Murat Evgin ile Dizi Müziği Besteciliğini Konuştuk!
Uzun süredir Türkiye’de dizi müziği denince akla gelen ilk isimlerden biri Murat Evgin. Müzikal kariyerinin çok önemli bir durağı haline geldi ürettikleri. İçinde yer aldığı her projeye kendine özgü bir dokunuş katarken, klasikleşmiş melodilerle izleyicilerin zihninde yer aldı.
Müziğe başladığı dönemde Türkiye’deki sistemde kliplerini yayınlatmak için zorlanan müzisyenin, günümüze gelindiğinde diziler sayesinde daha da geniş kitlelere ulaşan şarkıları artık Türkiye sınırlarının çok dışında. Müzikte 25. yılını kutlamaya hazırlanırken kendisiyle buluşup sektör hakkında konuşmak istedim.
Arkak Sokaklar senaristleri Ozan ve Sinan Yurdakul ile yaptığımız röportajı okumuş muydunuz?
Murat Evgin: “En başta jenerik müziğini ve Türker Bey’in isteği üzerine polislerin hayatını anlatan bir şarkı yazdım, ‘Bambaşka bir şehir var, arka sokaklarda…’ diye. Bu sırada senaryo bile yoktu.”
Kendi albümlerin için sürekli üretim halindeydin tabii ama televizyon dizileri için müzik yapmaya ne zaman karar verdin?
99’da ilk albümü yapmıştım, kendi yazdığım şarkılardan oluşan bir albümdü. Ama sadece albüm yaparak geçinmek zordu o yıllarda. Yani genelde piyasada acayip tutan birkaç kişi konserler verip geçinebiliyordu. Marmara Üniversitesi’nde Radyo Televizyon Sinema okuyunca film eğitimimle müziği birleştirmek istedim. Biraz da insanın sektörde mentorları olur ya, ilk onlar söyledi sen televizyona da bir şeyler yap diye. Ben de yarışma müzikleriyle başladım. Ben Evleniyorum yarışmasına şarkılar ve jenerik müzikleri yaptım.
Sonra Mehmet Ali Erbil’in yarışma müzikleri derken Amerikan dizisi Revenge‘in remake’i Sahra’nın müziklerini yaptım. İlk büyük dizim oydu. Sonra Çocuğun Var, Derdin Var, Şevval Sam’la Cem Davran’ın oynadığı günlük bir sitcom’du. O da yeni bir formattı o zaman için. Sonra Uygur Kardeşler’in yaptığı Haylaz Babam. Daha sonra 2006’da Acemi Cadı ve Arka Sokaklar başladı.
Kendi neslinin dizi müzikleriyle ilgilenen en genç bestecisiydin.
O zamanlar bu kadar popüler işler de değildi. Herkes sahnede olmayı tercih ediyordu. Ben uzun bir süre şarkıcılık ve dizi müziği üretimini birlikte götürmeye karar verdim. Derken işte belgesel müzikler, diziler biraz daha önem kazandı
Yurtdışına açılman nasıl oldu? Content Americas’ta sana olan ilgiyi gözlerimle gördüm.
Yurtdışı hikayem komşu ülkelerle başladı. Türki Cumhuriyetler ve Bulgaristan, Romanya gibi ülkelerde başladı. Sanıyorum o senelerde Kanal D Romanya açıldı ve bir anda Balkan ülkelerine yayılmaya başladı. Arap ülkeleri ve Balkan ülkelerine yayılmaya başladı bizim müzikler ve diziler. O dönemde acaba ben bunu yurtdışında da yapabilir miyim diye düşünmeye başladım ve bu festivallere, fuarlara katılmaya başladım.
Bir İngiliz prodüksiyon şirketiyle Myths and Monsters diye 6 bölümlük bir belgesel dizi yaptık. İş beni heyecanlandırdığı için kabul etmiştim. Sonra işi yaparken sordum, bu nerede gösterilecek? Adamlar Netflix Amerika demez mi! Tabii hiç beklemiyordum böyle bir şeyi. 2017 yılında Netflix Amerika ile çalışan ilk Türk bestecisi olma şansını elde ettim. Daha sonra onlarla The Stuarts diye bir şey yaptık. Birleşik Krallık’ın ilk kraliyet ailesiymiş The Stewards. Onların 4 bölümlük bir dizi-belgeselini yaptık. Sonra dediğim gibi Türk dizileri de artık iyice ünlendi ve benim o güne kadar yani 2016-2017’ye kadar yaptığım diziler Arap ülkelerinde ve Balkanlarda ünlü olan dizilerdi.
