İstanbul… Tarihiyle, siluetiyle, bir yanda martı bir yanda motor sesiyle dizilerin gözdesi olmuş bir şehir. Ama bu şehirde bir dizi çekmek mi istiyorsun? Önce bir “rekke” yapacaksın. Hani şu lokasyon bakma işi. Yani kâğıt üstünde öyle. Gerçekteyse bazen John Wick misali keşif, bazen mafya filminde yan rol arayışı…
Eskiden “rekke” demek; gün doğmadan çantayı kapıp İstanbul’un ara sokaklarına düşmek, en iyi çay nerede içilir, hangi manzara “drone’a şık durur”, hangisi “yönetmenin içini açar” sorularının peşine düşmekti. Şimdi? Şimdi ise önce mahallenin muhtarı, sonra oradaki oto yıkamacı, ardından “Abi buraların eski sahipleri biziz!” diyen bir grup ağabeyin gönlünü almak gerekiyor.
“Burada çekim yapamazsınız,” diyen biri çıkıyor mesela. Neden? “Çünkü geçenki dizide bizim dükkân gözükmedi.” Bir başkası: “Burada çekilecekse benim yeğen de dizide oynasın.” Yönetmen: “Yeğen kaç yaşında?” “Altı buçuk ama karizma var, karizma!”
Artık bazı mahallelerde Kültür Bakanlığı’ndan, Valilik’ten, Emniyet’ten hatta belediyeden alınmış tam teşekküllü izinlere rağmen asıl izin orada yaşayanlardan alınıyor. Evet, evrak tamam ama, “Abi bir de bizimle konuşsaydınız ya!” diyen mahalle büyükleriyle eksik kalan o sosyal protokol tamamlanmadan sete başlamak zor. Bu işin raconu var: Mahalleye selam verilmeden kamera döndürülmez. Çay içmeden tripoda el sürülmez. Hatta bazı yerlerde, “bizim çocuklar da sette olsun” beklentisiyle yan rollere “ekstra” cast desteği vermek isteyenler de mevcut.

İstanbul’da artık bazı mahallelerde rekke yapmadan önce “mekân sahibi” değil, “mahalle sahibi” ile konuşuluyor. Bir nevi “saha izin belgesi”. Konum atılıyor ama Google Maps değil, WhatsApp’tan. O da “Bizden habersiz kimse sokakta tripod açamaz” mesajıyla geliyor. Riske giren sadece ekip değil, bazen drone da oluyor; zira “uçan kamera” mahallelinin mahremiyetini deliyor diye yere indirilebiliyor.
Bir çekim günü düşünün; her şey ayarlanmış. Işık, oyuncular, kahve molası… Ama bir kişi eksik: Mahalle abisi. Gelmeden başlamak yasak. Zira, “Burada daha geçen hafta Netflix çekim yaptı, üç gün yol kapandı, bize de yemek getirdiler,” deniliyor. Yemek getirmemişseniz? Kamera kapattırılır. Drone uçurmak istiyorsanız? Önce bir kilo baklava.
Rekke artık sadece mekân bakmak değil, bir çeşit diplomasi. Mahalleyle barış antlaşması imzalamak gibi. Her semtin ayrı bir protokolü var. Balat’ta çay içmeden mekâna bakılmaz. Kurtuluş’ta simit ikram edilmezse görüşme kısa sürer. Kadıköy’de ise “Senaryoda mahalle nasıl gösterilecek?” diye senaryo analizi yapılır.
İşin ilginç yanı, bu süreç aslında İstanbul’un mikro iktidar yapısını da gözler önüne seriyor. Devletin resmi kurumlarından izin alsanız da esas denetim “sokak iktidarlarında” gizli. Bu mahalle yapılarında görünmeyen bir hiyerarşi var: Emekli minibüsçüden esnaf abiye, kıraathane müdaviminden apartman yöneticisine kadar herkesin fikir beyan etme hakkı var. Çünkü mahalle artık sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda bir otorite alanı.

Öte yandan mahalleli görünür olmak istiyor gibi dursa da aslında çoğu zaman sadece huzurunu istiyor. Yolun üç gün kapanması, sabaha kadar süren gece sahneleri, jeneratör sesi, kabloların kaldırıma yayılması, çocuğun uyuyamaması… derken “Biz bu diziyi hiç istemiyoruz!” noktasına gelen yerler de çok. Görünmek güzel de görünürken yaşanan konforsuzluk, İstanbul’un yorgun semtlerinde tahammül eşiğini aşabiliyor.
Bazı mahallelerdeyse işler bambaşka bir boyuta varıyor. Eski İstanbul sokaklarında çekim yapan birçok set ekibi, “sürpriz figüran” olarak sahneye girenlerle mücadele ediyor. Mesela biri bir anda kadraja girip havaya ateş açabiliyor. Çünkü o mahallede “böyle şeyler oluyor”. Bir başkası setteki oyunculara sigara uzatıyor, karşılığında repliğini bekliyor. Bir anda tependen çöp boşaltılabiliyor çünkü “gıcık” olduğu bir oyuncu var. Absürt ama öyle…
İşte bütün bunların ortasında dizi çekmek sadece sanatsal değil, sosyopolitik bir eyleme dönüşüyor. Her çekim mekânla, mahalleyle, o günkü havayla, belediye görevlisiyle, zabıtasıyla ortak bir üretim halini alıyor. Diziler bir yandan dünyaya İstanbul’u pazarlarken öte yandan İstanbul’un kendisiyle yapılan zorlu bir pazarlığın ürünü haline geliyor.
Ama tüm bu koşullara rağmen İstanbul hâlâ sahneye çıkmaya hazır. Arka planda Galata Kulesi, fonda vapur düdüğü, uzakta martı sesleri… Kamera “kayıt” dediğinde her şey unutulur. Mahalleli dahil herkes oyuncu olur o anda. Dizi başlar, dünya izler. Ama biz biliriz: O sahnenin arkasında bir “rekke” kahramanlığı, birkaç diplomatik hamle, bolca gönül alma ve epeyce sinir yıpranması vardır. Rekke yapmak İstanbul’da artık sadece bir ön hazırlık değil, bir karakter testi. O testten sağ çıkan ekipler bilir: İstanbul hem başrolde hem de en zorlu figüran!
Ve son olarak, Rekke anıları olan yapım ekiplerinin anlatacaklarını merakla bekliyorum. 🙂
Bu yazı, Episode Dergi’nin 60. sayısında yayımlanmıştır.