Festivalin Rengi: Sinemanın Paletinde Oscar’dan Mardin’e

Editör
Editör
TarafındanEditör
Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...
10 dakikalık okuma

* RU!’nun bu yazısı Episode Dergi’nin 61. sayısında yayımlanmıştır.

Bir festivale girdiğinizde ilk ne hissedersiniz? Film afişlerini mi, kalabalığı mı yoksa renklerin size fısıldadığı duyguyu mu? Aslında her festivalin kendi paleti vardır. Oscar’ın altını ve kırmızısı ihtişamı çağırır; Cannes’ın turuncu-mavisi Akdeniz ışığını; Berlin’in gri-kırmızısı politik bir posteri; Venedik’in lacivert-altını aristokrat bir melankoliyi.

Türkiye’de ise Antalya’nın turuncusu, Adana’nın sarısı, Mardin’in taş bejiyle mavisi… Her biri yalnızca bir festival değil, bir kentin, bir tarihin ve bir kültürün görsel belleği.

Ressam gözüyle bakınca fark ediyorsunuz; festivaller aslında birer tablo gibi. Renkleriyle bize hem ne vaat ettiklerini hem de neyi gizlediklerini söylüyorlar. Peki, bu renkler seçilen filmlerle, ödül alan hikâyelerle ne kadar örtüşüyor? İşte asıl sorulması gereken bu. Sonuçta renkler yalnızca afişlerde, halılarda ya da logolarda kalmıyor. Renkler, festivallerin kimliğini ve hafızasını inşa ediyor. Bazen vaat ettikleriyle seçtikleri filmler uyumlu, bazen ise çelişkili. Ama işte tam da bu gerilim onları unutulmaz kılıyor.

Oscar altın ihtişamıyla pastel bir filme ödül verdiğinde, Cannes turuncu-mavisinin altında kırmızı halıya yenildiğinde, Berlin gri posterleriyle en politik filmleri seçtiğinde ya da Mardin taş rengiyle Mezopotamya’nın hafızasını çağırdığında… Biz yalnızca sinema izlemiyoruz. Renklerle düşünmeyi, hissetmeyi, hatırlamayı öğreniyoruz.

Çünkü sinema yalnızca görüntü değil, bir renkler hafızası. Ve her festival bu hafızaya kendi fırça darbesini bırakıyor.

Keyifli okumalar.

Oscar – Altının Gücü

“Burası zirve, burası rüya fabrikası.”

Oscar sahnesi denince akla ilk gelen nedir? Tabii ki o parlak altın heykelcik ve sonsuzmuş gibi uzanan kırmızı halı. Altın ihtişamı, başarıyı, Amerikan rüyasını fısıldar; kırmızıysa tutkuyu, şöhreti ve rekabeti. Daha başlamadan seyirciye şu mesaj verilir: “Burası zirve, burası rüya fabrikası.”

Ama işin asıl sorusu şu: Oscar gerçekten bu renklerin vaat ettiği ihtişamı mı ödüllendiriyor? Çoğu zaman evet. Titanic’ten The Artist’e büyük prodüksiyonlar, görkemli hikâyeler altın ve kırmızıya yakışır. Ama bazen bu görkemli vitrini delen filmler de çıkar: Moonlight’ın mor-mavi yalnızlığı, Nomadland’in pastel tozlu tonları, Parasite’ın gri-yeşil gerçekliği. Bu filmler, Oscar’ın “ihtişam vitrini” ile çelişir, ama tam da bu çelişki sayesinde Oscar unutulmaz olur.

Bir de törenin sunumu var: Kırmızı halıda moda defilesi gibi akan ihtişam, sahnede bir anda politik dile dönüşüyor. Sunucular, oyuncular, yönetmenler… çoğu zaman göçmenlik, eşitlik, savaş ya da çevre mesajları verir. Peki bu da bir çelişki mi? Evet, ama belki de bilinçli bir çelişki. Çünkü Oscar sahnesi, yalnızca Hollywood’un parlak vitrinini değil, Amerika’nın kendi iç gerilimini de göstermek ister: altınla parlayan bir yüzey, ama altında farklı renklerde çatışmalar.

Seyirci için Oscar bu yüzden ikili bir duygu üretir:
Kırmızı halı
→ hayran olunası, ulaşılamaz ihtişam.
Sahnedeki konuşmalar → dünyayı sarsan politik gündem.