Latin Amerika’nın sana olan ilgisi nereden geliyor?
Elif dizisi sebebiyle başladı oradaki kariyerim. İlk defa o dizinin afişlerini Mipcom’da gördüm. Fransa’da Mipcom’da bir baktım her yerde Elif’in posterleri. Ben de Elif ne acaba diyorum! Kanal 7’nin bir dizisiymiş. Ben aslında 4. sezonda katıldım diziye ve birden Latin Amerika’dan mesajlar gelmeye başladı. O dizim meğer 40’tan fazla ülkeye satılmış ve Latinlerin en sevdiği dizilerden biri olmuş. Ama ben Türkiye’de o diziden haberdar değildim.
Günlük dizilerden mi?
Evet, günlük dizilerden. Sonra mesela Gül Sunal ile konuştum bir gün, “Aaa nasıl bilmiyorsun, benim izlediğim tek dizi!” dedi. Yani böyle kendine has bir kitlesi varmış. Hatta Latin Amerika’da, Kolombiya’da 1300 kız çocuğuna Elif adı verilmiş o diziden sonra. Ve o dizi bana Latin Amerika’da tanınma şansı getirdi. Dizi için yazılan Türkçe şarkıları Latin çocuklar ezberlemeye başladı. İşte anneleri bize videolar gönderiyorlar. Sonrasında Yaralı Kuşlar, Canım Annem, Toprak ile Fidan gibi başka günlük dizilerin müziklerini yapmaya başladım. Bu sayede Latin Amerika varlığımızı biraz daha güçlendirmiş olduk. Ben daha önce günlük dizilere biraz küçümseyerek bakıyordum. Yapmam diye düşünüyorum. Ama olay nerelere geldi.
Peki sen Elif’e başladığında yurtdışında da yayınlanacağını biliyor muydun?
Ben Elif‘e 4. sezondan geldim. Dizi zaten yayınlanıyormuş. Yapımcımız İnci Gülen dedi ki, şimdi sana Latin Amerika’dan çok YouTube yorumları ve mesajlar gelmeye başlayacak. Yani zaten o ülkelerde ünlüymüş o dizi. Ben de bu sefer İspanyolca öğrenmeye başladım. Çünkü şarkıların anlamlarını soruyorlar. Orada da Türkçe çalıyor. Yani Latin Amerika televizyonunda şarkı Türkçe çalıyor. Üstelik altyazı da yok şarkı esnasında. Dolayısıyla oradaki çocuklar o şarkıları Türkçe öğrenmeye başlamış. Hayranlar bu şarkı ne anlatıyor, ne diyor diye sormaya başlayınca önce sadece bir çeviri yaptık. Sonra da dedik ki bunları İspanyolca okuyalım. Klipler çektik. Oralarda röportajlar yaptık. Böyle bir hoş bir açılım oldu.
Tamamen organik ilermiş yani her şey.
Tabii bunu devam ettirmek için orada bir menajer ve PR ekibi lazım. Bayağı bir bütçe bu da. Ama ilerisi için böyle hayallerim var. Yani daha çok İspanyolca şarkılar yazıp bütün dizi şarkılarımı İspanyolcaya çevirip oralara gitme hayalim var. Bakalım ne olacak?
Diziler için müzik üretmekten bahsedelim mi? İzleyici tarafından bakarak soruyorum, ilk bölümün şarkıları nasıl hazırlanıyor? Yani ortada hiçbir şey yokken sadece yönetmenle konuşmaların üzerinden mi hareket ediyorsun? Mesela Arka Sokaklar en uzun dizilerimizden biri. En başta sana nasıl anlatıldı?
Dün Türker İnanoğlu, bizim 17 yıl beraber çalıştığımız prodüktör vefat etti. Türker Bey, Arka Sokaklar için beni çağırdığında Sahra dizisinin müziklerini çok beğenmişti. Ve dedi ki ben Devriye diye bir diziye başlayacağım. Sen bana bir demo yapar mısın? Sonradan Devriye, Arka Sokaklar oldu. En başta jenerik müziğini ve Türker Bey’in isteği üzerine polislerin hayatını anlatan bir şarkı yazdım, “Bambaşka bir şehir var, arka sokaklarda…” diye. Bu sırada senaryo bile yoktu. Sadece fikri anlattılar. Bir gün Young Pope dizisinin bestecisi Ennio Morricone ile bunu konuştuk hatta. O da, “Ben bütün müzikleri dizi çekilmeden besteledim ve kaydettim” deyince anladım, genelde bu böyle oluyor.
