Psikanaliz: SUCCESSION
Bu yazı, Episode Dergi’nin Aralık 2020 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Yazı: Esra Koçak
‘’Hasetli kişi, haz ve memnuniyet görüntülerinden sıkıntı duyar. Ancak başkalarının sefaleti huzur verir ona. Bu yüzden hasetli kişiyi tatmin etmeye yönelik her tür çaba nafiledir.’’
Melanie Klein
HBO her zaman çarpıcı dramalara imza atan bir yapım şirketi olagelmiştir. Six Feet Under, The Sopranos, The Wire gibi karakter derinliği yüksek dizileri bize izleten şirket, uzun zamandır televizyonda rastlamadığım ölçüde bir karakter derinliği ve psikolojik perspektif sunan Succession, harika bir drama olan Breaking Bad’den beri televizyon ekranında izlediğim en muazzam kişilerarası alan hikâyesi sunuyordu bize.
Neredeyse Shakespearyen bir senaryoya sahip olan dizide, tek karakteri ele almak yerine karakterleri ailesel dinamikler üzerinden yorumlamanın daha mantıklı olacağını düşünüyorum. Çünkü gerçek hayatta olduğu gibi Successsion’da da hiç kimse sadece kendisi olarak var olmaz. Bizi var eden şeylerin en başında, bizim için kritik rollerde olan ötekiler ve onların bizdeki yankıları gelir. Özellikle ebeveyn-çocuk ilişkisi sonraki tüm ilişkiler için bir şablon oluşturacak kadar güçlü bir ilişkidir. Dizinin hikâyesi de bu ilişki üstünden ilerler.
Dizinin açılışında yaşlı bir adamın gecenin karanlığında evde tuvalet aradığını görürüz ve tuvaleti bulamayıp koridora işer. O an yetilerini yitirmiş bir yaşlı gibi gördüğümüz Logan Roy, devasa bir medya şirketinin patronu ve çok başarılı bir işadamıdır. Bence bu açılış sahnesi ve jenerikte bir sahnede çocuklarıyla oturan ve ensesini gördüğümüz genç Logan Roy ile jeneriğin sonunda bir toplantı masasında yine ensesi gözüken yaşlı Logan Roy karesi, hikâyenin zeminini oluşturur:
Yaşlanmanın ve yeti kaybetmenin yarattığı narsisistik zedelenmeyi tolere edemeyen bir yaşlı adam.
Logan Roy, son derece dezavantajlı bir hayattan gelip, kendine koca bir imparatorluk kuracak kadar zeki, acımasız ve makyavelist bir karakterdir. Dizinin başında bir sahnede, gücünü ve yetkisini devredeceği oğlunun bir derginin kapağındaki pozunu ve onun mirasının bir sonraki idarecisi olacağına dair kapak yazısını görünce oğluyla gurur duymak yerine ona haset eder. Kendi oğluyla rekabete girer ve ona karşı -ebeveyn çocuk ilişkisinin yaratacağı türden- büyük bir asimetri içerisinde olduğundan hasetle birlikte at koşturan agresyon devreye girer ve oğlunun duygularını yakıp yıkar, onu hiçleştirir. Logan Roy dizinin birkaç sahnesinde, “Her şeyi çocuklarım için yaptım,” tiradları atar. Oysa çocuklarıyla kurduğu ilişki son derece patolojiktir. Onlara maddi olarak birçok imkân sunarken duygusal olarak tüm çocuklarını hor görür, hakaret eder, kandırır, manipüle eder ve hatta fiziksel şiddet uygular. Ailecek gittikleri, aslında PR yapmak için katıldıkları sözde bir terapi toplantısında Kendall, babasını bu hasetiyle yüzleştirir. “Bize verdiklerin için, bizde olanlar için bizi kıskanıyorsun,” der. Bu çok doğru bir tespittir. Logan Roy’un başkasında “kendinden fazlasını” görmeye tahammülü yoktur, o potaya girilme ihtimalini bile büyük bir agresyon ve yıkıcılık ile karşılar, haset eder.