Kısacası Oscar, altın ve kırmızıya boyanmış bir Barok tablo gibidir: parlak, görkemli, teatral. Ama tabloda gölgeler vardır; bazen gri, bazen mor, bazen pastel. Ve belki de Oscar’ı Oscar yapan şey, tam da bu renklerin birbirine uymayan gerilimi.

Cannes – Turuncu Mavi Akdeniz Işığı

“Burası sanatın güneşi altında özgür bir buluşma noktasıdır.”

Cannes Film Festivali’nin görsel dili, Akdeniz’in ışığından doğar. Afişlerde sık sık karşımıza çıkan turuncu – gün batımının sıcaklığı, kırılgan bir ihtişam. Ve mavi – denizin özgürlüğü, gökyüzünün sınırsızlığı. İlk bakışta Cannes bize şunu söyler: “Burası sanatın güneşi altında özgür bir buluşma noktasıdır.”

Peki Cannes gerçekten bu vaatleri tutuyor mu? Bir yandan evet: Seçkilerinde auteur sinemacıları parlatıyor, dünyanın dört bir yanından bağımsız yapımlar Akdeniz’in ışığında yankılanıyor. Mavi özgürlük, turuncu sıcaklık… sinemanın kolektif şöleni. Ama diğer yandan, festivalin kırmızı halısı ve yıldız geçidi bu romantik paleti gölgeler. Akdeniz’in mavi özgürlüğü, paparazzilerin flaşlarıyla bembeyaz kesilir; turuncu gün batımı, dev lüks markaların logolarına yenilir.

Oscar’ın altın ve kırmızısı gibi Cannes’ın turuncu-mavisi de bir vitrin: festivalin sanat ile endüstri arasındaki ikilemini gizlemeye çalışır. Ödül kazanan filmler çoğu zaman gerçekten bu mavi özgürlüğü (politik cesaret, yenilikçi anlatım) taşır ama sunum biçimi –moda şovuna dönüşen kırmızı halı– bu özgürlüğün tam karşıtı bir ihtişam yaratır.

Cannes seyircide şu ikili duyguyu uyandırır:
Turuncu ve mavi afişlerde
→ samimiyet, denizin huzuru, sanatın özgürlüğü.
Festivalin pratik yüzünde → lüks yatlar, şampanya, modanın gölgesi.

Kısacası Cannes, empresyonist bir tabloya benzer: uzaktan baktığınızda ışık ve özgürlük parıldar; ama yaklaştığınızda her fırça darbesinde çelişkiler gizlidir.

Berlin – Gri Politik Poster

“Burada şatafat değil, gerçeklik izlenir.”

Berlin Film Festivali’nin kimliğini iki renk tanımlar: gri ve kırmızı.
Gri: şehrin soğuk havası, disiplinli dokusu, gerçekliğin ağırlığı.
Kırmızı: ayı logosunun sertliği, mücadele, politik ses.

Daha afişinden itibaren Berlin size şunu söyler: “Burada sinema yalnızca eğlence değil, toplumsal bir sorumluluk.”

Peki bu vaat ile seçkiler arasında uyum var mı? Evet, belki de diğer tüm festivallerden daha fazla. Berlin, yıllardır politik ağırlığı yüksek filmleri vitrine çıkarır. Göçmenlik, sınıf eşitsizliği, çevre sorunları, savaş… Gri tonların taşıdığı ciddiyet, seçilen filmlerde kendini bulur. Kırmızıysa ödüllerde yankılanır: bir tür çağrı, bir tür direniş.

Oscar’ın altın parlaklığının altında gri filmler gizlenirken, Cannes’ın turuncu-mavisi kırmızı halının ışıltısına yenilirken, Berlin tam tersine renkleriyle kendini açık eder. Moda şovu değil, şampanya balosu değil. Berlin seyirciye başka bir his verir: “Burada şatafat değil, gerçeklik izlenir.”

Sunum biçiminde de bu ciddiyet korunur. Berlin’de kırmızı halı vardır ama asla Cannes’daki gibi ihtişamlı değildir. Konuklar çoğu zaman sade giyinir, basına verilen mesajlar ise neredeyse törenden bağımsız birer politik manifesto gibidir. Yani Berlin, rengini vitrin olarak değil, tutum olarak taşır.

Seyirci için Berlin şu duyguyu üretir:
Gri
→ gerçeklerle yüzleşme, rahat olmayan bir seyir deneyimi.
Kırmızı → umut, mücadele, değişim çağrısı.