Her şey için haftalarca uğraşılıyor ama müzik için zaman harcanmıyor mu yani?
Genelde ilk bölümde bir hafta gibi bir vaktin oluyor. Daha sonra da şanslıysan ki bizim Erler Film’de çok iyi bir sistem vardı, bize iki gün müddet veriyorlardı haftada. Ama şimdi başka arkadaşlarımdan duyuyorum. Gece 12’de bölümü yani videoyu yollayıp sabah 8’e yetiştirin diyen yapım şirketleri oluyormuş. Dizi yayına girmeden iki saat önce şu sahneyi değiştirelim, gibi revizyonlar oluyormuş.
Film müzikleri için de benzer bir yol mu izleniyor?
Filmlerde ise genelde ham kurgu gibi bir şey oluyor. Çekmiş oluyorlar filmi. Cahit Berkay’ın dediği gibi bizi en son aşamada hem film bitince hem para bitince arıyorlar! Ennio Morricone diyor ki bizim besteciler olarak filmin en başında, hatta senaryo yazılırken aranmamız ve dahil olmamız lazım. Çünkü sen bir şeyi düşünüyorsun bir melodi ya da bir şarkı yazıyorsun. O filmi etkiliyor. O şarkıya göre bir sahne ekliyorlar ya da o melodiye göre. Genç yönetmenlere onu söylemek isterim gerçekten, daha filmi yazarken besteciyi bulun o da melodileri yazmaya başlasın, ezgileri düşünmeye başlasın. Bir etkileşimdir sonuçta bu.
Dizi müziklerinde nasıl ilerliyor?
Ben genel olarak tüm önemli karakterler için birer tema müziği yapıyorum. Operada Wagner’dan gelen bir gelenek karakterler için ya da bir mekan için bir müzik yapmak. dizide sürekli kullanılan bir köşk vardır mesela, o köşk için bir tema yaparsın. O köşkü gördüğümüzde bir müzik çalar onu betimleyen ve anlarsın. Bir örnek vermek gerekirse Şevket Çoruh’un Arka Sokaklar’da oynadığı karakter Mesut Komiser, diziyi böyle sırtlayıp götüren bir karakterdi. Türkiye’de doğuda terörle mücadele etmiş, bir evlilik yapmış onu yürütememiş. Eşi, çocuğunu ona göstermiyor…. Böyle kırık dökük bir karakter. Stüdyomda eski bir saz vardı. Çok iyi durumda olmayan bir saz. Telleri paslı falan. Mesela onun temasını çalarken ben o sazı alıp kullandım. Onun iyi yansıttığını düşündüm o karakteri. Sazdan kırık sesler çıkıyor, mükemmel bir ses çıkmıyor. Ama o Mesut komisere çok uydu mesela o.
Murat Evgin: “Arka Sokaklar benim kariyerim çok önemli bir mihenk taşı oldu. Klip çektiğim ve hem kanallarda hem radyolarda yayınlatamadığım birçok şarkı bu dizi sayesinde gençlere ulaştı.”
Yeri gelmişken Arka Sokaklar dizisi 18 yıldır devam ediyor. Bütün ekip buradan emekli olacak gibi bir durum da var galiba.
Ben bazen dalga geçiyorum, oğluma bırakacağım işi diye. Bizimkiler vardı on beş yıl süren. Bizimkilerin rekorunu geçen bir dizi oldu. Ve diyebilirim ki başından beri de aynı ekip çekiyor.
Orhan Oğuz çekiyor. Yurdakul ailesi yazıyor. Babadan oğula geçti. Şimdi Ozan’la Sinan yazıyor. Ahmet Yurdakul’la başlamıştı. Bu da Türker İnanoğlu’nun başarısı, yani iyi giden bir ekibi bozmamak. Çünkü bu çok kaygan bir zemin aynı zamanda biliyorsun. Herkes ayağını kaydırmaya çalışıyor. Mesela herkesin bir besteci arkadaşı var. Bir yakını var, bir tanıdığı var. Herkesin bir senaristi var. Herkes onları empoze etmeye çalışıyor piyasanın içine. Arka Sokaklar benim kariyerim çok önemli bir mihenk taşı oldu. Klip çektiğim ve hem kanallarda hem radyolarda yayınlatamadığım birçok şarkı, “Özledim”, “Şehit”, “İlk Tek Son Aşkımsın”, bunların hepsi bu dizi sayesinde gençlere ulaştı.