Yine terapi toplantısı seansında, çocukluğu hakkında az şey bildiğimiz Logan’ın amcasının sert ve aşırı disiplinli olduğuna dair bir iması geçer, bunun üstüne havuzda yüzerken sırtındaki yara izlerini görürüz, belli ki bir kırbaçla ya da kemerle defalarca dövülmüştür ve yara izlerini tüm hayatı boyunca sırtında taşımıştır. Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz ebeveynleri, II. Dünya Savaşı’nın eşiğindeki Avrupa’da, İskoçya’da yaşarken oğullarını yoksulluktan kurtarmak adına Kanada’ya amcalarının yanına göndermişlerdir. Ve Logan doğduğu ve çocukluk yıllarının geçtiği Dundee’ye gittiği bir bölümde oraya gitmekten hiç hoşlanmadığını anlatır. Keza büyüdüğü evi gören çocukları, evin hiç de öyle fakirlik içinde yaşayan bir aileye uygun olmadığını fark ederler. Belki Logan da bu farkındalıktan kaçmak için doğduğu evi görmek istememektedir. Fakirlikten kurtarılmak için amcaya gönderilme hikâyesi bir teselli içerir. “Beni benim iyiliğim için yanından ayırdı,” diyebilir çocuk kendi kendine ve bu fanteziye tutunarak ruhsal yapısını bir bütün halinde tutabilir. Oysa annesinin onu dünyanın diğer ucuna nedensiz şekilde yollaması ve orada onu büyüten kişiden sadistik şekilde dayak yediği gerçeği, kişinin kendisi ve dünyayla kurduğu ilişkiyi darmadağın edebilecek bir olgudur.
Logan Roy’da izlediğimiz narsisistik patolojinin köklerinde de bu tip örseleyici çocukluk deneyimleri yatar. Çocuk için bakımverenleri tarafından terk edilme deneyimi çok ağır bir travmadır. Çocuklar duygusal ve fiziksel açıdan bağımlı oldukları ebeveynlerine çok yüksek bir duygusal yatırım yaparlar. Hayatta kalmaları için sevgi ve bakıma muhtaçtırlar. Karşılığında ebeveyn de çocuğa duygusal ve fiziksel olarak yatırım yapıp ona ihtiyacı olan kadarını verebilirse sağlıklı bir ebeveyn-çocuk ilişkisi tesis edilir. Ancak bunun olmadığı durumlarda, örneğin Logan Roy’un başına gelen, uzağa gönderilme/terk edilme deneyiminde çocuk, ebeveynine yaptığı yatırımı geriye çekerek kendisine aşırı bir yatırım yapar, deneyimlediği gerçeğiyse kafasında eğip bükerek yeni bir narratif yazar, narsisistik fanteziler kurmaya başlar. Aslında çok sevilen, çok istenen, çok akıllı bir çocuk olduğu, annesinin fakir olmasa onu asla bırakmayacağı gibi narsisistik fanteziler çocuğun sert gerçekle yüzleşip dağılmasını engeller, ruhsal zedelenmesini onarmasına yardım eder. Logan için tek sorun terk edilme deneyimi de değildir. Gittiği yerdeki yeni bakımvereni çok sert, sevgisiz ve sadistik dürtüleri olan bir adamdır. Orada gördüğü şiddetin de kendisinin iyiliği için olduğu, bu sayede güçlü ve dirayetli birisine dönüştüğü gibi yeni bir narratif ekler zihnine. Bütün bu savunmalar, bir zamanlar çocuk olan Logan için çok gereklidir elbette. Ruhsal yapının bir bütün olarak kalabilmesini sağlayan savunmaların sorunuysa şudur; bu savunmalar öyle çok işe yarar ki kişi bunları bir türlü bırakamaz. Narsisizm sözkonusu olduğunda kişi narsisistik bir fanusun içinden dünyayla ilişki kurmaya başlar. Bu da hem dünyayla gerçek bir bağ kurmasını hem de ötekilerle sevgi ilişkisi kurmasını imkânsızlaştıracak, duygusal dünyasını onulmaz ölçüde zedeleyecek bir durumdur.
Logan Roy, narsisizmin en tipik görünümlerinden birine sahiptir. Narsisistik patolojide görünen büyüklenmeci, saldırgan, tüm duygusal yatırımını kendisine yapan tutum Logan Roy’da en damıtılmış haliyle izlenebilir. Ancak bütün bu büyüklenmecilik, erken çocukluk yaşantılarındaki örselenmelerin yarattığı ve baş edilemeyen “aç kendilik” parçasının “splitting” (bölme) mekanizmasıyla ayrılması ve bunu telafi etmek için geliştirilen bir durumdur.
Logan Roy’un bedensel açıdan zedelenebilir ve kırılgan olduğunu gördüğü felç atağı, onda bir kendilik krizine yol açar çünkü kırılganlığın kabulü ondaki bastırılan ve bölünen aç kendilik tasarımlarının yüzeye çıkmasına ve büyük bir agresyona sebep olur. Logan Roy, içindeki bu aç ve kırılgan kendilik parçasını yoğun ve yıkıcı bir agresyonla, onun onayına süreğen olarak ihtiyaç duyan Kendall’a yansıtır. Oğlunu aşağılayacak tutumlar içine girer, onun kendi pozisyonuna layık olmadığını herkesin içinde ilan eder, böylece onu yetersiz kılarak kendisini daha yeterli ve güçlü hisseder. Logan’ın Kendall ile ilişkisinin temel dinamiği budur; Logan kendini daha güçlü hissetmek için oğlunu acımasızca ezer, aç kendilik parçasını ona projekte eder.
