O3 KSA’nın Türk dizilerinin uyarlanmasında önemli rol oynayan genel müdürü ve yapımcısı Irmak Yazım kariyerindeki ilerleyişi, sektörle ilgili detayları ve uyarlama süreçlerinin bilinmeyenlerini anlatıyor.
O3 KSA, yaklaşık üç yıl önce Ortadoğu’nun en güçlü medya gruplarından MBC Group’un Suudi Arabistan’da premium dizi üretimini talep etmesiyle kuruldu. Bu süreçte İstanbullu Gelin ve Öyle Bir Geçer Zaman Ki gibi sevilen Türk dizileri, bölgenin kültürüne uyarlanarak yeniden izleyiciyle buluştu.
Bu projelerin arkasındaki kilit isim olan O3 KSA Genel Müdürü ve yapımcısı Irmak Yazım ile bir araya geldik; uyarlama dizilerin yapım süreçlerinden Türk ve yerel isimlerden oluşan yaratıcı ve teknik ekiplere, bölge izleyicisinin beklentilerine kadar pek çok başlığı konuştuk.
Öncelikle biraz kendinizi anlatmanızı rica edeceğim. Sektöre ne zaman, nasıl girdiniz, kariyeriniz nasıl şekillendi?
Sektöre, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sinema-Televizyon okurken, Show TV’de Siyaset Meydanı programında editör asistanı olarak çalışarak girdim.
Okuldan mezun olduktan hemen sonra Kanal D program departmanında çalışmaya başladım. O dönem Kanal D ve Star TV’nin aynı kurum altında olduğu donemdi; hem Kanal D Doktorum’da hem de Star TV’deki iç yapımlarda görev aldım. Yaklaşık altı ay sonra Kanal D drama departmanına geçtim. Orada İrfan Şahin, Pelin Diştaş, Lale Eren gibi çok değerli isimlerle çalışma fırsatım oldu. Kanal D’nin en güçlü dönemlerinden biriydi; gerçekten çok şanslıydım. Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü, Ulan İstanbul, Arka Sokaklar ve daha bir çok değerli projede yer alma fırsatım oldu. Kanal D benim için adeta ikinci bir okul gibiydi.
Drama departmanında beş yıl çalıştıktan sonra bir değişim isteği hissettim ve okuduğum bölüm olan sinemaya yani set tarafına geçmek istedim. Genelde herkes sette başlayıp sonra kanala geçer; bende tam tersi oldu. Sonrasında yaklaşık beş yıl kadar freelance çalıştım. Birçok farklı yapımda Uygulayıcı Yapımcı asistanlığı, yapım koordinatörlüğü gibi görevler üstlendim. Muhteşem Yüzyıl Kösem’de, çeşitli sinema filmlerinde (Deli Ormanlı, Git Başımdan, Damat Takımı gibi) ve Netflix Türkiye’nin ilk dizisi olan Hakan Muhafız’da (The Protector) dört sezon boyunca O3 Medya ile çalıştım.
Ardından beIN CONNECT’in yerli yapımlar üretmeye başladığı dönemde, drama koordinatörü olarak görev aldım. Sonrasında O3 Medya ile yolculuğum devam etti ve son beş yıldır O3 Medya’da yapımcılık yapıyorum. Kağıt Ev, Son Yaz, Kaçış ve benzeri projelerle başlayan bu süreçte, Türkiye’deki Arap dizilerinin başına geçtim. Suudi Arabistan yolculuğumuz başladığında ise, O3 Medya’nın Suudi iştiraki olan O3 KSA’yı kurduk ve orada hem genel müdürlük görevlerini hem oradaki tüm dizi ve film yapımlarının sorumluluğunu üstlendim ve bu görevi severek sürdürmekteyim.
Suudi Arabistan’da premium dramalar yapıyorsunuz. Önce O3 Productions KSA süreci ne zaman, nasıl başladı? Hangi ihtiyaçlar ya da hedefler nedeniyle kuruldu?
O3 KSA süreci yaklaşık dört yıl önce, ortağımız MBC Group’un Suudi Arabistan’da premium Suudi dizileri üretmemizi talep etmesiyle başladı. MBC Group, O3 Medya ile on yılı aşkın süredir ortak ve uzun yıllar Dubai merkezli bir yapıydı. Biz de o dönemde Türkiye’de pan-Arab dediğimiz Suriye-Lübnan ve Irak dizilerini, bölge oyuncularıyla birlikte üretiyor; birçok Türk dizisini Arap bölgesine adapte ediyorduk. İstanbullu Gelin (Arous Beirut), İyi Günde Kötü Günde (Ala Al Hilwa Wa El Morra), Binbir Gece (Al Thaman), Beni Affet (Heera), Kiralık Aşk (Lobbat Hobb) gibi projeler bu işbirliğinin bir parçasıydı.