Nasıl bir yapımcıydı Türker Bey?
Ben hiç onun sete uğradığını görmedim. O hep en üst katta ofisinde olurdu. Sana hiç karışmazdı. Hani stüdyoya gelen yapımcılar, stüdyoya gelen yönetmenler kategorisinden değildi. Büyük bir tevazu ile derdi ki, “Evladım ben müzikten anlamam. O senin işin. Ben sana ne istediğimi anlatırım. Sen onu yaparsın.” Ve sizi seviyorsa yani işinizi de beğeniyorsa uzun yıllar sizde çalışırdı. Böyle bir farklılığı vardı. Şimdi duyuyorum mesela yapımcı ya da yönetmen, arkadaşlarımın stüdyosuna geliyor. Sabaha kadar onunla duruyor. Müdahale ediyor. Bu bence besteciye de stres yükleyen bir şey. O zaman biraz operatöre dönüyorsun. Çünkü sen de bilgini ve deneyimini katman lazım. Biri sana güvenirse daha iyi yaparsın bu işi.
Aktarmak istenilen duyguyu önceden öğrenip sonra kendi kendine üretebilirsin aslında. Müzik birilerinin başında beklemesiyle yapılacak bir şey değil ki.
Avrupa’da spotting session diye bir şey var. Yönetmenle besteci buluşuyor filmden önce. Zaten yönetmenin kafasında hangi sahnede, hangi müzik olacak, nerede başlayacak, nerede bitecek bunların hepsi var. Bütün bunları besteciye bir kez anlatıyor. Ondan sonra da senin kreatif sürecin başlıyor. Ama bizde genelde briefler şu şekilde oluyor: Öyle bir müzik olsun ki tüylerimiz diken diken olsun! Yani o kadar belirsiz bir şeyle seni baş başa bırakıyorlar ki…
Netflix nasıl bir açıklamayla gelmişti?
Açıkçası iki cümleyle mükemmel bir şekilde anlattılar. Dediler ki epik müzik istiyoruz. Yani tarzı belirlediler. İşte şimdi yumuşak başlayıp yükselen ve sonunda bir patlaması olan bir kahramanlık müziği istiyoruz. İçinde macera hissi oluyor. Fotoğraf olsun gibi. Şimdi böyle bir brief aldığın zaman sen de ne istendiğini bilerek stüdyoya giriyorsun. Ama benim Türkiye’de gördüğüm şeyler genelde, “abiciğim sen izle anlarsın, sen halledersin” tarzı yaklaşımlar oluyor.
Bu işler için doğrudan bilgisayara mı yöneliyorsun yoksa gitarınla bir şeyler keşfetmeye başlayıp ondan sonra mı bilgisayara dönüyorsun? Analog tarafın daha baskın çünkü senin.
Her şeye önce gitarla başlıyorum. Ondan sonra bir aranjman yapılıyor, bizim albümlerdeki gibi. Ben mesela 2004 yılında başladığımda, dizi müziğinde canlı enstrüman çok çok azdı. Hemen hemen hiç kullanılmazdı. Ben albümlerdeki gibi canlı enstrümanlar kullanmak istedim ve o sound’un kalitesini hemen artırdı tabii. Şimdi yoğun olarak Türk dizilerinde canlılar kullanılıyor. İşte o yaylılar, perküsyonlar, gitarlar. Yani canlı kullanmadığı zaman biraz demo gibi duruyor. Hele ki bizim Alaturka enstrümanlar hiçbir şekilde bilgisayarla taklit edilemiyor. Onun için canlıya çok ihtiyaç var.
Canlı enstrümanın tadı her zaman farklı oluyor fakat şimdi müziğin yanında görüntüler bile bilgisayarla üretilir hale geldi. Ne diyorsun bu yapay zeka (AI) üretimlerine?
