasıl satılıp izlenebiliyorsa bizim işlerimiz de en azından onlar kadar iyi ve çok iyi değerlendirilebilir diye düşünüyorum.

Yerli ekranda dizi dışındaki formatlarda epey uzaklaşıldı genel olarak.

Bu bir dönem. Yarın TV8’de olduğu gibi başka bir kanal iddialı bir iş yakalayıp prime-time’da iyi reytingler alabilir. Hatırlarsanız, 90’ların başında ilk özel TV’ler başladığında Avrupa filmleri satıyorduk, sonra vurdulu kırdılı filmleri satmaya başladık, ardından ABD filmleri geldi… İnsanlar bir türe doymaya başladıkça daha iyi ürün girdi, hep daha iyiye doğru gitti. Bir dönem, neredeyse tüm kanallarda prime-time’da farklı bir yarışma programı vardı. Sonra dramalar başladı, 65-70 dakika uzunluğundaydı. Reyting yapmaya başladıkça bütün prime-time’ı alalım diye süreler uzamaya başladı, gün gelecek diziler kısalacak. Dizi, arkasından bir format gelecek. Veya iki dizi peş peşe yayınlayacak bazı kanallar. Bir sürü şey olabilir hayatımızda, çok dinamik, çok enerjik bir meslek olduğu için. Belki bu, biraz da bizim dizilerimizdeki ataletin de ortadan kalkmasına vesile olabilir…

Bu röportaj, Episode’un 9. sayısında yayımlanmıştır.

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

Related post