MBC’nin operasyon merkezini Riyad’a taşımasıyla birlikte, Suudi içeriklerinin yine Suudi Arabistan’da üretilmesi yönünde stratejik bir karar alındı ve bu doğrultuda bize ilk talep geldi. Böylece O3 KSA olarak sevgili patronumuz Saner Ayar’in vizyonu ve önderliğinde Riyad’da yapılanmamız başladı. Üç yılı aşkın bir süredir Riyad’da yaşıyor ve değerli ekibimizle birlikte hem sinema filmleri hem de yerel diziler ve adaptasyon projeleri üretmeye devam ediyoruz. Bu süreç, hem bölgenin hikâyelerine çok daha yakından temas etmemizi hem de Suudi pazarının hızla gelişen dinamikleri içinde premium drama üretimini derinleştirmemizi sağladı.
O3 Medya KSA’da üstlendiğiniz liderlik rolünüzü nasıl tanımlarsınız?
Bu rolü aslında yapımcılığın ötesine geçen; hem yaratıcı hem de operasyonel bir köprü görevi olarak tanımlıyorum. Buradaki odağım yalnızca projeleri gerçekleştirmek değil; aynı zamanda Suudi kültürünü doğru anlamaya ve anlatmaya katkı sunmak, pazarın dinamiklerini ekipçe doğru okumak, yerel yeteneklerle uluslararası ekipleri aynı masa etrafında buluşturmak ve hep birlikte uzun vadeli, sağlam bir yapı inşa etmeye destek olmak.
Benim için en önemli görevlerden biri, Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden gelen ekip arkadaşlarımızın işlerini istedikleri yönde icra edebilecekleri özgür ve güvenli bir çalışma alanı sağlarken, aynı zamanda yerel ekiplerin de kendilerini ait hissedecekleri ortak bir zemin oluşturmak. Bizler elimizden geldiğince kendi bilgi birikimimizi yerel ekiplerle paylaşmaya çalışıyor, bir yandan da onların alıştığı düzene ve işleyişe uyum sağlamaya özen gösteriyoruz. Bu, karşılıklı saygı çerçevesinde yürütülmesi gereken çok ince bir denge. Herkesin kendi kültüründen bir şeyler kattığı, bunu yaparken de karşı tarafın değerlerini incitmeden ortak bir dil kurmayı başarmak bence en kritik sorumluluklarımızdan biri.
Ekiplerimizi doğru yönlendirebilmek, doğru kaynakları ve doğru çalışma ortamını sağlayabilmek için öncelikle bizim ülkeyi, şehri, kültürü, alışkanlıkları, içerik ve yapım beklentilerini doğru analiz edebilmemiz çok önemliydi. Bu pozisyon, sahadaki en küçük detaydan stratejik kararların alındığı masaya kadar uzanan, çok katmanlı bir rol. Her aşamada ortak bir vizyon oluşturmaya ve bu vizyonun hayata geçebilmesi için farklı coğrafyalardan ve kültürlerden bir araya gelen ekibimizle uyum içinde, geniş kitlelere ulaşabilecek içerikler üretmeye çalışıyoruz.
Uzun vadede ise şirketimizin Suudi Arabistan’ı sadece bölgesel bir üretim merkezi olarak değil, uluslararası hikâye anlatımının yeni çekim noktalarından biri haline getirme hedefine elimizden geldiğince katkı sunmak istiyorum. Bugün yaptığımız işlerin, bölgede gelişmekte olan yeni endüstrinin temel taşlarına dönüşmesi ve yerel gelecek kuşakların üzerine inşa edebileceği sürdürülebilir bir üretim kültürüne katkıda bulunması benim için çok kıymetli.
O3 KSA’da liderlik, benim için hem temsil ettiğim kurumun güvenini ve sorumluluğunu taşımak hem de bölgenin hikâyelerini en doğru şekilde, uluslararası standartlarda ve yerel hassasiyetlere saygılı biçimde hayata geçirmek anlamına geliyor.

O3 KSA’da bir yapımın gerçekleştirilmesiyle ilgili süreçler nasıl yürüyor? Hikâyelerin geliştirilmesinden yayınlanmasına kadar geçen süreci biraz anlatmanızı rica ederiz.