Evet, yani AI’ın daha gidecek yolu var gibi anlıyorum ben bunu. Daha hemen bir şey olmayacak en azından müzikte. Çünkü AI ile üretilen bazı müzikleri de dinledim. O insani dokunuş dedikleri şey var ya Amerikalıların, ona bolca ihtiyaç var. Duyduğum şeyler bana onu söylüyor. Şimdi hatırlarsan bilgisayarla müzik yapma konusu çıktığında da böyle bir yanılgı yaşamıştık. Artık hiç canlı kullanılmayacak diye 1990’ların başında içinde neredeyse hiç canlı enstrüman kullanılmamış albümler çıktı. Ama o başka bir şey, yani bir gitaristin o gitarı eline alıp çalışı ya da bir kanuncunun, utçunun çalışı taklit edilemeyecek bir şey bence. AI bize üretim sürecinde yardımcı olan yani bizi işimizden eden bir şey değil de bize yardımcı olan bir şey olarak hayatımızda yer alacaktır.
Murat Evgin: “Artık dünyada bir şeyler yapmak istiyorum. Türkiye’de yeterince yaptım.”
Peki sen kendi özelinde nasıl işlerin müziklerini yapmak isterdin? Böyle bir süper kahraman dizisi mi yoksa korku dizisi mi?
Bu iş de aynı oyunculuk gibi, nasıl projelerde yer almışsan daha sonra da aynı tip projeler geliyor. Nasıl Jim Carrey uzun yıllar aynı şeyleri oynadı ya da rahmetli Kemal Sunal’a uzun yıllar benzer projeler gelirdi. Ben günlük dizileri yapmaya başladığımda bir sürü günlük dizi teklifi geldi. Ya da işte Arka Sokaklar döneminde aksiyon müzikleri, komedi müzikleri yapmaya alıştığım için genelde o tarz işler geldi. Ama ben Aşkı Memnu gibi bir dizinin müziğini yapmayı çok isterdim. Yani eski bir romandan uyarlanan, içinde işte sadece bir tarz müziğin değil birçok tarzın olduğu, hem aşk teması var, hem gerilim var hem de bir edebi eser var ortada. Yine son yıllarda bazı belgesel müzikleri yaptım. Mesela Metin Akpınar’ın hayatını anlatan İyi ki Yapmışım, Yıldız Kenter’in hayatını anlatan Caniko belgeselinin müziklerini yaptım Netflix için. Şimdi bu da bir tarz oldu benim kariyerimde.
Sen neler yapmak istiyorsun? Hem bu kariyer hem de müzikte 25. senen için.
Artık dünyada bir şeyler yapmak istiyorum. Türkiye’de yeterince yaptım. Artık birbirinin aynı işler görüyorum. Ve işin üzücü yanı, bir melodi duymuyorum artık dizilerde. Çeşitli arpejler, görüntü altında akan armoniler. Tamam, çok güzel ama o diziyi kapattığın zaman aklında bir melodi kalması lazım. Yani film müziğinin ana maddesi ezgidir, melodidir. Bundan biraz uzaklaşmış görüyorum piyasayı. Bunun bence sebeplerinden biri de her yapımcının bir kendine yakın bir bestecisi var. Senaristin amcasının oğlu, yapımcının komşusu falan olunca yürümüyor. Tabii ki iyi iş yapan insanlar da var ama ortaya unutulmaz film müzikleri ya da yıllar geçse de akılda kalan ezgiler çıkmıyor. Ben şu anda bütün konsantrasyonumu yurtdışından bir dizi, müziği yapmak alanına harcıyorum.
Güney Amerika’ya gidecek misin? Oradaki ilgiyi yerinde görmek istiyor musun?
Gitmek istiyorum. Onun için şu anda ekranda olan bir işim yok. Elif de bitti, Canım Annem de bazı ülkelerde yayınlanıyor ama bitmek üzere. Yani belki onun zamanlamasını daha doğru yapmak lazım. Mesela Madrid’de bir konser vermiştim. Cansu Dere ile Selma Ergeç gelmişti konsere. Cansu’ya burada inanılmaz popülersin dediğimde, geçen sene daha popülerdim çünkü ekranda bir işim vardı, diye cevap verdi. Yani biraz o dönem dönem değişiyor. Zaten biz kamera arkasındayız. Sadece müziğimiz duyuluyor oralarda ama oralara yönelik şarkılar, projeler yapmak istiyorum. Latin Amerika’da mesela bir konser turnesi. Çok büyük bir şey olmasına gerek yok. Küçük de başlanabilir. Ama Türk dizi müziklerini oraya götürmek, sahnede bunları çalmak gibi hayallerim var.
Oben Budak’ın Murat Evgin ile yaptığı bu röportaj, Episode’un Nisan 2024 sayısında yayımlanmıştır.