Kendall, kardeşlerin içinde babasının onayını en çok arayan ve bu uğurda en çok risk alan kardeş gibi gözükmektedir. Nevrotik, Öteki’ne yani ebeveyne karşı çeşitli içsel fedakârlıklarda bulunur ve karşılığında onun takdirini beklerler. Lacan’a ait bir kavram olan Jouissance, elde etmenin ve doyuma ulaşmanın imkânsız olduğu, yoğun bir arzu içeren temel yaşamsal bir hazdır. Nevrotik bir erkek, babasının onu hadım etmesinden korkarak annesine karşı arzusundan yani Jouissance‘dan vazgeçer, bunun karşısındaysa babasının onayını kazanacağını umar. Bu her nevrotik için imkânsızken babası narsisist olan bir erkek için sadece imkânsız değildir, bu arzu ve hayal neredeyse yıkım getirecek düzeyde hayal kırıklığıyla sonuçlanacaktır çünkü narsisist babanın temel denklemi tüm duygusal yatırımı kendisine yapmak üzeredir ve özdoyumunu sağlamak için bırakın oğlunu onaylamayı onu aşağılaması bile gerekebilir. Yaptığı fedakârlığın karşılığını asla bulamayacağını anlayan nevrotik, Jouissance kaybını telafi etmek ya da onu kendisinden çalan ebeveyni cezalandırmak için çeşitli yasakları delmeye meyleder. Kendall için uyuşturucu kullanmak ve kleptomanik davranışlar, tıpkı burada anlatılan telafiye uyan davranışlardır. Ancak bu davranışların sonucunda Kendall aldığı telafiden daha ağır bir bedel öder, babasına bağımlılığı daha da artar ve ondan onay alması giderek imkânsızlaşır. Logan da bu sürece hâkim olduğunu gösterircesine oğlunu yoğun strese sokarak onu neredeyse bu telafi davranışlarına iter. Kendall her kendilik atılımı yaptğında babasından yoğun bir agresyon görür -hor görülme, toplum içinde aşağılanma, yetersiz hissettirilme, kurban edilme- ve bunun sonucunda kendini öyle bir pozisyona sokar ki durum, kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşerek Kendall’ın kendini yetersiz, eksik ve hatta yeniden küçük bir çocuk gibi hissetmesine yol açar. Yoğun bir yetersizlik duygusu ve kendini kanıtlama çabası içindeyken babayı aşmak için çabalamaya da devam eder. Bir noktada babası, bir kurbana ihtiyaç duyar, ailenin ve şirketin diğer üyelerini gözden geçirir ve en nihayetinde karar verir: Kendall. Bunu kendisine açıklarken Kendall boyun eğen ve gözleri yaşlı halde babasının manipülatif sözlerini dinler. Logan, İnkaların güneşin geri gelmesi için kralın oğlunu kurban etmesi geleneğini anlatır, güneşin geri gelmesi için ancak en sevdiğini kurban etmeli, der. Kendall’ı sevdiğini üstü kapalı söyler ama elbette kendi çıkarları doğrultusunda bir hamle yaparken… Kendall gerçekten bunu kabullenip giderken dönüp babasına sorar, kendi pozisyonu için onu düşünmüş müdür hiç? Bu fedakârlığa karşı küçük farazi bir onay bekler. Ama babası onu yeterince “yırtıcı” bulmadığını söyler. O noktada Kendall bu onayı asla alamayacağını fark eder. Tıpkı Yahuda’nın İsa’ya verdiği son öpücük gibi bir öpücük verir babasına ve gider. Babayı, Tanrının oğlunu, yasayı aşmak ve bazen ihanet eder gibi hissetmek, suçluluğu kırmak çocukların bireyleşmesi için gerekir, içten içe bilir bunu Kendall ve bu yolda gayret eder.
Roman, kardeşlerin en immatür olanıdır. Shiv’den az da olsa büyük olmasına karşın ondan daha küçükmüş gibi bir hali vardır. Babasındaki kendinden emin, acımasız ve iddialı haller Roman’da hayat bulur ve babasının bu açılardan takdirini toplar çünkü daha önce de söz ettiğim gibi, Logan Roy örselenmelerin sonucu ortaya çıkan bu acımasızlığı faydalı ve hatta hayati bulmaktadır. Ancak Roman’ı kimse ciddiye alamaz çünkü çocuksudur. Hatta cinselliği yaşarken bile erişkin öncesi bir cinsellik yaşayabilir ancak, bir kadınla birleşmek yerine mastürbasyon yapmayı yeğler, tıpkı ergen bir çocuk gibidir cinselliği de. Bu detay da Roman’ın immatür kişilik yapılanmasının bir göstergesidir. Babası onun da büyümesine müsaade etmeyecek tutumlar içindedir çünkü. Ona kızdığı bir noktada, yetişkin olan Roman’a tokat atacak kadar çocuk görmektedir onu ve Roman da babasının onu gördüğü gibi davranmakta, çocuk olmaktan kurtulamamaktadır.