Aslında işleyiş olarak süreç, Türkiye’deki yapım şirketi, kanal ilişkisine oldukça benziyor; ancak proje geliştirme aşaması biraz daha katmanlı ilerliyor. Öncelikle hem kültürel olarak bölgeye uygun hem de Suudi izleyicisinin beklentilerini karşılayan doğru içeriği seçmeye çalışıyoruz. Ardından adapte edeceğimiz hikâyeyi, günümüze ve Suudi kültürüne uyumlu olacak şekilde yeniden yapılandırıyoruz. Bu aşamada Türk dizilerinin uzun bölüm sürelerini de 42 dakikalık formata indiriyoruz.
Bu gelişim süreci, yönetmenimiz, ekiplerimiz, kanal yöneticileri, Türk ve Suudi senaristlerimiz ile özellikle kültürel danışmanlarımızın birlikte çalıştığı uzun ve oldukça titiz bir yaratıcı süreç. Senaryonun akıcılığına, dramatik gücüne ve kültürel uyumluluğuna tamamen emin olduktan sonra ise hazırlık, yapım, post-prodüksiyon ve yayın süreci başlıyor.
Bazı projelerimizde tüm sezonu çekip ardından yayına çıkıyoruz, ilk dizimiz bir Kore uyarlaması olan Autumn in My Heart (Khareef Al Qalb) bunun güzel bir örneğiydi. Bazı projelerde ise yayın ve çekim süreçleri eş zamanlı ilerliyor; şu anda çekimde ve yayında olan Öyle Bir Geçer Zaman Ki (Al Marsa) da bu modele bir örnek.
Bir diğer önemli nokta ise ekibimizin hem Türkiye’den hem de Arap bölgesinin farklı ülkelerinden gelen profesyonellerden oluşması. Bu nedenle yaratıcı sürece senaryoların Türkçe-Arapça ve Arapça-Türkçe çeviri akışı da dahil oluyor. Dolayısıyla aslında her iş, kültürel uyum, yaratıcı işçilik ve operasyonel koordinasyonun bir arada yürütüldüğü çok katmanlı bir süreç haline geliyor.
Son yıllarda MENA bölgesinde “premium drama” üretimine yönelik ciddi bir yatırım ve dönüşüm var. Bu dönüşümü en yakından yaşayan biri olarak, bu değişimi nasıl tanımlarsınız?
MENA bölgesinde son yıllarda yaşadığımız dönüşüm, aslında yalnızca “premium drama” üretimindeki bir artış değil; tüm endüstrinin kültürel, ekonomik ve yaratıcı anlamda yeniden yapılanması. Bu değişimi en yakından gören kişilerden biri olarak şunu söyleyebilirim: Bölge artık sadece içerik tüketen bir coğrafya değil, dünyaya hikâye üreten yeni bir merkez haline geliyor.
Bu dönüşümün en temel sebebi, yerel hikâyelerin global bir dile kavuşması ve uluslararası standartların üretim süreçlerine entegre edilmesi. Bir yandan altyapı, teknik ekipler ve stüdyolar gelişirken; diğer yandan yerel yeteneklerin yetişmesi ve global ekiplerle birlikte çalışma kültürünün oluşması çok büyük bir gelişim yarattı. Premium drama yatırımları da bu ekosistemi güçlendiren katalizör oldu.
Ben bu süreci, MENA’nın kendi kimliğini yeniden inşa ettiği yaratıcı bir altın çağ olarak görüyorum. Çünkü artık sadece büyük projeler yapılmıyor; uzun vadeli bir endüstri inşa ediliyor. Ülkeler, platformlar ve yapımcılar arasında daha önce pek olmayan bir iş birliği doğdu. Hikâye geliştirme disiplinleri, yapım süreçleri, izleyici analizleri çok daha profesyonel bir zemine oturdu.
Bence bu dönüşümün en değerli tarafı, bölgede anlatılmayı bekleyen yüzlerce güçlü hikâyenin artık dünya standartlarında, dünyanın izleyebileceği bir kaliteyle üretilmeye başlaması. Bu yalnızca ekonomik bir büyüme değil; kültürel bir özgüvenin de yükselişi.
Al Marsa’nın bu kadar ses getirmesinin ardındaki temel yaratıcı ve operasyonel kararlar nelerdi?