Kısacası Berlin, bir tablo değil, bir poster gibidir: net, sert, mesajı doğrudan verir. Ve belki de tam da bu yüzden, sinema tarihinde en politik hafızayı taşıyan festivaldir.

Venedik – Lacivert Zarafet

“Burası sinemanın aristokrat salonudur, burada ihtişamın da hüznün de izi vardır.”

Venedik Film Festivali’nin kimliğini iki renk taşır: lacivert ve altın.
Lacivert: lagünün derinliği, tarihin ve melankolinin rengi.
Altın: aristokrat bir ışıltı, geçmişin ihtişamı, sanatın yüceliği.

Daha afişinden itibaren Venedik size fısıldar: “Burası sinemanın aristokrat salonudur, burada ihtişamın da hüznün de izi vardır.”

Peki seçkiler bu paletle örtüşüyor mu? Çoğu zaman evet: Venedik son yıllarda özellikle sanatsal derinliği yüksek, şiirsel ama aynı zamanda endüstriyel olarak güçlü filmleri öne çıkarıyor. The Shape of Water gibi masalsı lacivert tonlarıyla hatırlanan filmler, festivalin ruhuna cuk oturuyor. Ama aynı zamanda büyük Oscar yarışçılarının burada ilk gösterilmesi, altın parıltısını da hep diri tutuyor.

Buradaki çelişki Cannes’ın turuncu-mavisinden farklıdır: Cannes özgürlük vaat eder ama kırmızı halıya yenilir; Venedik ise ihtişam vaat eder ama arada sırada seçtiği daha radikal filmlerle bu ihtişamı kırar. Yani aristokrat salonun içinde zaman zaman bir isyan yankılanır.

Sunum biçiminde de bu duygu hissedilir: Kırmızı halı vardır, elbiseler görkemlidir ama Venedik’in ruhu Oscar gibi parlak değil, daha loş, daha nostaljiktir. Bir Tiziano tablosuna bakar gibi: altın çerçeveler içinde lacivert gölgeler…

Seyirci için Venedik şu duyguyu üretir:
Lacivert
→ melankoli, derinlik, tarihle bağ.
Altın → ihtişam, zarafet, sanatın aristokratik yüzü.

Kısacası Venedik, sinemanın en eski festivalidir ama aynı zamanda en şiirsel olanıdır. Renkleriyle seyirciye şunu söyler: “Burada sinema yalnızca izlenmez, bir ritüel gibi yaşanır.”

İstanbul Film Festivali – Sarı ve Mavi

“Burada dünya sinemasıyla kendi hikâyelerimiz aynı ekranda buluşur.”

festivalin rengi

İstanbul Film Festivali’nin görsel kimliğini iki renk tanımlar: sarı ve mavi.
Mavi: Boğaz’ın melankolisi, kentin tarihsel derinliği, doğunun ve batının arasında köprü olma hali.
Sarı: dinamizm, gençlik, hareket, modernliğin enerjisi.

Bu ikili, İstanbul’un kendisini özetler aslında: bir yanda köklü bir geçmişin mavisi, diğer yanda çağdaş bir enerjinin sarısı. Festival de seyirciye şu mesajı verir: “Burada dünya sinemasıyla kendi hikâyelerimiz aynı ekranda buluşur.”

Peki bu palet seçkilerle örtüşüyor mu? Büyük ölçüde evet. İstanbul Film Festivali, hem uluslararası arthouse filmleri hem de Türkiye’den bağımsız yapımları aynı çatı altında toplar. Mavi → evrensel sanat, sarı → yerel dinamizm. Ama bazen bu köprüde dengesizlik olur: seçkiler çok ağır politik filmlere kayınca sarının enerjisi azalır; tam tersi, daha ticari seçimler öne çıkınca da mavinin derinliği kaybolur.

Sunum biçimi Oscar’ın altını ya da Cannes’ın kırmızı halısı kadar ihtişamlı değildir. Daha sade, daha samimi. Ama bu sadelik de İstanbul’un ruhuna uyar: şatafatlı bir defile değil, gerçek bir buluşma hissi. Festival, seyirciye kentin kendi ritmini hissettirir; Boğaz kıyısında bir sabah gibi, melankolik ama canlı.

Seyirci için festival şu duyguyu yaratır:
Mavi
→ evrensel sinema ile bağ kurmak, dünyaya açılmak.
Sarı → yerel enerjiyi hissetmek, yeni hikâyeler keşfetmek.

