Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
35 Yıllık Bir Perşembe Hikâyesi: Aşk-ı Memnu
Anadolu’da doğup büyümüş, sonra İstanbul’da üniversiteyi kazanıp okumaya gelmiş gençlerin ortak bir noktası vardır. 17-18 yaşlarındaki memur, işçi, esnaf çocuklarının hayat temposu birdenbire değişir. Kendilerini, “Ülkede bu kadar insan mı varmış yahu?” diyecekleri milyonluk bir kalabalığın içinde bulurlar. Sosyalleşmek, yeni insanlar tanımak, türlü çeşit mekân keşfedip bunların isimlerini ezberde tutmak prestij meselesidir. Haftada en az 3 gün dışarıda, “etkinlik” halinde geçmelidir. Sinema, tiyatro, doğum günü, açılış partisi, atölye, DJ performansı, fasıl, bahar şenliği konseri… O yaşlardaki gençlerin farklı ve faal olma ihtiyacını karşılayacağı aktivitelerin müdavimi olarak bulur insan kendini. Eve girmek, evde durmak “sıkıcılık”tır.
2008 yılının Eylül ayında, üniversite son sınıfa geçmiştim. Ben de Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş bir genç olarak İstanbul’un tempo sarmalına çoktan uyum göstermiştim. Evde geçirilecek sakin bir akşam dahi huzursuzluktan ölmeme yetiyordu. İşte yine öyle bir perşembe akşamıydı. Kanal D’de yeni yayınlanan Aşk-ı Memnu’ya denk gelmiştim. Denk gelmiştim ve başından kalkamamıştım…. Ondan sonraki 78 bölümde de kalkamayacağım gibi. Sürekli sosyalleşmek ve kendini dışarı atmak için kendine bahane yaratan ben, her perşembe saat 20.00’da televizyonun başına geçiyordum. Bihter’e üzülüp Behlül’e veryansın ediyordum. Tıpkı Türkiye’nin geri kalanı gibi…
Aşk -ı Memnu beni o kadar etkisine almıştı ki okuldaki bir ödevimi, romandaki Bihter karakterinin tahliline ayırmıştım. O ödevi yaparken dizinin bir de 1975 yapımı TRT versiyonunun olduğunu öğrenmiştim! Hemen internetten bölümleri açıp izledim. İnanılır gibi değildi… Beren Saat yerine Müjde Ar’ı, Kıvanç Tatlıtuğ yerine Salih Güney’i, Selçuk Yöntem yerine Şükran Güngör’ü, Nebahat Çehre yerine Neriman Köksal’ı, Hazal Kaya yerine Itır Esen’i görmek çok şaşırtıcıydı!
İsmail Cem’in TRT’ye Etkisi
12 Mart 1971 darbesiyle gelen askeri rejimden sonra 1973 yılında genel seçimler yapılarak sivil yönetime geçilir. Sandıktan Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP’yle Necmettin Erbakan başkanlığındaki Milli Selamet Partisi çıkar ve bir koalisyon hükümeti oluşturulur. Bülent Ecevit başbakan olur. O dönem gazetecilik yapan İsmail Cem’e, başbakandan çok önemli bir teklif gelir. Ecevit, İsmail Cem’in TRT Genel Müdürü olmasını ister. 15 Şubat 1974’te 35 yaşında genç bir yönetici olarak İsmail Cem görevine başlar.
Kendisinin kaleme aldığı TRT’de 500 Gün isimli kitabında, nasıl bir kurumun idaresine geldiğini anlatır İsmail Cem. Darbe kararnameleriyle özerkliği elinden alınmış, karmakarışık memur mevzuatıyla hantal bir hale getirilmiş kanal yapısından bahseder. TRT’yi en kısa zamanda hareketlendirip halka hitap eden bir yayın organı haline getirmeyi hedeflemektedir.
Göreve geldikten üç hafta sonra yaptığı basın toplantısında, vizyonunu ve hareket noktasını net şekilde ortaya koyar: “Benim başlıca ölçülerimden biri, halkın ne istediği ve neyi beğendiğidir. Çeşitli sorunları ele alırken dinleyici ve seyirciyi soyut bir öğrenci, TRT’yi ise en doğrusunu bilen bir akil gibi görmeyeceğim. TRT, haber ve kültür görevini halkın eğilimlerini dikkatle değerlendirerek, mümkün olduğu yerde halkla diyaloğu kurarak gerçekleştirecektir. … Sanata ve kültüre hizmet etmek, sporu yaymak Radyo ve Televizyonun görevidir.”