Bence Öyle Bir Geçer Zaman Ki, özünde çok güçlü ve evrensel bir hikâyeye sahip. Kültürel farklıklar olsa da duygular her zaman ortak: aile bağları, anne-baba sevgisi ya da sevgisizliği, çocukların dünyası, kıskançlık, aldatma ve hayal kırıklığı… Bu temaslar her coğrafyada izleyiciyle buluşuyor.
Al Marsa’nın (Öyle Bir Geçer Zaman Ki) bu kadar ses getirmesinin temelinde de bu güçlü hikâyeyi Suudi kültürünü incitmeden, aksine duygularına dokunarak yeniden anlatmamız yatıyor. Ekip olarak hem kostüm ve sanat tasarımında hem de rejide, hikâyenin duygusal derinliğini en samimi haliyle yansıtmayı hedefledik. Yönetmenimizin oyuncularla kurduğu detaylı ve hassas çalışma sayesinde, karakterlerin duyguları gerçekten “ilmek ilmek” örüldü.
Orijinal hikâyede Suudi kültürüne uygun olmayan aksları çıkararak ve aile dramını daha belirgin bir şekilde öne çıkararak, Suudi Arabistan’daki aile değerleriyle birebir örtüşen, çok içten ve samimi bir yapı kurduğumuzu düşünüyorum. Bana göre Al Marsa’yı başarıya taşıyan en önemli unsur, tam da bu duygusal doğruluk ve kültürel hassasiyet oldu.
To My Son’ın Red Sea Film Festival yolculuğu sizin için ne ifade ediyor?
Tabii ki çok özel bir anlam taşıyor. Çünkü bu film, Suudi Arabistan’daki ilk sinema filmi deneyimimizdi. Çok değerli bir ekip ile, Tunuslu yönetmen ve oyuncu Dhafer L’Abidine’le birlikte çalıştık. Tunuslu bir oyuncunun Suudi bir karakteri canlandırması, kültürel açıdan izleyicinin ilk etapta kolay kabul edebileceği bir şey değildi. Bölgedeki izleyiciler, özellikle Suudi Arabistan’da, hâlâ oyuncunun uyruğuna ve lehçesine büyük önem veriyorlar. Oyuncu lehçeyi ne kadar doğru çalışırsa çalışsın, gerçek hayattaki kimliğini hikâyede bir bariyer olarak görebiliyorlar. Bugün dizilerimizde bile benzer durumlarla karşılaşıyoruz; örneğin Riyad’da geçen bir hikâyeyi anlatıyoruz ama Cidde’li bir oyuncunun bir karakteri canlandırmasını istediğimizde bu durum hâlâ tartışma yaratabiliyor.
Dolayısıyla böyle kültürel algıların hakim olduğu bir dönemde, ilk filmimizde bu bariyerleri aşmaya çalışmak bizim için hem zorlayıcı hem de öğretici bir süreçti. Ekibimiz Riyad’da konumlanmıştı ancak filmi Abha’da çektik. Bu, Suudi topraklarında gerçekleştirdiğimiz ilk yapımdı; dizi projelerimize hazırlanırken çektiğimiz ilk film. Hem ilk sinema filmimiz hem de ülkedeki ilk üretimimiz olması nedeniyle bizim için gerçekten ayrı bir duygu taşıyordu.
Ayrıca To My Son (Babam ve Oğlum) filminden esinlendiğimiz ve kişisel olarak da çok değer verdiğimiz bir hikâyeye sahipti. Çoğunluğu Tunuslu ekip arkadaşlarımızın yanı sıra Türk ve Arap dünyasının dört bir yanından gelen profesyonellerle çalıştık. Bu kültürlerarası birliktelik de filmi bizim için daha anlamlı hale getirdi.
Filmin hem sinemalarda izleyiciyle buluşması hem de Red Sea Film Festival’ın ikinci edisyonunda dünya prömiyerini yapması, bizim için gurur verici bir andı. Hem profesyonel olarak dönüm noktasıydı hem de duygusal olarak “ilk çocuğumuz” gibi hissettiren bir projeydi. Bu nedenle To My Son’ın Red Sea yolculuğu bizim için unutulmaz ve çok kıymetli bir deneyim oldu.
O3 KSA olarak yakın gelecekteki uluslararası işbirliklerinize dair neler söyleyebilirsiniz?