Kısacası İstanbul Film Festivali, ne Cannes’ın turuncu-mavisinin ışıklı parıltısıdır, ne Berlin’in gri-kırmızısının sertliği. İstanbul, kendi köprü rengini kurar: mavi ve sarının yan yana geldiği, doğu ile batının aynı perdede buluştuğu bir sinema paleti.

Bu içeriği paylaş
TarafındanEditör
Takip et:
Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...

Episode Dergi

E-Bülten'imize Abone Olun!

En yeni içeriklerimizden ilk siz haberdar olun! Bültenimize abone olun!

Son Bölümlerimiz...

Podcast

Kritik Eşik – 58: Yabani

Episode’un editörleri Özlem Özdemir, Yasemin Şefik ve Engin İnan, Kritik Eşik'in yeni bölümünde Yabani dizisini konuşuyor.

LISTEN
58. Bölüm
Süre: 7:13

Kritik Eşik – 57: Kirli Sepeti

Episode’un editörleri Özlem Özdemir, Yasemin Şefik ve Engin İnan, Kritik Eşik'in yeni bölümünde Kirli Sepeti'ni konuşuyor.

LISTEN
57. Bölüm
Süre: 11:21

Kritik Eşik – 56: Dilek Taşı

Episode’un editörleri Özlem Özdemir, Yasemin Şefik ve Engin İnan, Kritik Eşik'in yeni bölümünde Dilek Taşı dizisini konuşuyor.

LISTEN
56. Bölüm
Süre: 15:36

Kritik Eşik – 55: Bambaşka Biri

Episode’un editörleri Özlem Özdemir, Yasemin Şefik ve Engin İnan, Kritik Eşik'in yeni bölümünde Bambaşka Biri dizisini konuşuyor.

LISTEN
55. Bölüm
Süre: 19:07

Kritik Eşik – 54: Aile ve Adım Farah Yeni Sezon

Episode’un editörleri Özlem Özdemir, Yasemin Şefik ve Engin İnan, Kritik Eşik'in yeni bölümünde Aile ve Adım Farah'ı konuşuyor.

LISTEN
54. Bölüm
Süre: 18:18

Kritik Eşik – 53: Ömer ve Yargı Yeni Sezon

Episode’un editörleri Özlem Özdemir, Yasemin Şefik ve Engin İnan, Kritik Eşik'in yeni bölümünde Ömer ve Yargı dizilerinin yeni sezonları.

LISTEN
53. Bölüm
Süre: 19:30

Son Bölümlerimiz...

Video

Episode TV’nin Sevilen Programı ‘Oben Budak’la Falan Filan’ Yeni Bölümüyle Yayında

Episode TV’nin sevilen programlarından Oben Budak'la Falan Filan heyecan verici yeni bölümüyle…

‘Deniz Tezuysal ile Kesin Bilgi’nin Yeni Bölümünde Mutluluk Konuşuldu

Episode TV'nin sevilen programlarından Deniz Tezuysal ile Kesin Bilgi'nin 4. bölümü, 8…

Episode TV’nin ‘Deniz Tezuysal ile Kesin Bilgi’ Programının 3. Bölümü Yayınlandı

Bugün yayınlanan Deniz Tezuysal ile Kesin Bilgi 3. bölümünde "Nikahta Keramet Var…

Episode TV’den ‘Deniz Tezuysal ile Kesin Bilgi’ Kendine Has Üslubuyla Devam Ediyor

Episode Dergi YouTube kanalı Episode TV’nin yeni içeriklerinden Deniz Tezuysal ile Kesin…

Mehmet Kurtuluş Episode’a Konuştu

Kurz und schmerzlos (1998), Im Juli (2000), Gegen die Wand (2004) gibi…

Popüler İçerikler

Euphoria 3. Sezon Yayın Tarihi Belli Oldu

HBO'nun tüm dünyayı kasıp kavuran fenomen gençlik serisi Euphoria 3. sezonun yayın…

Editör
Tarafından Editör

E-Bülten'imize Abone Olun!

En yeni içeriklerimizden ilk siz haberdar olun! Bültenimize abone olun!

Çok Okunanlar

‘Task’ Dizisi 2. Sezon Onayını Aldı

Yılın en çarpıcı suç dramalarından biri olan Task 2. sezon onayını aldı.…

Editör
Tarafından Editör
Dizi dünyasının tek adresi: Episode Gelişmeleri takip etmek için yeni sayıyı okumayı unutmayın!