‘The Penguin’: Gotham İçinde Açılan Farklı Kapılar ve ‘The Sopranos’a Göz Kırpan Bir Mafya Hikâyesi
‘Aile’: Görsel Bir Şölen mi Yoksa Sıradan Bir Aile Dramı mı?
Yazıya başlamadan önce belirtmek isterim ki Kıvanç Tatlıtuğ’un göründüğü herhangi bir yapıma dair objektiflik iddiam yoktur, hiç de olmadı. Keza kendisini Serenay Sarıkaya ile izlemek de müthiş güzel; hem bireysel enerjilerine hem de ekran çifti olarak uyumlarına bayılıyorum.
Öte yandan ekranlarımıza son hızla koşarak ve büyük vaatlerle gelen Aile dizisi, “Acaba başka birileri oynasa izler miydim?” sorusunu bana bolca sordurdu zira böyle bir dizinin temelinin Kıvanç Tatlıtuğ Serenay Sarıkaya’nın ekranda birlikte ne kadar da bu dünyanın dışından gelmiş gibi görünmelerine dönüştü dönüşecek olmasını biraz hüzünlü bulmuyor değilim.
Dizinin efsane bir kadrosu, gayet merakla izlenebilecek bir konusu var, olaylar da aslında yerli dizi standardına göre hızlı akıyor ama etrafta sürekli birtakım silahlı adamlar dolaşmasından mı, hepimizin mafya dizisine ve asabi aile sofralarına doymuş olmamızdan mı bilmiyorum, bir türlü umduğum verimi alamıyorum diziden.
Son yıllarda hangi diziye elimizi attıysak, “Benim soframa oturan kalkamaz,” gibi cümleler ve evlatlarına hayatı zehir etmeye yeminli toksik aileler görüyoruz, evet. Belki Aile dizisini birkaç yıl önce izleseydik böyle bir doymuşluk yaşamayacaktık ama şu sıralar masanın etrafındaki sandalyelere aile fertlerinin isimlerinin olduğu tabelalar yapıştırmak da, oğlu istemediği biriyle evlenmesin diye oğlunu bile gözden çıkaran anneler de, bir türlü oturulup konuşulamamış karanlık sırlar da artık pek ilgimizi çekmiyor.
Bu annenin Nur Sürer olması bile pek ilgimizi çekmiyor aslında zira kendisi en az Hülya Soykan kadar korkunç bir anne rolünden bile yeni geldi. Evet, şahane bir oyuncu, bunu söylemek zaten bana düşmez de artık toksik anne rolüyle heyecanlanmıyorum.
Aynı şekilde Nejat İşler’in oynarken döktürdüğü Cihan Soykan karakteri de son yıllarda üstümüze başımıza bolca atılan “ailenin istenmeyen kardeşi” listesine bir ilave olmaktan çok da öteye gidemedi henüz. Bir diğer Soykan olan Leyla’yı da Canan Ergüder’den izlemeyi çok seviyorum ama Leyla’nın annesi yüzünden sevgilisinden ayrıldığı ve istemediği biriyle evlendirildiği dışında bir bilgimiz yok henüz. Sadece bunlarla ilgili fikrimiz olmasa yine iyi, genel olarak hiçbir karakterle ilgili derinlemesine fikrimiz yok, sadece akıp giden olaylar var. O zaman da kim neyi niye yapıyor anlam vermekte zorlanıyoruz. Bu satırları yazdığım sırada yayınlanmış dört bölüm olduğunu da belirtmek isterim. İlerleyen bölümlerde hikâye açılırsa fikrim elbette değişebilir.
Başrol oyuncularının çift olarak görsel uyumu, Devin ve Aslan ilişkisine beklendiği kadar yansımıyor bence. Evet, birbirlerine çok âşık oldular ve bu uğurda egolarını törpülemeye razılar ama işte bunu bildiğim kadar hissedemiyorum izlerken. Devin Akın, Soykan olmayacağını söyleyerek Aslan’ın soyadını almadı mesela ama o artık bir Soykan olduğu için gelen güce hiç de karşı olmadığını, annesinin oturduğu evin satılmasına engel olunduğundaki mutluluğunda bile gördük. Soyadının nüfus kâğıdında yazmaması Devin’i mutlu ettiği kadar, bir kadının evlendikten sonra sadece kendi soyadını kullanmaya devam etmesini ekranlarda görmek de beni mutlu ediyor. Gelin görün ki bu direniş Devin’in gerçek hayatına yansımıyor. Aynı şekilde Aslan da Devin için her şeyi yapacağını söyledi ve ona “aslan sözü” verdi ama daha ilk günden yapmayacağım dediği şeyleri yaptı, zarar vermeyeceğini söylediği adamı öldürttü. E, ne anladım bu aslan sözünden? Biz size neden inanalım? İnanmayı ne çok istiyorum üstelik.
Uzun zamandır bu dizi kadar efsane olma potansiyeli olup da ilk bölümlerde bunu bize geçiremeyen bir dizi görmemiştim. Bunu reytingler anlamında söylemiyorum elbette zira gün birinciliklerini çoktan aldı ama bir bölümü de, “Vay be, ne izledik biz öyle?” diye bitirdiğimiz olmadı daha. Hep hafif bir eksiklik hissi, haftaya bir daha deneme kararı ve Serenay Sarıkaya ile Kıvanç Tatlıtuğ’a bakıp ağzımızdan dökülen, “Siz insansanız biz neyiz?” sorusu ile kalkıyoruz ekran başından.
Aile dizisini izlemeyi bırakır mıyım? Kıvanç Bey bir şarap gibi yaş alırken pek de bırakmam herhalde, dünyanın en yüzeysel insanıyım sonuçta. Öte yandan Aile dizisinde aradığımı buldum mu? Şu ana kadar hayır. İyi seyirler dilerim.
Bu yazı, Episode’un 48. sayısında yayımlanmıştır.