İsmail Cem, Türkiye’nin ilk film şirketlerinden olan İpek Film’in sahibi İhsan İpek’in oğludur. Ülkeye birçok yabancı filmin ithalatını gerçekleştiren bu şirketin gölgesinde büyümüş olmak kuşkusuz, İsmail Cem’in dramatik algı ve vizyonuna büyük katkı sağlamıştır. Televizyonun seyirciyle etkileşimli, yaşayan bir eğlence/iletişim aracı olduğunu her fırsatta dile getiren İsmail Cem, kanal içindeki yenilikçi atılımları da bu doğrultuda gerçekleştirmiştir.
Sefiller, Kumarbaz, Demir Maskeli Adam gibi dünya klasiklerini dizileştiren BBC yapımlarının seyirciden büyük ilgi görmesi ona bir fikir verir. Dönemin ünlü yönetmenleri olan Halit Refiğ, Metin Erksan ve Lütfü Akad’a teklif götürür. Ünlü Türk klasiklerini BBC dizi formunda çekmelerini ister. İlk kez kurum dışından içerik üretimi için sipariş vermiş olur. Böylelikle televizyon tarihimizdeki ilk yerli diziler İsmail Cem zamanında çekilir.
Bu işleri herhangi bir Yeşilçam prodüktörüne sipariş edip işleri kolaylaştırmak elindeyken böyle bir yola girmek istemez. Çünkü İsmail Cem’in istediği, endüstriyel önceliklerin ön planda tutulduğu, “satılabilir” yapımlar değildir. O nedenle TRT’nin bütçesini seferber edip iç yapım düsturuyla hareket eder. Anlaştığı yönetmenlere “yaratıcı özgürlük” ortamı sağlar ve tamamen serbest bırakır. İsmail Cem bu vesileyle TRT’de özgün içerik geleneğini de başlatmış olur.
“Yapımı ticari bir kuruluşa emanet ettiğimizde, bu kuruluş, kendi kazancını arttırmak amacıyla filmin yapımına daha az masraf edecek, böylece kalite düşebilecekti. Bir Aşk-ı Memnu’yu izlediğimiz mükemmeliğiyle ticari bir film şirketinin yapabilmesi düşünülemez. Seçtiğimiz yol dolayısıyla prodüksiyonu TRT’nin gerçekleştirmesi fakat yönetimi tecrübeli bir sinemacının yapması oldu.”
Aşk-ı Memnu’nun yönetmenliğini, zaten projeyi yıllardır kafasında tasarlayan Halit Refiğ üstlenir. Yıllarca Yeşilçam endüstrisinin kalıpları içine sıkışmış olmaktan şikâyetçi yönetmenler için televizyon bugünün tersine bir alternatif mecra ve özgürlük alanıdır. İsmail Cem’in sunduğu kamu yayıncılığı perspektifi, 35 mm film estetiğiyle çekilen, edebi esere sadık kalınmış 6 bölümlük bir Aşk-ı Memnu ortaya çıkarır.
Halit Refiğ, İsmail Sancak’a verdiği röportajda bu konudan şöyle bahseder:
“Tabii burada benim açımdan şöyle bir özellik vardı: O tarihe kadar yani ilk filmimi yapmaya başladığım 1960 yılından Aşk-ı Memnu teklifini aldığım 1974 yılına kadar, yaptığım bütün filmler ticari sinema piyasası kuralları içinde yapılmış filmlerdi. Bu filmlerde hiç kuşkusuz belli piyasa, pazar kurallarına uymak şartı vardı. Burada meslek hayatımda ilk defa bir imkânla karşılaşmaktaydım. Hiçbir ticari endişe taşımadan film yapabilmek! Mesela şöyle ifade edeyim; ben eğer Aşk-ı Memnu’yu ticari sinema piyasası içinde yapmış olsaydım, mutlaka bu filmi peşinen satışını garantileyecek ünlü yıldızların oynaması gerekirdi. Halbuki televizyon için, o tarihteki tek kanal TRT için yapmak sözkonusu olduğunda böyle bir pazarlama endişesi olmadığı için başrollere isim, ismi film satacak oyuncu değil, kendisi rollere en uygun düşecek, romancının anlattığı karakterlere uygun oyuncular aramak imkânı ortaya çıktı. Böylece filmin iki kadın başrolünde Müjde Ar ve Itır Esen oynamış oldu. İkisinin de ilk film denemeleriydi.”