Shiv tek kız çocuk olduğu için sözle söylenmese bile sıkça ima edilen bir cinsiyetçilikten nasibini alır. Babası, kadınları yeterli görmemektedir. Kendisi kadar dikbaşlı olan çocuklarının annesiyle de yapamamış ve boşanmıştır. Yeni karısı da baskın bir karakterdir ancak onu da çeşitli çekillerde hiçleştirip ezer ve sonra geride bırakır. Babasının kadınlarla bu dinamiği Shiv için de geçerlidir aslında. O da babasından ayrı bir kariyer planı yapıp ayrışma gayreti içine girse de onun onayını aldığı yanlış inancı ile babasının yanına döner. Oysa Logan yakınına aldığı tüm güçlü kadınlara yaptığı gibi onu da önce onaylar, sonra hiçleştirir. Ona Pinky derken onu bir yetişkin gibi değil, çocuk gibi gördüğünü sık sık anımsatır Shiv’e. Verdiği sözleri tutmaz, ayak oyunlarıyla kandırır, yetersiz hissettirip oyundan çıkarır. Bir narsisistle ilişki önce yüceltilme, sonra duygusal olarak manipüle edilip bir posa haline gelene kadar tüketilmeyle karakterizedir. Shiv de bundan nasibini alır.
Connor, diğer kardeşlerin aksine güç ile ilişkisi en zayıf olan kardeştir. Başka bir eşten olan ve babasından uzun süre ayrı kalan Connor belki de bu yoksunluk nedeniyle daha yumuşak bir karaktere dönüşmüştür. Ancak o da babasından onay beklemekte, bunu şirket (aile) içi dinamiklere dahil olmak yerine Amerikan başkanı olmak gibi ütopik bir hayalin peşine düşerek yapmaya çalışmaktadır. Connor bir fantezi dünyasında yaşar gibidir. Sevgilisini neredeyse satın alır, hayatında hiçbir erek yok gibiyken yine başkanlık gibi çok uzak bir fanteziyi satın almaya gayret eder. Connor’ın ilişkileri yoktur, sadece parası vardır. Belki de babasının ona verdiği tek şey bu olduğu için tüm dünyasını bu şekilde kurgular.
Logan, çocuklarının hepsine ayrı ayrı özel olduklarını hissettirir ancak eylemleri her zaman kendisine hizmet eder. En nihayetinde çocuklar bunu idrak edip birlik olmayı başarırlar. Ancak bu noktada dizide yokluğu ve boşluğuyla imlenen çok önemli bir karakterin hatları belirginleşir: Anne. Belki dizide birkaç bölümde vardır ama aslında bu da çok mühim bir noktadır. Anne, yoktur. Logan tüm habisliği içinde vardır ve problemlidir ama anne nerededir? Çocukların sorunlarında bu boşluğun etkisi de çok büyüktür. Bir noktada Kendall onunla önemli bir şey konuşmak istediğini söylediğinde konuşmayı sabaha erteler, sabah ise bir not bırakıp o konuşmayı yapmadan çıkar. Anne, yoktur. Boşanıp çocuklarını böyle bir adamla bırakan ve dizinin üçüncü sezon finalinde de yokluğu ve çocuklarıyla bağ kurmayışı anlatılan Caroline telefonda çocuklarına şöyle der: ‘’Bizim (yalnızlığa tahammül edemediği için evlendiği yeni eşi ve kendisi) için çok iyi oldu, sizin için kötü olmuş olabilir.’’
Kendall, Roman ve Shiv, onların hamlesine öfke ve kandırmacayla yanıt verip “Ben kazandım,” diyen bir baba ile “Sizin için kötü olsa da bana yaradı,” diyen ve çocuklarının hiçbir ihtiyacında yanında olmayan bir annenin çocuklarıdır. Bu duygusal ihmal ve istismar içinde çeşitli savunmalar geliştirerek varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bağ kuramayan, kendilerini yatıştırmak için uyuşturucuya sarılan, seks yapamayan, sadık kalamayan, acımasız olabilen insanlar olmaları elbette bir tesadüfün sonucu değildir. Bütün bunlar çocukluklarından itibaren yaşadıkları örselenmelerin çevresine oluşturmaya çalıştıkları kabuğun görüntüleridir.
Bir insanın hikâyesi, ailesinin de hikâyesidir. Succession bunu en dramatik şekilde anlatır bize. Varoluşta ebeveynin varlığı ve hatta yokluğunun izleri hep çok derindir, tıpkı Roy ailesinin çocuklarında izlediğimiz gibi.