Memlekette kişi başına üç gala düşüyor. Dizi, film, tiyatro, dijital platform, YouTube lansmanı… Her hafta bir yerde kırmızı halı seriliyor. Ve nedense o halıya her defasında aynı topuklar basıyor. “Yeni sezon” aslında hep aynı yüzlerin aynı ışıkta farklı sponsor panolarının önünde sıraya girdiği bir ritüel artık. Türkiye gala kültürünü çoktan fuaye alanlarından alıp lüks otel lobilerine, rooftop barlara ve tarihi binaların restore edilmiş salonlarına taşıdı. Çünkü artık sanat değil, görünürlük konuşuyor.

Eskiden tiyatro galası demek; sahne tozunun, ışık masasının, oyuncuların heyecanla izleyiciye karıştığı bir gecenin sıcaklığıydı. Şimdi ise o sıcaklığı influencer’ın elindeki iPhone’un ısısı temsil ediyor. Oyun ya da film konuşulmaz; “Kim ne giymiş, hangi marka davetlileri getirmiş, story’de kim kiminle aynı kadrajda?” konuşulur. Sanatın yerini PR, PR’ın yerini ise “etkinlik ekonomisi” aldı.
Bu ekonominin döngüsü basit: Bir yapım şirketi yeni işini tanıtır, sponsor marka salonu tutar, PR ajansı davet listesini hazırlar. Ve o liste… Sanki gizli bir mezhep üyeliği gibi hep aynı isimlerden oluşur. Oyuncular, eski oyuncular, yeni fenomenler, reklamcılar, birkaç “çok önemli” basın mensubu ve sosyal medyada etkinliği yüksek kişiler… Hatta bazıları artık işi gücü bırakmış, “gala davetlisi” olarak yaşıyor. Her galada görülmek, sektörde hâlâ var olduğunu kanıtlamanın en kolay yolu.

Psikolojik Açıdan Gala Sendromu
Bu durumun psikolojik altyapısı da epey tanıdık: “Görünüyorum, öyleyse varım.” Gala aslında toplu bir varlık onay töreni. Kimisi kırmızı halıda yavaş yürüyerek kendi hayatını film sanıyor, kimisi orada selfie çekerken geçmişte kaçırdığı rollerin yasını tutuyor. Bir nevi “ben de buradayım” fısıltısı dolaşıyor ortalıkta.
Bu fısıltı, sosyal medyada yankıya dönüştükçe, gala bir sanat etkinliğinden çok “statü panayırı”na dönüşüyor. Hatta bazıları için, o akşam kimle aynı kareye girdiği, oynadığı dizinin reytinginden bile daha önemli hale geliyor.
Ekonomik Boyutu: Işıklı Bir Dönme Dolap
Bu “gala ekonomisi”, PR ajanslarından catering şirketlerine, makyaj sanatçılarından araç kiralama firmalarına kadar minik bir endüstri yaratmış durumda. Bir gecelik görünürlük için harcanan bütçe bazen bir kısa film çekimine eşdeğer. Ama kimse buna itiraz etmiyor; çünkü herkes sistemin içinde bir halka.
Markalar bu geceleri “prestij yatırımı” olarak görüyor, yapımcılar “algı çalışması” diye savunuyor, davetliler ise “fırsat ağı” diyerek anlam yüklemeye çalışıyor. Halbuki çoğu için o gece, birkaç fotoğraf ve etiketlenmiş bir hikâyeden ibaret.

Fuayeden Lüks Otellere Evrilen Kültür
Eskinin fuaye alanları gerçekten oyun öncesi heyecanla, sanat sohbetiyle dolardı. Şimdi o “fuaye”ler, otel lobilerinde dekor olarak yeniden tasarlanıyor. Her köşede bir “marka fotoğraf alanı”, her masada bir “ürün yerleştirmesi”. Bu dönüşüm, aslında kültürel önceliklerimizin de aynası: anlamdan çok ambalaj, üretimden çok gösterim peşindeyiz.
Ama bu gösterinin de bir sınırı var. Aynı yüzleri aynı ışıkta görmeye alışan seyirci artık sıkılmaya başladı. Sosyal medya üzerinden izlenen bu galalar, zamanla “bir tür ekosistem içi yankı odası”na dönüştü. Yani gala, kendi kendine alkış tutan bir sistem haline geldi.
Belki de galalar artık sanatın değil, “varlık kaygısının” sergilendiği sahnelerdir. Çünkü her gala bir gösteri ama çoğu zaman oynanan şey o yapım değil, orada olma halinin kendisi. Kim bilir, belki de bu yüzden artık kimse gala davetinden “Film nasıldı?” diye çıkmıyor. Onun yerine, “Story’ler güzel oldu mu?” diye soruyor.
Ve evet… memlekette kişi başına üç gala düşüyor ama sanat hâlâ seyirci arıyor.
Neden mi bu yazıyı yazdım? Biz de geçen ay ekiple belgesel serimiz için bir gala düzenledik. Küçük bir izleme ama büyük bir hazırlık sürecinden geçerken fark ettim. Bu nasıl bir ekonomi? Birçok kolla işbirliği yapmak gerekiyor. Sonra da gittiğim, çektiğim, içerik hazırladığım galaları düşününce konu aklımda yayılmaya başladı. İşin bir de bu tarafına bakalım istedim. Ne yaparsak yapalım en fazla iki hafta (bu süre bile uzun aslında…) konuşuluyor. Algıyı o noktada tutmak eskisinden daha da zor. Bir de gala fareleri var, onu sonraki sayıda anlatacağım.
*Yasemin Şefik’in yazısı Episode’un 62. sayısında yayımlanmıştır.