Genellikle TRT’nin yayınladığı Aşk-ı Memnu’nun televizyon hayatımızın ilk dizisi olduğu söylenir. Fakat ondan önce 1974 yılının Mayıs ayında ekranların en uzun soluklu dizilerinden Kaynanalar yayınlanmaya başlanmıştır. Ancak bu aile komedisi, bölümlük hikâyelerle karşımıza çıkmaktadır. Aşk-ı Memnu’da ise “serial” olarak tabir edebileceğimiz, süreklilik arz eden, bölümleri bütün bir hikâyenin parçaları olarak konumlandırılan biçimin ilk örneğini görürüz.
17 Nisan 1975 akşamı yayınlanmaya başlar Aşk-ı Memnu. İlginç bir şekilde çağdaş örneği gibi perşembe gününe denk gelir. İlk bölümünden itibaren ülkede büyük yankı ve beğeni uyandırır.
Müjde Ar, Mithat Alam Film Merkezi’ndeki söyleşisinde bu konudan şöyle bahsedecektir:
“O zaman TRT tek kanaldı. Aşk-ı Memnu oynadı. Sanırım perşembe günüydü. Cumartesi günü ben polis eşliğinde sokağa çıktım. İnanılmayacak bir ilgi. Bir günde star oldum. Sonra ne yapacağımı gerçekten hiç bilmiyordum. Kimdim ben? Sinemacı mı, tiyatrocu mu, ev kadını mı? Yeşilçam’dan film teklifleri yağmaya başladı.”
Sevilay Çelenk, Birikim dergisi için yazdığı “Aşk-ı Memnu’dan Aşk-ı Memnu’ya Yerli Dizi Serüvenimiz” makalesinde durumu şöyle betimler:
“Bu ilk tecrübe, sadece 1975’in TRT’si tarafından sağlandığı için değil, ailecek izlenen bir melodram olarak değerlendirildiğinde de Bihter ve Behlül aşkı çerçevesinde, oldukça cesur ve etkileyici bir erotizme sahip olduğu için, çeşitli sahneleriyle izleyicinin zihnine kazınmış bir tecrübedir.”
“Yazık olacak Bihter’e, yazık!”
Okulum bir sene daha uzamıştı. İki sene boyunca neredeyse hiçbir perşembe akşamını sektirmeden evde olmuştum. Yaklaşan mezuniyetimin, finallerimin gerginliği bile beni bu hizaya sokamamıştı. Okulda, sokakta, arkadaşlar arasında, kuzenler arasında, tiyatro provalarında, tramvayda, vapurda… Akla gelebilecek her yerde Aşk-ı Memnu’nun yaklaşan finali konuşuluyordu. Farklı hayatları yaşayan birçok insan aynı şeyi düşünüp hissediyordu: “Yazık olacak Bihter’e, yazık!”
24 Haziran 2010 Perşembe akşamı koşturarak eve gidiyordum. Aşk-ı Memnu’nun final bölümü gelip çatmıştı! Hepimiz Bihter’in intihar edeceğini biliyorduk. Zaten kanal da tanıtımlarını bu finalin bilinirliği üzerinden yapıyordu.
Eve doğru yol alırken sokakta kimsenin kalmadığını fark etmiştim. Birbirinin varlığından haberi bile olmayan milyonlarca insan, aynı amaç için televizyon karşısına geçmiştik. Aynı heyecanı, aynı beklentiyi, aynı duyguları, bir sürü aynılığı paylaşıyorduk. Kim olduğumuz, nereden geldiğimiz, nereye gittiğimiz hiç önemli değildi. 1975’le 2010 arasında geçen zaman birden ortadan kalkmıştı. Zaman makinesine gerek olmadan, fizik kurallarını yıkmadan geçmiş ve şimdi birbirine bağlanmıştı. Bir dizinin finali, bizi görünmez bir bağla bağlamış, hepimizi eşitlemişti.