Suudi Arabistan ve İslam tarihinin en önemli figürlerinden biri olan Khalid ibn al-Walid’in hayatını anlatan büyük ölçekli sinema filmi projemiz. Hem bu sinema filmi hem de Mısır & Suudi Arabistan ortak yapımı orijinal bir dijital dizi projemiz var. Her iki projede de Hollywood’dan tanınmış yönetmenler ve uluslararası ölçekte deneyimli yaratıcı ekiplerle birlikte çalışıyoruz. Bu işbirlikleri sayesinde bir yandan bölgenin güçlü hikâyelerini dünyaya açarken, diğer yandan da dünya çapında tecrübeye sahip ekipleri bölgeye getirerek gerçek anlamda iki yönlü bir yaratıcı trafik yaratıyoruz. Bizim için asıl heyecan verici olan da, bu projeler aracılığıyla hem sektörümüzdeki ölçeği büyütmek hem de küresel standartlarda ama kültürel olarak köklü ve sahici yapımlar üretmek ve bu büyük deneyimin parçası olmanın gururunu yaşamak. Bu süreç sonundaki ana hedefimiz ise Suudi ekipler ve içerik üreticileriyle birlikte Suudi Arabistan’dan dünyaya açılan ödüllü projeler yapabilmek.

Suudi Arabistan’ın drama üretimindeki yükselişini Türkiye ile karşılaştırdığınızda en belirgin farklar nelerdir?
En belirgin farklar aslında iki ülkenin hikâye üretim geçmişi, ekosistem olgunluğu ve sektörün büyüme hızından kaynaklanıyor.
Türkiye yaklaşık 20 yıldır global bir drama markası; kendi yaratıcı ekosistemi, oturmuş bir üretim modeli ve geniş bir uluslararası dağıtım ağı var. Bu nedenle Türkiye’de sektör daha “yerleşik”, ritmi belli, know-how’ı oturmuş bir yapıdan söz ediyoruz.
Suudi Arabistan ise çok daha genç ama olağanüstü hızlı büyüyen bir ekosistem. En büyük farklardan biri hız ve yatırım iştahı. Sektör burada henüz emekleme döneminden çıkıp profesyonel endüstri aşamasına geçerken, aynı anda hem içerik üretimine hem yetenek geliştirmeye hem de altyapıya çok güçlü yatırımlar yapılıyor. Bu da Türkiye’ye kıyasla çok daha çevik, yeni denemelere açık ve büyük ölçekli projeleri hızlıca hayata geçirebilen bir ortam yaratıyor.
Bir diğer önemli fark içerik çeşitliliği ve kültürel dönüşümün eşzamanlı ilerliyor olması. Tüm ülke, “Vision 2030” a büyük bir inanç ve adanmışlıkla çalışıyor. Bu dönüşümün temel hedefi, 2030 yılına kadar ülkeyi birçok alanda modern bir turizm ve ticaret merkezi haline getirmek. Doğal olarak, bu süreç gündelik yaşamda önemli sosyokültürel değişimleri de beraberinde getiriyor. Geleneksel alışkanlıklar ve giyim normları her geçen gün yenilenerek dönüşüyor. Bize de bunları doğru bir şekilde aktarmak düşüyor. İçerik kısmına geri dönersek Türkiye’de melodram geleneği ve belli anlatı formatları zaten çok uzun süredir rafine edilmiş durumda. Suudi Arabistan’da ise dramatik içerik, toplumsal dönüşümle beraber evriliyor; yeni türlere, yeni karakterlere ve daha önce ekranda yer bulmamış hikâyelere geniş bir alan açılıyor. Bu da yaratıcı anlamda çok taze ve cesur bir atmosfer oluşturuyor.
Son olarak, Suudi Arabistan’ın bugün sunduğu fırsat, yerel hikâyeleri uluslararası standartlarla buluşturma hedefinin çok net bir politika olarak sahiplenilmesi. Bu nedenle Hollywood’dan kreatif ekiplerle, bölgesel işbirlikleriyle ve teknoloji/altyapı yatırımlarıyla birlikte gelişen bir sektör görüyoruz. Türkiye’de endüstri artık “olgun”; Suudi Arabistan ise “yükselen”, hızlı biçimde küresel pazarla entegre olma yolunda.
Bölgedeki izleyici profili nasıl değişti? Artık hangi tür projeler daha fazla talep görüyor?
Bölgedeki izleyici profili son birkaç yılda çok belirgin bir dönüşüm geçirdi ve geçirmeye de devam ediyor. Özellikle Suudi Arabistan’ın açılımı, genç nüfusun yükselen medya tüketimi ve dijital platformların etkisiyle izleyici artık çok daha seçici, hızlı tüketen ve global ölçekte içeriklerle kıyaslayan bir noktada.
