‘Daisy Jones & The Six’ İncelemesi: Efsanevi Fleetwood Mac’in İlham Verdiği Bir 70’ler Pop Draması

 ‘Daisy Jones & The Six’ İncelemesi: Efsanevi Fleetwood Mac’in İlham Verdiği Bir 70’ler Pop Draması

Doğrusu Amazon Prime; The Man in the High Castle, The Underground Railroad, Tales from the Loop, Invincible ya da The Boys gibi serilerinin özgünlüğüyle ve prodüksiyon kalitesiyle fark yaratan bir platform oldu. Her ne kadar The Wheel of Time ve The Lord of the Rings: The Rings of Power gibi yüksek bütçeli epik fantezi uyarlamalarında sınıfta kalsalar da fiyat/performans indeksinde kullanıcılarını sonuna kadar memnun etmeyi başardılar.

Özellikle prodüksiyon standartları ve ezber bozma yönelimi olarak HBO’nun izinden giden platform, The Boys ile yeni sınırlar belirlemeyi de başardı. Her sezonu merak konusu olan seri, oyunun kurallarını da değiştirdi. The Boys, süper kahraman mitlerine yaptığı yapısöküm ve zamanın ruhunu yakalayan sarkastik tavrı ile Amazon Prime adına bir trend de yarattı.

Açıkçası The Boys ile birlikte vites yükselten Amazon Prime, 2023’ü de kaliteli içeriklerle karşıladı. Kataloğa eklenen bu içeriklerin başında da Daisy Jones & The Six geliyor.

Daisy Jones & The Six

Sex, Drugs ve Rock ‘n’ Roll Klişelerinden Doğan Bir Hit  

Amazon Prime’ın yeni mini serisi Daisy Jones & The Six, “Almost Famous” damarına sahip bir “mockumentary” yani sahte belgesel. Taylor Jenkins Reid’in 2019’da yayımlanan ve çok satan romanından uyarlanan seri, 1970’lerin müzik sahnesini nostaljik bir pop drama sosuna bulayarak anlatıyor.

Aslında 70’lerin ikonik gruplarından biri olan Fleetwood Mac’in hikayesinden esinlenerek yaratılan Daisy Jones & The Six, anlatısını orijinal kılmak için de dönemin önemli müzik firmalarından, mekanlarından, duraklarından ziyadesiyle yararlanıyor. Örneğin; The Whisky A Go Go, The Troubadour, Riot House gibi mekanlar o dönemde hayli ünlü. Led Zeppelin, Rolling Stones ya da The Who gibi gruplar da bu mekanlara sürekli uğruyor.

Bu arada hatırlatmakta yarar var; esasen 1967’de kurulan Fleetwood Mac, ilk olarak blues, folk ve psychedelic rock türlerinin izinden giden bir grup. Ancak ikonik vokal Stevie Nicks’in gruba katılmasıyla birlikte sound biraz daha yumuşuyor ve pop rock türüne kayılıyor. Nicks’in karakteristik kontralto sesiyle birlikte büyük bir patlama yaşayan grup, albüm satışlarıyla ve kazanılan altın, platin plaklarla da müzik endüstrisinin zirvesine oturuyor.  

Daisy Jones & The Six

Tabii Fleetwood Mac sadece müzikal olarak değil, grup içindeki ilişkilerle de adından bahsettiren ve merak uyandıran bir grup. O kadar ki tüm zamanların en iyi albümlerinden biri olarak kabul edilen ve “magnum opus”ları niteliğindeki “Rumours” (Dedikodular) albümünün esin kaynağı da bu ilişkiler. O yüzden serinin hikâye çatısının bu şekilde kurulması oldukça doğru. 

Bu ilişki ağının kullanılmasına ek olarak seride efsanevi “Sound City” stüdyosunu da görüyoruz. Burası birçok klasik albümün kaydedildiği, sound belirleyen ve analog yapısıyla dikkat çeken bir yer ama bir önemi daha var. Mick Fleetwood, Lindsey Buckingham ve Stevie Nicks’i burada keşfediyor.

Hatta Fleetwood Mac’in “The White Album” olarak bilinen albümü de burada kaydediliyor. Yeri gelmişken belirteyim, Dave Grohl’un Sound City ile ilgili 2013’te yaptığı harika bir belgesel de bulunuyor. Orada kayıt yapan müzisyenlerin anılarını ve kayıt tekniklerini dinlemenin çok bilgilendirici olduğunun altını çizeyim.

İşte, Daisy Jones & The Six serisi bu detayları yerli yerinde kullanıyor ve parlak bir retro atmosfer yaratmayı da beceriyor. Fakat serinin içine boca edilen bazı Rock ‘n’ Roll klişelerinin ve melodram dokusunun göze battığı anlar da bulunuyor.

Daisy Jones & The Six

Buna rağmen atmosferin ve oyunculukların bu melodramı taşdığını belirteyim. Özellikle Elvis Presley’nin torunu Riley Keough’nun ve Sam Claflin’in performansları izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor. Ayrıca serinin soundtrack’lerinin de harikulade olduğunu söylemeliyim. Çıkan bazı haberlere göre de oyuncu ekibinin canlı konserler verebileceği ve ufak bir turne yapabileceği konuşuluyor. Eğer böyle bir şey gerçekleşirse gerçekten çok hoş olur. 

Sonuç olarak Daisy Jones & The Six; sex, drugs, Rock ‘n’ Roll’a dair tipik bir yükseliş ve düşüş hikayesi sunuyor. Özellikle 70’leri seven müzik tutkunlarının keyifle izleyeceği bir seri.

Orçun Onat Demiröz

Lisans öğrenimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Akabinde yüksek lisans için Viyana’ya gitti ve 4 yıl kadar Avusturya’da yaşadı. 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve çeşitli kültür/sanat dergilerinde, eklerde, bloglarda yazarlık yaptı. Aynı zamanda birçok ajansta da metin ve içerik yazarı olarak çalıştı. Hayatına yazar, yorumcu ve DJ olarak devam ediyor.

Related post