Hande Erçel, bu kez sadece kamera önünde değil, hikâyenin mutfağında; yaratıcı ve yardımcı yapımcı kimliğiyle karşımızda.
Metin Akdülger özel röportajına buradan ulaşabilirsiniz.
Prime Video’da izleyiciyle buluşan İki Dünya Bir Dilek, Erçel’in çocukluğundan beri zihninde büyüttüğü o dünyanın somutlaşmış hali. Öyle ki filmi izlediğinizde her bir karede hikâyenin bizzat onun kaleminden çıktığını, dünyayı kendi penceresinden nasıl görüyorsa ekrana da öyle yansıttığını hemen anlıyorsunuz.
Karakterlerin telepatik bağlarından arkeolojinin rasyonelliğini bile bir masal gibi yorumlayan Metin Akdülger’in “Can”ına kadar her detay, yaratıcısının dünyasına dair ipuçları veriyor. Röportaj sorularımızı cevaplaması için sabırla (ve epey uzunca) beklediğimiz ikiliyle bu kişisel yolculuğun duraklarını, sessizliğin set ortamındaki karşılığını ve “iyi hissettiren” hikâyelere olan özlemi konuştuk.
Hande Erçel: Ben hikâye kurmaya çocukken başladım aslında, kendimde tutmanın artık yetmediğini, paylaşmam gerektiğini yani zamanının geldiğini hissettim ve yola çıktım. Birçok duyguyu barındıran bir hikâye bu…
İki Dünya Bir Dilek filmine ilham veren hikâyenin yaratıcısı olmak ve Prime Video’daki ilk yapımınızda yardımcı yapımcı rolünü üstlenmek nasıl bir deneyimdi?
Hande Erçel: İki Dünya Bir Dilek filmine ilham veren hikâyenin yaratıcısı olmak ve Prime Video’daki ilk yapımımda yardımcı yapımcı olarak yer almak benim için hem çok kişisel hem de dönüştürücü bir deneyimdi. Oyuncu olarak bir karaktere ruh vermeye alışıksınız ama bu kez bir adım daha geri çekilip bütün dünyanın nefesini duymayı öğrendim.
Hikâyenin ritmini, duygusunu ve omurgasını en başından beri ben taşıyordum ve yapım sürecinde de o duygunun doğru şekilde korunmasına katkı sağlamak benim için çok değerliydi. Bu süreç, kariyerimde yeni bir sayfa açtı çünkü artık sadece bir karakteri canlandırmakla kalmayıp, o dünyanın nasıl ayakta duracağını da düşünebilen bir yerden hareket ediyorum. Bu da hikâyenin duygusal derinliğini ekrana yansıtırken bana çok büyük bir avantaj sağladı.

Metin Akdülger ve diğer oyuncuların seçimi sürecinde, hikâyenin yaratıcısı ve yardımcı yapımcısı olarak nasıl bir etkiniz oldu mu? Özellikle Can karakterinin, Bilge’nin ruh eşinin seçilmesinde ne gibi kriterler etkili oldu?
Hande Erçel: Can karakteri benim için en başından beri hep “Metin”di. Karakterin derin sessizliğiyle aynı anda taşıdığı sıcaklık, Metin’in enerjisinde çok doğal bir karşılık buldu. Bu yüzden onun Can’a hayat vereceğini hep biliyordum. Sette de bu bağın kendiliğinden büyümesini izlemek benim için çok özel bir deneyimdi.
Can ve Bilge’nin “kendi kendilerine konuştukları” (telepatik iletişim) sahneleri, izleyiciyi inandırıcılıktan koparmamak adına teknik olarak zorlayıcı olmalı. Bu sahnelerin çekim sürecinde, o anları sette nasıl canlandırdınız?
Hande Erçel: Aslında bu sahneleri çekmeye başladığımız ilk gün durumla yüzleştik, kendi kendine konuşan insanlar gibi görünen bu sahnelere çok inanman gerekiyor ki gerçeğinle örtüşsün ve seyirciye geçsin. Bunun için yönetmenin ekibin oyuncuya sahneye olan saygısı çok kıymetli, biz bu açıdan çok şanslıydık. Bu deneyimi, işi çok sahiplenen insanlarla yaşadık. Bize çok destek oldular.

Oyunculuk kariyerinizin yanı sıra senaryo yazma fikri ne zamandan beri aklınızdaydı ve sizi bu denli duygusal ve gerçeküstü bir aşk hikâyesi yazmaya iten temel motivasyon neydi?
Hande Erçel: Ben hikâye kurmaya çocukken başladım aslında, kendimde tutmanın artık yetmediğini, paylaşmam gerektiğini yani zamanının geldiğini hissettim ve yola çıktım. Birçok duyguyu barındıran bir hikâye bu… Bu kez başka bir tarafından bakarak yorumlarsam; filmin merkezinde kaderin iki insanı yeniden bir araya getirme gücü var ve bence izleyicinin hissedeceği şeylerden bazıları “yeniden inanma, kendine verdiğin sözleri hatırlama” duygusu olacak.
Kayıp, özlem ve bekleyiş elbette hikâyenin dokusunda var ama film aslında kopmayan bağların varlığına dair çok içten bir hatırlatma taşıyor. Yıllar geçse bile bazı insanların kalbimizdeki yerinin hiç değişmediğini, bazı hikâyelerin yarım kalmayı reddettiğini gösteriyor. İzleyici sonunda belki de şunu da hissedecek:
“Bazen bir dilek, insanın unutmaya çalıştığı masallara yeniden inanmasını sağlar.”