Önceden daha geleneksel melodramlar ve uzun soluklu hikâyeler talep görürken, bugün izleyici daha modern, daha sinematografik, daha hızlı akan ve tür çeşitliliği yüksek projelere yöneliyor. Premium drama, tarihsel epik içerikler, gerçek olaylardan uyarlamalar, gençlik draması, komedi, psikolojik gerilim ve yüksek prodüksiyonlu aksiyon gibi türler çok ciddi bir ilgi çekiyor.
Bir diğer önemli değişim de otantiklik ve yerellik beklentisi. İzleyici artık sadece iyi bir hikâye değil, kendi toplumuna, kimliğine ve bugünün Suudi Arabistan’ına doğru şekilde ayna tutan içerikler görmek istiyor. Bu nedenle karakter derinliği güçlü, kültürel detayları doğru işlenen, ama teknik standartları global olan projelere talep yükseldi.
Aynı anda, uluslararası seviyede prodüksiyon kalitesi artık bir beklenti haline geldi. Bu da bizi premium drama, büyük ölçekli projeler ve global ekiplerle işbirliği yapmaya yönlendiriyor. Kısacası, izleyici daha genç, daha talepkâr ve daha global bir bakışa sahip; biz de içeriklerimizi bu dönüşen izleyici profiline göre yeniden şekillendirmeye çalışıyoruz.
Ortadoğu gibi yükselen bir pazarda Türk bir kadın lider olarak karşılaştığınız bariyerler ve kırılma anları nelerdi?
Bu durum tabii ki kendi içinde bazı bariyerler barındırıyor. Fakat benim için en belirleyici kırılma anları, bu bariyerlerin çoğunun süreç içinde kültürü anlama, doğru yaklaşım, güven inşası ve kültürel hassasiyete duyulan saygı üzerinden aşılabildiğini fark ettiğim zamanlar oldu.
İlk zamanlarda, özellikle Suudi Arabistan’da üretim yapmaya başladığımız dönemde, hem yeni bir pazar hem de erkek egemen bir sektör dinamiği içinde var olmaya çalışmak kolay değildi. Ancak yerel kültürü anlamaya, dinlemeye ve karşılıklı güven kurmaya öncelik verdikçe, karşılıklı bir dönüşüm başladı. Benim için en büyük kırılma, “dışarıdan gelen” biri olarak değil, bu hikâyeleri doğru ve hassasiyetle anlatmaya çalışan bir ortak olarak kabul edilmeye başladığım andı.
Bugün şunu çok net söyleyebilirim: Bölge, kadın liderlerin varlığına her geçen gün daha açık ve destekleyici bir hale geliyor. Başlardaki bariyerler zamanla yerini güçlü iş ilişkilerine, karşılıklı saygıya ve ortak üretim heyecanına bırakıyor.
Benim için en büyük kazanım, bu dönüşümün içinde aktif bir rol alabilme fırsatına sahip olabilmek ve hem Türkiye’nin yaratıcı birikimini hem de Suudi Arabistan’ın yükselen potansiyelini aynı masada buluşturabilmenin bir parçası olabilmek oldu.
Bölgedeki kadın yapımcılar için nasıl bir gelecek görüyorsunuz?
Geleceğin her zamankinden daha umut verici ve daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda hem Suudi Arabistan’da hem de genel olarak Orta Doğu’da içerik üretim ekosistemi hızlı bir dönüşümden geçiyor. Bu dönüşüm, doğal olarak kadınların sektörde daha görünür, daha etkili ve daha karar verici pozisyonlara gelmesini de destekliyor.
Özellikle Suudi Arabistan’da vizyoner kültür politikaları, genç nüfusun dinamizmi ve sektöre yapılan büyük yatırımlar sayesinde kadınların yaratıcı süreçlere liderlik ettiği çok daha fazla proje görüyoruz. Kadın yapımcıların hikâye anlatımına getirdiği perspektif, empati, detaycılık, karakter derinliği ve kültürel hassasiyet bugünün premium drama anlayışıyla da çok uyumlu. Bu nedenle sektör, kadın liderliğini bir tercih değil, bir gereklilik olarak görmeye başladı.
Ayrıca uluslararası işbirliklerinin artmasıyla birlikte kadın yapımcıların sadece bölgesel değil, global masalarda da yer alma fırsatı büyüyor. Bu da hem görünürlüğü artırıyor hem de kadın liderlerin projeleri uluslararası standartlara taşıma gücünü pekiştiriyor.
